Bilimkurgu yapımları, hayal gücüyle soslanmış çeşit çeşit teknolojiye kaynaklık eder. Bunlardan bazısı uçuk kaçık, bazısı ise yakın gelecekte hayata geçirilebilecek oranda aklı yatkın ve makuldür. Potansiyelleri ve vaat ettikleriyle uygarlığımızı değişip dönüştürebilecek kudrettedirler. Bu bilimkurgusal teknolojiler sayesinde gezegeninize mahkûm olmaktan kurtulabilir, ölümsüzlüğün kapılarını aralayabilir, evrenin sırlarına vakıf olabilirsiniz. O nedenledir ki bilimkurgunun koyduğu teknolojik hedefler doğrultusunda çabalıyor; onları hayata geçirip geçiremeyeceğimize kafa patlatıyoruz.
Bu yazıda, icat edildiği takdirde hayatımızı değiştirebilecek 10 bilimkurgusal teknolojiyi derledik. Hepsini değil, sadece birini bile icat etmeyi başarırsak bizler için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. İşte uygarlığımızı yeni ufuklara taşıyacak o teknolojiler…
Işıktan Hızlı Seyahat
Adına evren dediğimiz uçsuz bucaksız bir okyanusta debeleniyoruz. Bu heybetli ve kaotik ortam içinde hayatta kalmak da zor, engin mesafeleri aşmak da. Burnumuzun dibindeki gezegenlere bile henüz ayak basamadığımız düşünülürse durumun vahameti daha net anlaşılacaktır. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, bir de doğa tarafından ışık hızıyla sınırlandırılmış durumdayız. (Doğa bizimle eğlenir) Evet, ışık bildiğimiz en hızlı şey, ama onun hızına ulaşmak bile bir çözüm değil. Çünkü evren çok büyük. Peki ne yapacağız? Pes mi edeceğiz? Tabii ki hayır! Arka kapıları zorlayacağız. Bir nevi doğanın bug’ını bulacağız. Tıpkı bilimkurgu yazarlarının onlarca yıldır yaptığı gibi.
Star Trek’in büküm sürüşü, Stargate’in yıldız geçidi, Battlestar Galactica’nın sıçrama motoru, Babylon 5’ın atlama kapısı, Farscape’in yıldız patlaması var. Hepsi de çok güzel teknolojiler. Güzel oldukları kadar da pratik. Büküm sürüşü gibi umut vaat edenleri olsa da, pek çoğunu hayata geçirmek mümkün değil. Ya mümkün olsaydı? İşte o zaman her şey bambaşka bir seyre bürünürdü. Uzak yıldız sistemlerine, hatta belki başka gökadalara ulaşabilir, oraları kendimize mesken edinebilirdik. Eğer orada bir yerdelerse, dünya dışı zeki yaşam formlarıyla karşılaşma olasılığımız artar, bu temas uygarlığımızı hayal dahi edemeyeceğimiz şekillerde etkileyip dönüştürebilirdi. Kendi kozmik mahallemizin dışına taşmak, öteleri keşfetmek istiyorsak yıldız gemilerine ihtiyacımız var. Aksi takdirde üssel olarak yayılmacı bir kolonileşme politikasını şimdiden hayata geçirsek fena olmaz. E ne demişler? Akılsız başın cezasını ayaklar çeker. Tabana kuvvet.
Bilinç Transferi
Farklı bedenlerde, ama yine kendiniz olarak yaşamak ister miydiniz? İlla başka bir insan bedenine hapsolmanıza da gerek yok üstelik. Bilinciniz bir robota, hatta tümüyle dijital bir ortama da aktarılabilir. Bilincinizin her saniye güvenilir server’larda yedeklendiğini düşünün. Bir nevi bedenin zincirlerinden kurtulup ölümsüzlüğe yelken açmak gibi. Peki gerçekten de böyle bir teknolojiye sahip olabilir miyiz? Teorik olarak, evet. Amma velakin bunu nasıl hayata geçireceğimizi henüz bilmiyoruz. Ayrıca bilinç aktarım teknolojisine salt ölümsüzlüğün anahtarı gözüyle bakmak da yanlış. Bu sayede uzayın haşmetli büyüklüğüne kafa tutma şansımız da doğardı.
Malum, bilinç için insan bedeni çok da iyi bir kabuk değil. Akarı var, kokarı var. Ağrıyor, sızlıyor, yoruluyor, kırılıyor, yaşlanıp pörsüyor. En önemlisi de Dünya şartlarına göre evrilmiş. Eğer bir gün uzaya yayılmak istiyorsak bu dezavantajımızı aşmanın bir yolunu bulmak zorundayız. İşte tam bu noktada bilinç aktarım teknolojisi devreye girebilir. Öyle ya, bilinçlerimizi her koşula dayanaklı robotik bedenlere de aktarabiliriz. Oksijenmiş, suymuş, yemekmiş, hastalıkmış, yorgunlukmuş demeden hayatlarımızı sürdürebilir, yerleşebileceğimiz gezegen skalasını bir hayli genişletebilirdik. Kolun mu koptu? Yenisiyle değiştir. Paslandın mı? Bir WD-40’a bakar… Enerji olduğu sürece durmak yok, yola devam!
Ölümsüzlük
Hazır bilinç aktarım teknolojisine ve açacağı yeni ufuklara değinmişken ölümsüzlüğü pas geçmek olmazdı tabii. Bilinç aktarım teknolojisine dayalı bir ölümsüzlüğü düşlemek güzel, fakat bu tek yöntem değil. Zira ölümsüzlüğe tıbbi teknolojilerle de ulaşmak mümkün. Eğer vücudumuzun tüm sırlarına vakıf olabilirsek yaşlanmayı durdurabilir, hatta bir yerden sonra filmi geri bile sarabiliriz. Herkesin 40 yaşına kadar yaşlandığı ve sonrasında da 20 yaşına doğru geri gittiği bir yaşam çevrimi hayal edin. Gerçi sosyal ilişkiler biraz kafa karıştırıcı hâle gelebilirdi, ama o kadar da olsun artık.
Belki de ölümsüzlüğün sırrı nanoteknolojide yatıyordur. Mikroskobik makinelerce her saniye kontrol altında tutulan bedenlerimizin bizi yarı yolda bırakmasına fırsat vermeyebilirdik. Minik robotlar sağ olsun en ağır yaralanmalarda bile hızlıca iyileşebilir, “bugün kaç kere kolum koptu yahu!” şeklinde ufak bir serzenişin ardından hayatımıza geri dönebilirdik. Evet, yarı makine, yarı organik varlıklara dönüştüğümüz tuhaf bir gelecek portresi. Ya da en basitinden klon tarlaları inşa edebiliriz. Saksıda çiçek büyütür gibi klonlarımızı büyütür, onları birer yedek parça deposu olarak kullanabiliriz. Doğru, biraz fazla gotik bir gelecek tahayyülü ama insan düşünmeden edemiyor işte.
Işınlanma
“Işınla bizi Scotty!” diyeceğimiz günler gelir mi bilinmez ama, eğer gelirse bambaşka bir hayata yelken açacağımız kesin. G.O.R.A.’daki Garavel Usta’nın da dediği gibi, “Şak orada, tak burada,” olabileceğiz. Bilimkurgu yapımlarında görüp imrendiğimiz hızlı ulaşıma kavuşmuş olmak bir yana, bunun kolonileşmemize de büyük katkıları dokunacak. Gezegenler arası ulaşım ve sevkiyat hiç olmadığı kadar kolaylaşacak. Uzay gemilerinin o soğuk ve metalik güvertelerine istiflenmeden hızlıca seyahat edebilmenin tadına varacağız. Üstelik kuantum dolanıklığına dayalı bir ışınlanma teknolojisi sayesinde yıldızlararası, hatta galaksiler arası anlık yolculuklar bile yapabiliriz.
Hevesinizi kursakta bırakmak gibi olmasın ama, ışınlanmanın temelde kopyalanmayla özdeş olduğunu söyleyenler de var. Yani ışınlandığınız anda aslında ölüyorsunuz. Karşı tarafta cisimleşen şeyse sizin bir kopyanızdan ibaret. Tebrikler öldünüz. Ama kafanıza takmayın. Yalnız olmayacaksınız. Çünkü ışınlanma, tarihin en rağbet gören ölüm makinesi olmaya şimdiden aday. Eh, neticede trafik sorun olmaktan, mesafeler göz korkutmaktan çıkacak değil mi? Bunun albenisine kim karşı koyabilir? Gerçi ışınlanma sisteminde de birtakım yoğunluklar yaşanabilir. Siz yine de fazla şey etmeyin.
Zaman Makinesi
Uçuk kaçık teknoloji listelerinin olmazsa olmazlarından biri de hiç şüphesiz zaman makinesi. Aynı zamanda bilimkurgunun da en cafcaflı teknolojik cihazlarından biri. H.G. Wells’in zaman makinesinden bu yana popüler kültürün ayrılmaz bir ikonuna dönüşmüş durumda. Nasıl dönüşmesin ki? Vaat ettiklerinin haddi hesabı yok. Kim zamanın anaforlarında gezip dolaşmak, geçmişte kaçırdığı fırsatları telafi etmek istemez? Düşünü kurmak güzel olsa da, iş zaman yolculuğuna geldiğinde doğa yasaları bir hayli ketum. Ama bu hayal kurmamızın önünde bir engel değil tabii.
Zaman makinesinin icat edildiği bir gelecekte hayatlarımız da baştan aşağı değişecektir. Ancak tüm insanlık tarihinin sakar bir zaman gezgini tarafından değiştirilmesini de istemeyiz. Dolayısıyla Asimov’un Sonsuzluğun Sonu romanında olduğu gibi zaman yolculuğunun sıkı prosedürlere tabi tutulmasında yarar var. Peki bu teknolojiyle neler yapılabilirdi? Pek çok şey. Örneğin çağlar arası ithalat ihracat gerçekleştirebilir, dinozor safarilerine çıkabilirdik. Hatta canlılığın oluşumu ve evrimi konusunda yerinde gözlemlerle muammalı hadiselere ışık bile tutabilirdik. Arkeoloji, sosyoloji, paleontoloji gibi bilim dallarının yaşayacağı şoku bir düşünsenize!
Kopyalayıcı
“Tea, earl grey, hot!” Kaptan Jean-Luc Picard’ın bu meşhur repliğini unutmak ne mümkün! İhtiyaç duyduğunuz pek çok şeyin, iki dudağınızın arasından çıkacak ufacık bir sözle karşınızda belirlemesi ütopya değil de nedir? Zaten Star Trek evreninde gördüğümüz ütopik geleceğin temel taşlarından biri de bu teknolojiydi. Bu sayede fakirlik sona erdirilmiş, gelir dağılımındaki uçurum ortadan kaldırılmış ve kapitalizmin canına okunmuştu. Tabii sistemin prangalarından kurtulan insanlık, gözünü uzaya ve geleceğe çevirme şansı bulmuştu. Kulağa fantastik ya da doğaüstü bir şeymiş gibi gelebilir, ancak işin iç yüzü pek de öyle değil.
Kopyalayıcı teknolojisinin ardında yatan fizik, Einstein‘in ünlü E=mc2 denklemine dayanıyor. Denklem maddenin aslında enerjinin başka bir formu olduğunu, kütle ve enerjinin birbirine dönüştürülebileceğini söyler. Hâl böyleyken kopyalayıcı teknolojisi en azından şu sebeple akla yatkındır: Herhangi bir madde formu saf enerjiye dönüşebilir veya saf enerjiden madde oluşabilir…Nasıl, o kadar da doğaüstü değilmiş değil mi? Çağımızda yavaş yavaş günlük hayatımıza girmeye başlayan 3D yazıcı teknolojisini, bunun ilkel bir ilk adımı olarak düşünebiliriz. Ütopik yarınların umuduyla dileyim….
Evrensel Tercüman
İletişim tarih boyunca önemli bir kavram oldu. Hatta bilincimizin ve farkındalığımızın oluşumunda dilin hayati bir rol üstlendiğini savunan dilbilim teorileri bile var. İletişimin önemi o kadar büyük ki, yeri geldiğinde bir sözcükle dahi savaşlar önlenebilir, yanlış anlamalar giderilebilir, tarih yeni baştan yazılabilir. Diplomasi dediğimiz şeyi boşuna var etmedik sonuçta. Bugün dünya üzerinde 5000’e yakın farklı dil konuşulduğu tahmin ediliyor. Hâliyle bir insanın tüm bu dilleri öğrenmesi mümkün değil. O yüzden dil engelini aşmak adına asırlardır tercümanlara bel bağlamış durumdayız.
Ancak teknoloji bu alana da el atmaya çoktan başladı bile. Algoritmalara dayalı birçok çeviri programı var ve bunlar gelişmeye devam ediyor. İleride giyilebilir ya da kulağa takılabilir çeviri cihazları kullanabileceğimizi ve binlerce farklı dilde karmaşık sohbetlere katılabileceğimizi öngörmek zor değil. Tabii iş dünya dışı zeki canlılarla iletişime geldiğinde duvara toslayabiliriz. Bize dünyada kullandığımız çeviri programlarından çok daha fazlası gerekecek. Tıpkı Star Trek’teki Evrensel Tercüman, Otostopçunun Galaksi Rehberi’ndeki Babil Balığı, Farscape’teki Çevirmen Mikroplar gibi…
Yapay Zekâ
Yapay zekâ çalışmaları günümüzde tüm hızıyla sürüyor. Çok değil, yakın bir gelecekte hayatlarımızı zaten değiştirecek. Ancak biz daha da ötesini hayal edelim. Aşkın yapay zekânın vücut bulduğu bir geleceği örneğin. Bir düşünün. Her gün bilimsel bir keşif, teknolojik bir buluş yapılabilir, en tumturaklı muammalar çözüme kavuşturulabilir, evreni anlama noktasında daha önce hiç almadığımız kadar yol alabilirdik. Arkamıza yaslanır ve ultra zeki yapay zekânın evrenin sırlarını çözüşünü seyredebilirdik. Bu sınırsız zekâ ile desteklenmiş uygarlığımızın geçireceği dönüşümü ve ulaşacağı ilerlemeyi hayal etmek bile çok güç.
