Bilimkurgunun köklerini Antik Yunan veya Roma’da aramak zorlama bir uğraş gibi görünebilir. Bu daha çok fantastik kurguya yakışacak bir denemedir. Ancak yazın türlerinin, kendi tarih öncesi aşamalarının gölgesinde ilerlediklerini düşünürsek, bilimkurgu bizi tahmin edemeyeceğimiz kadar geriye götürür, hem de çeşitli sürprizlerle. Derinlere indikçe, yazın sahasında uzun süredir kendine -kuramsal anlamda- yer edinmiş bir tür olan bilimkurgunun etki alanı genişler, onu temellendiren eser ve yazarların üzerlerine sinmiş toz tabakası dağılır, kök örnekler gün ışığına çıkar.
Direkt böyle bir uğraş içine girmesek de, bazen rastgele seçtiğimiz bir kitapta karşımızda belirirler, onları keşfederiz. Kafamızda bir şimşek gibi çakan bu keşifler şemalarımızla eşleşir, kavramlarımıza kanca atar, zincire yeni bir halka ekler. Keşfettiğimiz parçaları ifade etmek için de bazen yeni bir eyleme girişiriz, tıpkı bu yazıda yaptığım gibi.
Bir Tanrıdan Yardım Almadan Uçan İlk İnsanın Öyküsü
Antik Yunan’daki bilimkurgu arayışlarımızda dikkatimizi çeken ilk söylence Daidalos ve oğlu İkaros’a ait olabilir (Bu isimler başka mecralarda karşınıza Dedalus-İkarus şeklinde çıkabilir. Ben isimlendirme konusunda Azra Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü’nü esas alıyorum). En baştan şunu açıklığa kavuşturalım. Bilimkurgu bilimsel bir bakış açısına sahip öyküler içerir. Bilimin ne olduğu veya olmadığı hakkındaki görüş ve düşünceler çağlar boyunca benzer kalsa da, bilimsel ürünler kısa süre aralıklarında muazzam çeşitlilik ve gelişme göstermiştir. Bilimi ve çıktılarını dönemine göre değerlendirmek, bilimkurgu diye adlandırdığımız yapıları daha net anlamamızı sağlayacaktır. Mekanik bir aleti matematiksel bir hesaplamayla üretmek bilimin alanıyken, o aletin sınırlarını henüz sahip olmadığı seviyelere çıkarmak ve bunu bir öyküde işlemek bilimkurgunun işidir. Fantastik kurgu ise hesap kitap yapmaz, somut dünyaya ait beyin yakan unsurlardan sakınır, okur için zorlayıcı bir tarafı yoktur, belki bu yüzden bir kısmımız bilimkurguyu daha çok severiz.
Peki Daidalos ve İkaros ne yaptı da onları bilimkurguda ilk örneklerden biri olarak ele alma cüretini gösterebiliyorum? Daidalos Yunan mitolojisinde heykeltıraş, mimar, türlü mekanik araçlar yapan sanatçı kişiliğiyle öne çıkan bir karakterdir (Mite göre ilk labirenti yapan kişi de odur). Fazla ayrıntıya girmeden bize lazım olan kısma geçmek yazımız için yer ve zaman kazandıracaktır. Kendisi, tasvip edilmeyen eylemleri yüzünden, Girit kralı Minos tarafından cezalandırılır ve labirent şeklindeki bir kalede oğlu İkaros’la hapsedilir. Kaleden kaçmanın yollarını arayan Daidalos çareyi kanat üretmekte bulur. Burada dikkat çeken kısım, bu mitolojik karakterin kanat üretimi sırasında hiçbir Olympos tanrısından veya tanrısal kişilikten yardım almadan, bunu kendi çabasıyla yapmasıdır. Deneysel anlamda izlediği yol mitin ayrıntılarında yer almasa da çeşitli hesap-kitap işlerine giriştiğini düşünebiliriz. Yunan mitolojisinde insan veya yarı tanrıların her adımlarının Olympos’takiler tarafından kontrol edildiğini düşünürsek, Daidalos’un başardığı büyük bir iştir.
Ters bir örnekle, bir amaç için tanrılardan yardım dilenen, pek gözde mitoloji kahramanlarının birinden bahsetmek mümkün. Homeros’un deyimiyle, erlerin en korkuncu Akhilleus, Troya prensi Hektor tarafından öldürülen Patroklos’un intikamını almaya yemin eder. İntikam için bazı gereksinimlere ihtiyacı vardır, annesi Thetis’ten kendisine ölümsüz silahlar vermesini ister. Thetis bir tanrıçadır ve genç yaşta ölümünü gördüğü oğluna kederlenir, onun hiç değilse zamanın sonuna dek ününün devam etmesini istediği için demir-ateş tanrısı diyebileceğimiz topal Hephaistos’a gider. Hephaistos, Akhilleus’a eşi benzeri görülmemiş silahlar, zırh ve kalkan yapar. Homeros, İlyada’nın on sekizinci bölümünde, topal tanrının kalkana işlediği figürlere uzun uzun, göz alıcı betimlemelerle değinir (hatta aynı bölümde Daidalos’tan da söz eder).
Tanrı kalkana büyük Okeanos’un güçlü akışını kodu,
sapasağlam kalkanı çember gibi sarıyordu.
Bitince bu kocaman, güçlü kalkan,
bir zırh yaptı ateşin ışıltısından daha parlak,
sonra sağlam bir tolga yaptı, şakaklarına tıpatıp uyacak,
güzel işlenmiş bir tolgaydı bu,
tepesine altından bir sorguç kodu,
bir de dizlikler yaptı esnek kalaydan.
Bitirince bütün bu silahları ünlü topal,
aldı götürdü Thetis’in önüne bıraktı.
Akhilleus’un anası bir çaylak gibi atıldı karlı Olympos’tan,
ışıldayan parlak silahları ulaştırdı oğluna.
(Homeros, İlyada, Bölüm 18, Çev. Azra Erhat – A.Kadir)
Sonuçta Akhilleus Hephaistos’un tanrısal ellerinden çıkan kargı, zırh ve kalkanla Hektor’u öldürür. Görüldüğü üzere, tanrılar bu intikam eyleminde baştan sona işin içindedir. Baba-oğulun öyküsünde de az sonra değineceğimiz acı bir ölüm vardır. Daidalos, kral soyundan gelse de, tanrılarla kan bağı ve dostluğu bulunmayan sıradan bir insandır. Akhilleus gibi şanslı doğmamıştır. Mistiğin dışına çıkan, kendi somut bulgularıyla insanı bir adım öne taşıyan, yani uçmak için kanat üretmeyi akıl eden muhtemelen ilk kişidir. Buna rağmen, İlyada ve Odysseia tanrılar ve kahramanların öyküsü olduğundan, bu destanlarda sıradan insanlar göz ardı edildiğinden, Daidalos ikisinde de kendine yer bulamaz. Yine de ulaştığı başarı sayesinde, uçan ilk insan sıfatıyla edebiyat ve resim sahnelerinde çağlar boyunca işlenen bir tema olmuştur.
Gelelim baba-oğula ait mitte temayı tamamlayan ve ona anlam yükleyen ölüme. Daidalos oğlu İkaros’a -yine bilimsel bir bakış açısıyla- ne fazla yükselip güneşin kızgın ışınlarına maruz kalmamasını ne de fazla alçalıp kanatları deniz suyuyla ıslatıp ağırlığını artırmamasını tembih eder. Kullanma talimatlarını dikkate almazsanız ürün sizi öldürebilir. İkaros’un başına gelen de buydu. Kazandığı özgürlükten dolayı esrik bir halde gökyüzünde yükselmeye devam eder, ta ki güneş ışınları kanatları tutan bal mumunu eritene kadar. Kanatlar çözülür, İkaros tanrıların kayıtsızlığı içinde suya çakılır ve -Homeros’un deyimiyle- gözlerini sonsuza değin karanlık kaplar.
Böylece, yaklaşık üç bin yıl –belki daha önce- ortaya çıkan bir mitte bilimkurgu izleri yakaladık. O çağlarda insanı havalandıracak kanat yapmak tabii ki bir bilimkurgu öğesi sayılmalıdır. Daidalos’un başarısı saygıdeğerdir. Bana kalırsa, en az sırtını tanrılara dayayan Akhilleus kadar önemli bir karakterdir. Daidalos ve İkaros’a dair olup bitenlerin, binlerce yıl sonra gelen farklı bir yorumlamayla, yazılı sanat türlerinden birinin ilk örneklerinden sayılabileceğini, bu miti ortaya atan kişi tahmin edemezdi tabii. Bu bir kurguydu. Şu anki bakış açımıza göre, binlerce yıl öncesine ait, bilimsel bir metodun denendiği ilk kurgulardan biri.
Homeros ve Vergilius’un Sonsuz Saygınlığı
Homeros Troya Savaşı’nı anlatarak ölümsüzleşti, Tolstoy Napolyon’un Rusya’yı işgalini romanlaştırarak. Robert Musil, Türkçeye Ahmet Cemal tarafından kazandırılan önemli eseri Niteliksiz Adam’da, Goethe’nin bile Homeros’un yanında tıknefes kaldığını söyler. Latincenin güneşi Vergilius, Dante’nin İlahi Komedya’sının en önemli karakteri, Dante’nin kılavuzudur. Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğunun dini yapan Konstantin için Vergilius’un Aeneas’ı kutsal kitap mertebesindedir. Bu iki sanatçı (Vergilius’un gerçekten yaşamış biri olduğunu bilsek de Homeros konusunda tartışmalar devam ediyor) hem milletlere ait, toplumun ona sarılabileceği, onda doğuşlarını tanımlayabilecekleri bir kök yarattılar, hem de insanın geriye, en başa dönüp kendini bulması konusunda eşsiz bir kaynak oldular.
İlyada hayatı bir savaşın getirdiği her türlü dram halinde ortaya sererken, Odysseia yaşamı macera, acı, çile dolu bir yolculuk şeklinde tasvir eder, Aeneas da bu zincirde Odysseia’nın yanındadır. Başka bir pencereden bakarsak eğer, İlyada barbarlığa karşı uygarlığın savaşının, Odysseia her şey bittikten sonra eve dönüş dürtüsünün, Aeneas ise yenilgiden doğan bir imparatorluğun dünyaya hükmetmesinin öyküsüdür. Binlerce yıl sonra bile aynı coşkuyla tekrar tekrar okunmalarının ve kutsal kitaplarla birlikte, sahip olduğumuz tüm edebiyat âleminin temelini oluşturmaları bu yüzdendir. Bütün arketipler bir araya getirildiğinde, Homeros ve Vergilius’a has başka bir boyuta erişilir.
Vergilius’u özellikle Dante sayesinde bir kâhin ve büyücü olarak görmek mümkündür. Gerçekten de Aeneas bir kehanetler kitabı şeklinde adlandırılır. Troya savaşından sağ kurtulan Aeneas’ın, annesi Aphrodite’ten gelen kehanetle denize açılıp Roma’nın tohumlarını atmasının macerasıdır, ikinci bir Odysseia’dır. Dr. Jekyll ve Mr. Hyde isimli kısa romanlıyla çağdaş bilimkurgunun ilk örneklerinden birine imza atan Robert L. Stevenson, Vergilius’un ölümsüz eserini kehanet, mistik ve fantastik bir etkiyle açıklamak yerine, farklı bir yol tercih etti (Ne de olsa bilimkurgunun önünü açan isimlerden biriydi). Stevenson’a göre Vergilius’un büyüklüğü, ondaki ışık somut bir yorumlamaya, ileriyi görme yeteneğine dayanıyordu. Latin şairin dizelerindeki güç, her okura, kişiden kişiye farklı anlamlarla seslenebilmesindeydi. Esas mesele, binlerce yıl sonra bile olsa, sayfaları açan bir insanın dizelerde kendi kaderini bulmasıydı. Vergilius (aynı şekilde Homeros da) insanın çağlar süren ve kolektif ilerleyen kültürel, dürtüsel ve bilinçdışı aktarımını dizelere üstün bir yetenekle gizlemiş, belki de Jung’un arketiplerinin yolunu açmıştı.
Bir yürek var, şurada, yaşamı küçümseyen, sevdiğin,
Övündüğün, güvendiğin, yücelttiğin yaşamı yeren.
(Vergilius, Aeneas, Dokuzuncu Kitap, Çev. İsmet Zeki Eyuboğlu)
Bilimkurgu Neden Modern Mitolojidir?
Bilimkurgu için modern mitoloji ifadesini kullanmamın nedeni, hem Daidalos’la İkaros’un hikâyesinde saklı hem de insanın zamanın başından sonuna kadar bir arayış içinde olmasında. Bilimkurgu neden modern mitolojidir? Mitler gözlem yeteneği ve bilgisi kısıtlı insana dairdir. Kavranamayan, akılla izah edilemeyen, bilincin dışına çıkan fenomenleri anlamlandırmaya yönelik yaratılan dünyalardır. Doğa olaylarını yorumlamanın dışında, çok tanrılı bir inanç katmanı da oluşturur. Yunan mitolojisine ait pantheondaki favorim Apollon tüm sanatsal faaliyetleri şekillendiriyor, Homeros’un ifadesiyle ordulara veba salabiliyor, güneşe hükmediyor ve insanlar ondan kehanet dilenebiliyordu. Adlarına devasa tapınaklar inşa edilen bu tanrılar hayatın her alanında insanlarla birlikteydi. Tüm soruların cevapları onlardaydı.
Sokrates bile, kendisine atfedilen bilge kişi özelliğine sahip olup olmadığını teyit ettirmek amacıyla, Delphi rahibinden ricada bulunuyor, Homeros’un deyimiyle gümüş yaylı Apollon’dan bir cevap umuyordu. Aklın yetmediği, tıkandığı yerde işin içine öyle olması istenen yorumlamalar giriyor, bu yorumlamalar ise tanrılar üzerinden yapılıyordu. Gözlem, analiz ve sentezin ötesinde, sezgi ve hayal gücü esas kahramandı. Bunun yanında, birtakım olguların toplumsal hafızaya işlemesi için kurgunun da devreye girmesi kaçınılmazdır. Bu durum, bilgi her bir zerreye hükmetse de, yaşadığımız bu çağda bile hâlâ geçerli değil midir?
Mitlerin sınırlarını genişleten bir yazın türü olarak bilimkurgu, şimdi karşımda, geçmişi de peşinden sürüklemiş bir heybetle beliriyor. İnsanoğlu bilimle birçok doğa yasasını keşfetti, şimşekleri Zeus’tan, suları Poseidon’dan, Güneş’i Apollon’dan, bilgiyi Athena’dan, savaşları Ares’ten kurtardı. Maddeyi, çevreyi, dünyayı, gezegenleri ve görebildiğimiz evreni tanıma yolunda mesafe kat etti. Somut bir gerçek olarak bilim, insanoğlunun varoluşundan çok çok sonra elde ettiği bir kazanımdır. Şu anda ise kafamız bilimsel-teknolojik bilgiler ve imgeler tarafından öylesine dolmuş durumda ki, bilim öncesinde atalarımızın nasıl düşündüğünü anlamak, bizim için yeterince güç bir iş.
Bilim şüpheleri ortadan kaldırmak için ele aldığı konulara şüpheyle yaklaşmaya devam ettiği için kendini tekrar etmez ve sürekli ileri yol alır. Bilimsel birikim, bildiklerimizden yola çıkarak bilmediğimiz ama orada olduklarını varsaydığımız şeyleri keşfetme, anlamlandırma çalışmasına devam ediyor. Bilimkurgu türü, bir bakıma mitler gibi, genellikle bilimin bize verdiklerinin ötesindeki yorumlara dayanır. Bu yapısal özelliği, sözü geçen yorumlamalar keşfedilene kadar, onun modern mitoloji sıfatıyla adlandırılmaya devam edecek olmasının nedenidir.
Dünyayı, evreni görmek ve keşfedilen bilgiler, olgular ışığında bir değerlendirmede bulunmak bilimin misyonudur. Bilimkurgu ise sınırları aşar ve işi çıkarımlar yapmaya kadar götürür. Elimizdeki veriler, sahip olduğumuz teknolojiye rağmen bile cevabını bulamadığımız sorular etrafında yeni dünyalar hatta evrenler kurar. Yaşadığımız gezegen dışında şu ana kadar hiçbir yerde hayat belirtisi bulamadığımız halde yabancı-uzak uygarlıklar yaratır, insan ve bilinen canlı türlerinin dışına çıkar, paralel evrenler kurgular. Makinelere bilinç verir, onların evrenin hâkimi olacağı olasılığına ciddi ciddi kafa yorar. İşte bunların hepsi modern mitolojimizin katmanlarıdır. Bu katmanlar derin olmasa da yüzeyde oldukça geniş bir alana sahiptir. Her haliyle, Homeros ve Hesiodos’un yarattıklarına benzer bir dünya kurmaya devam ederiz.
