kargo kultu

Gelişmiş Teknolojiyle Karşılaşmanın Yarattığı Şok: Kargo Kültü

1939’dan 1945’e kadar süren II. Dünya Savaşı, insanlık üzerinde onulmaz yaralar açmış ve dünya tarihinin en büyük savaşı olarak kayıtlara geçmiştir. 100 milyondan fazla askerin cepheye sürülmesi bir yana, katılımcı devletlerin tüm ekonomik, endüstriyel ve bilimsel güçlerini bu savaş için seferber ettikleri ortadadır. Nükleer silahların kullanıldığı tek savaş olan ve Holokost gibi kitlesel sivil ölümlerin gerçekleştirildiği II. Dünya Savaşı için uygarlığımızın en kanlı ve en utanç verici olayı demek bile mümkün. Resmi verilere göre, bu savaşta hayatını kaybeden insan sayısı 50 milyondan fazladır. Bu büyük savaşın etkileri neredeyse tüm insanlık tarafından hissedilmiştir. Böylesi geniş çaplı bir savaştan belki ilkel kabilelerin etkilenmeyeceği düşünülebilir; fakat ne ilginçtir ki hayatları en fazla değişen halkların başında bazı ilkel kabileler gelmektedir. Zira savaş sırasında pek çok ilkel kabile, Kargo Kültü adı verilen oldukça ilginç bir kültürel şokun etkisi altına girmiştir.

Sosyal antropolojide, batı kültürüyle temastan sonra ortaya çıkan dini hareketlere ve batı tek­nolojisini büyü yardımıyla elde etme çabalarına kargo kültü adı verilir. Kargo kültünün ilk örneklerine, Avustralya’nın kuzeyinde ve Endonezya’nın doğusundaki okyanus adalarında rastlanmıştır. Yeni Gine, Bismarck ve Louisiade takımadaları, Salomon, Santa Cruz, Fiji adaları, Yeni Kaledonya ve ona bağlı adalar ile Vanuatu adalarından meydana gelen ve adına kısaca Malenezya denen bu bölge, halen sosyolog ve antropologların ilgisini çekmeye devam ediyor. Peki ama çağdaş uygarlıktan izole adalarda yaşayan bu yerli kabileler, nasıl oldu da kargo kültünün etkisi altına girdi? Sorunun cevabı II. Dünya Savaşı’nda gizli…

Bambudan yapılmış bir uçak.

“Yeterince gelişmiş bir teknoloji, sihirden ayırt edilemez.” – Arthur C. Clarke

Japonya’nın 1941 yılında gerçekleştirdiği Pearl Harbor Saldırısı, Amerika Birleşik Devletleri’ni harekete geçirmekte gecikmez. ABD’nin, Güneydoğu Asya ve Güneybatı Pasifik’i işgal etmesiyle birlikte savaş Hint Okyanusunun uzaklarına kadar taşınır. Hal böyle olunca, daha önce Batı dünyasından kimsenin uğramadığı ve üzerinde sadece ilkel kabilelerin yaşadığı birtakım adalar ansızın stratejik önem kazanır. Adalarda kurulan askeri üslerin sayısı artarken yerli halkın bu tuhaf yabancılarla teması da gitgide sıklaşmaya başlar. Yerli halk inşaat malzemesi, kargo kolileri, su ve yiyecek taşıma işlerinde askerlere yardım ederken, askerler de bu yardımın karşılığında onlara yiyecek ve giyecek verir. Adalılar, etraflarında neler olup bittiğinin elbette farkında değillerdir, ancak daha önce hiç görmedikleri türlü türlü nesne karşısında adeta büyülenirler. Yemekler, giysiler, silahlar, uçaklar, gemiler… İlkel adalılar için tüm bunlar, mucizenin ta kendisidir…

Derken II. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte askerler kendi yurtlarına döner. Adalılar, tıpkı eskiden olduğu gibi yine kendi başlarına kalır. Adadaki askeri üslere düzenli olarak yiyecek – içecek ikmali yapan uçaklar artık gelmez olur. Adalılar umutlu bekleyişlerini sürdürse de bir şey değişmez. Kendilerine tüm o mucizevi bolluk ve zenginliği getiren yabancılar ortalarda yoktur. İşte tam bu noktada, yerli halk arasında ilginç bir inanış ortaya çıkmaya başlar. Palmiye ağaçlarından, kamışlardan, ot ve yapraklardan; uçaklar, pist kuleleri, telsizler, radyolar yaparlar. Bu sayede, gökten uçaklarla kendilerine gönderilen tüm o mucizevi şeylere tekrar kavuşacaklarına inanırlar. Bir başka deyişle, askerlerin bir zamanlar uyguladıklarını taklit ederek aynı sonuca ulaşmayı hedeflerler. Birtakım işaretlerle boyadıkları sözde uçak pistlerini ateşe verip aydınlatırlar, kontrol kulesini andıran ahşap kulübeler inşa ederler ve hatta bambudan uçaklar bile yaparlar… Kısacası, eski günlerin özlemiyle her yolu denerler; ama gelen giden olmaz…

kargo-kültü-2
Zamanla bir inanca dönüşen kargo kültünün etkileri, günümüzde de devam etmektedir.