Kendimize son modelinden bir yapay zekâ partneri satın alabilir, hayatımızı onun önerileri doğrultusunda idame ettirebilirdik. Günlük hayatımızı planlar, borsadaki paramızı bile yönetebilirdi. Olayı sadece kişisel bazda da düşünmeyelim. Mesela evrenin dört bir yanına yapay zekâlı robotlar gönderebilir, bizim için araştırmalar yapmalarını ve koloni için uygun gezegenler bulmalarını sağlayabilirdik. Hatta bizim için dilediğimiz gezegenleri dünyalaştırabilirlerdi. İşlem sonrası insan yaşamına uygun hâle getirilmiş gezegenlere yerleşebilir, bir nevi hazıra konabilirdik. Tabii günün birinde bizi yok etmeye karar vermeyeceklerini umuyoruz. Yetiş ya Asimov, yetiş ya Üç Robot Yasası!
Telepati ve Telekinezi
Düşünce yoluyla anlaşabilmeyi ve cisimlere hükmedebilmeyi kim istemez? Kulağa fantastik gibi gelse de, ufak teknolojik yardımlarla bunlar hayata geçirilebilir. Günümüzde düşünce yoluyla yazı yazabilmeye ya da biyonik organları hareket ettirebilmeye yönelik çalışmalar son hızıyla devam ediyor. Gelecekte vücuda entegre edilecek nanoteknoloji destekli bir cihaz ile hayallerimiz gerçek olabilir. Beyin sinyallerimizi işleyip yorumlayabilen bu cihaz sayesinde, çevredeki nanoteknoloji destekli cisimlere kolaylıkla hükmedebiliriz. Bu cisimleri hareket ettirebilir, açılıp kapanmalarını sağlayabiliriz.
Yine bir cihaz sayesinde karşılıklı beyin dalgalarının yakalanıp işlenmesi de mümkün kılınabilir. Kim bilir belki internet dediğimiz şey, küçücük bir çip yardımıyla tamamen beyinler arası bir ağa dönüşecek. Sadece düşünerek arkadaş listemizdeki kişilerle sohbet edebilecek, sosyal ağımıza fotoğraf yükleyebilecek, bir filme ya da romana yorum bırakabilecek, hatta dün gördüğümüz hayali başkalarıyla paylaşabileceğiz. Görüldüğü gibi, sadece düşünerek roman yazabileceğimiz günler o kadar da uzakta değil.
Enerji Teknolojisi
Gelişmiş bir uygarlık için enerji olmazsa olmaz koşullardan biridir. Hatta Kardashev Cetveli’ne göre, bir uygarlığın enerji kaynaklarına hâkimiyeti onun gelişmişlik seviyesini belirler. Çünkü bir uygarlık ne kadar gelişirse enerji ihtiyacı da o oranda artar. Yaşanabilir çevredeki tüm enerjiye hâkim olmak yeterli değildir. Teorik olarak yıldızınızın, gökadanızın, hatta içinde yaşadığınız evrenin tüm potansiyel enerjisini kullanabilirsiniz. Eğer varsa, başka evrenlerin enerjisine göz dikmeniz bile olası. Gelişen, çoğalan bir uygarlık için enerji yaşamsaldır. Uygarlıkça varlığınızı sürdürebilmenizin, yeni alanlara dağılabilmenizin anahtarı burada yatar.
Kardashev Cetveli’ne göre insanlık olarak ”Tip 0” düzeyindeyiz. Yani “Tip 1”’e zıplamak için gerekli olan “yaşanabilir ortamdaki tüm enerjiyi kullanabilme” şartını bile henüz yerine getiremedik. Üstelik “Tip 1” uygarlık seviyesine ulaşıp ulaşamayacağımız da meçhul. Öyle ya, kendimizi yok edebilir, gezegenimizi yaşanmaz hâle getirebiliriz. Kuşkusuz enerji yaşamsal bir ihtiyaç, ama aynı zamanda tehlikeli de bir silah. Yanlış ve kontrolsüz kullanımı bir uygarlığı evrenden silebilir. “Gelişeyim,” derken cartı çekme olasılığını akıldan çıkarmamak gerekiyor.