Antik Metinlerden Şimdiye Geleceği Okumak
Bilimkurgu şimdide geleceği görmektir, der Asimov, tür için etkili bir tanımlamadır bu. Bilimkurgu, edebiyata dair paralel bir tarih-evren yaratmak işinde önemli bir yere sahiptir. Hayal gücü yeteneğimizi edindiğimizden beri, zorunlu yorumlamaların dışına taşıp işi bir noktadan sonra eğlenceye döktük. Her türlü mücadele, kavga, zafer, dram ve her türlü yolculuk için insanlığı hazırlayan İlyada ve Odysseia bir bakıma zengin insanlara okunmak için yaratıldı. Vergilius Aeneas’ı Augustus’un hükümdarlığına meşru ve ilahi bir anlam katmak için kaleme aldı. İki sanatçı da farklı çağların okurlarına seslenen kişiler olarak zamanın ve ebediliğin dizginlerini ellerine aldılar. Bir süre sonra, tanrıların yayılma politikalarının tamamlanmasıyla birlikte, geriye kalan boşlukların doldurulması için çeşitli öyküler filizlendi. Antik metinler şimdi olmasa da, en azından, kendi zamanından binlerce yıl sonra, Rönesans döneminde birtakım sanat akımlarının doğuşuna öncülük etti. Bunun meyvelerini ise gerek sanatta gerek bilimde asırlardır yiyoruz.
Binlerce yıl öncesinden bugüne her okur-yazar, metinlere ve hikâyelere kimi anlamlar yakıştırdı. Arthur C. Clarke’ın önemli eserlerinden birinin Odysseia adını taşıması ve bu adı macera dolu bir yolculukla eş anlamlı tutması, Robert L. Stevenson’un bir öyküsünde Vergilius’tan kehanet dilemesi, benim için edebi anlamda estetik yönü en gelişmiş bilimkurgu yazarı olan Ray Bradbury’nin Troya ve Homeros’u şiirlerine taşıması, Kazancakis’in Odysseia’nın devam kitabını yazması birer ipucudur. Nice yazarın benzer şekilde Homeros ve Vergilius’a atıf yapmaları, İlyada-Odysseia-Aeneas gibi temel eserlerin, okur-yazarların istek ve becerileri doğrultusunda genişletilmesiyle ilgilidir. Bu eserler geleceği yorumlamak için demek ki hâlâ bize yol gösterme niteliğine sahipler ve bir yolunu bulup büyük yazarların edebiyatlarına sızmayı sürdürüyorlar. Homeros bir nirengi noktası olduğu için bu sızma devam ediyor. Homeros Çağı’nda, Homeros Çağı’ndan beri ifadesini çoğu büyük eserde görmek mümkün (En son Kim Stanley Robinson’un Kızıl Mars’ını karıştırırken bu ifadeye tekrar denk geldim).
Homeros dönemiyle şimdiki zaman arasında mit yaratma dürtüsü ortaktır. Bu dürtünün anlamı, her iki dönemin bilinmeyeni anlamlandırma ihtiyacıdır. Neyi nasıl anlamlandırdığımız ise yaşadığımız döneme göre değişir ve ortaklık bu noktadan itibaren sona erer. Bilimsel gelişmeler geçmişe dönüp neyin nasıl meydana geldiğini anlamamızı sağladı, geçmişi-şimdiyi-geleceği kendi kurgusal dünyasıyla açıklayan mitolojiler bunun sonucunda sadece birer eğlence olarak kaldı.
Bilimkurgu ise kendi mitsel geleceğimizi yaratmamız konusunda bize imkân sağladı. Bilim ve teknoloji geliştikçe, her şeyden önce, insan olmanın anlamı da sürekli güncelleniyor.
Yazan: Serdar Yıldız