Kapsamı oldukça değişkenlik gösteren kargo kültü, özünde travmatik kültürel temaslar sonucu ortaya çıkmış bir olgudur ve günümüzde bile etkisi altında yaşayan topluluklar bulunmaktadır. Bu bir hayli ilginç kültün adı ise tahmin edilebileceği gibi uçakların ve gemilerin taşıdığı kargoya bir göndermedir. Çünkü kültün ortaya çıkış sürecinde kargonun simgelediği değerler muazzam boyutlardadır. Kargo kültü, yerli ile yabancı kültürün çarpışması sonucu ortaya çıkan sentez bir inanç sistemidir ve dolayısıyla çağdaş uygarlığa dair içinde pek çok iz taşımaktadır. Buna rağmen, günümüzdeki uzantılarına baktığımızda özgün tapınım ve inançlar geliştirildiğini de görmekteyiz. Kültler, çoğunlukla bir peygamber ya da kurtarıcı tarafından yaratılıp yönetilmektedir. Hatta bu kültlerin, söz konusu toplumlardaki ilk kurumsal yapılanma biçimleri olduğu bile söylenebilir.

Kargo kültleri, dinin ortaya çıkışını temellendirmek isteyen pek çok kişi tarafından da zaman zaman gündeme getirilmektedir. Bu kişilerden biri de dünyaca ünlü biyolog Richard Dawkins‘tir. Tanrı Yanılgısı (God Delusion) kitabının “Dinin Kökeni” adlı bölümünde Dawkins, kargo kültlerine geniş bir yer ayırmıştır. Yine Zecharia Sitchin, Alan Alford ve Erich Von Daniken gibi yazarlar da çeşitli eserlerinde bu konuya değinmektedir. Özellikle Erich Von Daniken, meşhur kitabı “Tanrıların Arabaları“nda dünya dışı varlıkların geçmişte insanlarla iletişim kurduğunu ve bu karşılaşmanın bir çeşit kargo kültü şeklinde uygarlığımızı etkilediğini ileri sürer. Her ne kadar bu uçuk bir iddia olsa da, kargo kültünün sosyolojiden antropolojiye, psikolojiden felsefeye kadar pek çok alanda geniş bir inceleme ve araştırma fırsatı yarattığı ortadadır.

The Gods Must Be Crazy
Tanrılar Çıldırmış Olmalı, 1980

Kargo kültünün izlerine, çeşitli sinema ve edebiyat ürünlerinde de rastlamak mümkün. Akla gelen ilk örneklerden biriyse The Gods Must Be Crazy (Tanrılar Çıldırmış Olmalı) isimli 1980 çıkışlı filmdir. İzlemiş olanlar, yönetmenliğini Jamie Uys’un yaptığı bu filmde konuyla ilgili pek çok gönderme bulunduğunu anımsayacaktır. Filmin başkarakteri Xi, kabilesinin diğer fertleri gibi medeniyetten bihaber yaşayan sıradan bir yerlidir. Ne var ki uçaktan atılan bir Coca-Cola şişesiyle karşılaşınca hem kendisinin hem de kabilesinin hayatı değişecektir. Yerliler, bu tuhaf nesnenin kendilerine Tanrı tarafından gönderildiğine inanır. O ana kadar alet edevat olarak hayvan kemiği ve ağaç dalları kullanan kabile üyeleri, Coca-Cola şişesini günlük işlerinin bir parçası haline getirir.

Ancak bir süre sonra şişeyi aralarında paylaşamaz raddeye gelirler. İlk başta Tanrı’nın nimeti olarak gördükleri bu şişe, zaman içinde kabile mensupları arasında geçimsizlik, kıskançlık ve nefret gibi daha önce hiç tatmadıkları negatif duygularla karşılaşmalarına neden olur. Tek dişi kalmış canavarı simgeleyen Coca-Cola şişesi, huzur ve mutluluklarını adeta altüst etmiştir. Bu durum karşısında Xi dehşete düşer ve şişeyi kaptığı gibi Dünya’nın öbür ucuna doğru uzun bir yolculuğa çıkar. Amacı Dünya’nın kenarına vardığında şişeyi aşağıya atmak ve ondan ilelebet kurtulmaktır. Tabii bu yolculukta başına birçok trajikomik olay gelecektir.

stalker
Stalker (İz Sürücü), 1979

Kargo kültünün edebiyat alanındaki en bariz yansımalarını ise Strugatsky Kardeşler‘in Uzayda Piknik eserinde görüyoruz. Unutulmaz yönetmen Andrey Tarkovsky tarafından Stalker adıyla beyazperdeye de uyarlanan roman, insanın gelişmiş bir teknoloji karşısındaki acziyetini ve şaşkınlığını gözler önüne serer niteliktedir. Günün birinde uzaylılar, bir nedenden dolayı gezegenimize gelir, bir müddet konakladıktan sonra (siz buna piknik de diyebilirsiniz) pıllarını pırtlarını toplayıp gider. Ama tabii arkada onlara ait bazı şeyler kalır: “Çöpler…” Ve insanlar günün birinde bu çöpleri bulur. “Bunlar da nedir, ne işe yarar?” derken olayın gizemi daha da artar. Bir nevi, artıkları anlamaya çalıştıkça iyice anlamsızlıklar içine gömülürüz. Adeta bir kültür ve teknoloji şoku yaşarız. Hatta ortaya Kargo Kültü‘nü andıran durumların çıktığını söylemek bile mümkün.

Kısacası çok farklı bir uygarlıkla; esas olarak modern teknolojiyle karşılaşmanın yarattığı şok sonucu ortaya çıkan bu olgu, yüz yıla yakın bir süredir dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor. Bir süreci ya da sistemi anlamaksızın en dışsal, en yüzeysel görünümlerini tekrar ve taklit ederek yeniden üretmeye çalışan yerli kabileler, farkında olmadan gözlerimizin önünde bir din yarattı. Üstelik de yaşayan ve gelişen bir din…

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

bilimkurgu ve politika

Bilimkurgu ve Politika: Geleceği Şekillendiren Hikâyeler

Bilimkurgu sadece teknolojik yeniliklerin ve uzay maceralarının peşinde koşmaz; aynı zamanda politik ideolojilerin ve toplumsal …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin