evren insan

Gelecekte Galaktik Bir Uygarlığa Dönüşebilir miyiz?

Galaksiyi kapsayan uygarlık fikri bilimkurguda ünlü bir konsept. Ancak böyle bir şey gerçekten mümkün mü?

Yüzyılı aşkın bir süredir bilimkurgu yazarları ve bilim insanları, insanlığın uzaydaki geleceği hakkında konuşarak bizi eğlendirdi. Bir zamanlar hedeflerimiz, olası dünya dışı yaşamı aramak ve medeniyetimizin ileri karakollarını inşa etmek için Ay, Mars ve Venüs’e ulaşabilmeye odaklanmaktı. Ancak Evren hakkındaki farkındalığımız arttıkça hayallerimiz ve özlemlerimiz de arttı. Nesiller boyunca, insanlığın bir gün Samanyolu Galaksisi’ni (tamamen veya kısmen) fetih (ya da işgal) ederek hayallerini gerçekleştirebileceği yönünde spekülasyonlara maruz kaldık. Alternatif olarak, birçok kişi galaksimizde ikamet eden ve bizimle tanışmayı bekleyen dünya dışı uygarlıkların olabileceğini öne sürdü.

Böyle bir şey mümkün mü? Bilim insanları arasında, akıllı bir türün bir galaksiyi dolduracak kadar genişleyebileceği fikri (tabii ki yeterli zaman verildiğinde), zayıf da olsa makul bir ihtimal. Öte yandan, uzay yolculuğunun doğası ve fizik yasalarının dayattığı sınırlar, bu olasılığı biraz şüpheli kılıyor. Yine de galaktik uygarlık kavramı hâlâ popüler ve hatta bazı bilimsel tartışmalarda önemli bir yer tutuyor. Örneğin, evrende Dünya’nın ötesinde akıllı yaşam varsa ve bunların bir kısmı insanlıktan (birkaç çağ, hatta milyarlarca yıl) önce başlangıç ​​yaptıysa, o zaman onların kendi yıldızlarının ötesine yayılmış olabileceklerini varsaymak makul olur, değil mi?

Peki “yıldızlararası seyahat” kavramı ne kadar pratik? Ayrıca, bunun insanlığın geleceği ve orada başka yıldızlararası kaşifler bulma ihtimali için ne gibi sonuçları olabilir?

Bilimkurgu ve Uzay Operasından Örnekler

Tüm bir galaksiyi (veya önemli bir bölümünü) kapsayan bir uygarlık fikri, bilimkurgu ve uzay operasında yaygın bir tema. Yüzyılı aşkın bir süredir yazarlar ve bilim insanları, bunu tarih, kültür, değişim dinamikleri, güç ve kimlik ile ilgili fikirleri keşfetmek için bir başlangıç ​​noktası olarak kullandı. Bu tür külliyatlarda, genelde bir çeşit Işıktan Daha Hızlı (FTL) seyahat imkanı vardır. Bu, olay örgüsünü kurgulamak için gereklidir, çünkü evrende hızlı seyahat, olayların makul bir süre içinde gerçekleşmesinin tek yoludur. Türün belki de bilinen en eski örneklerinden biri, insanlığın milyonlarca gezegene dağıldığı bir uzak gelecek anlatısı olan Isaac Asimov‘un Vakıf serisidir. Asimov’un açıkladığı (ve Robot serisinde değindiği) gibi, insanlık “hiperuzay itimi”nin icadı sayesinde böylesi bir imparatorluk kurmaya muktedir olabilmiştir.

Bir başka klasik örnek, Frank Herbert‘in 1965 ve 1985 yılları arasında yayımlanan Dune serisidir. Seriyi başlatan romanda Herbert, galaksiyi kapsayan bir imparatorluk hakkındaki hikayesini anlatırken uygarlık ışıktan hızlı yolculuğu mümkün kılan tek bir kaynağa mahkumdur: Bahara. Bir “farkındalık narkotik” olmasının yanı sıra, bahar bu evrende uzay yolculuğunun da anahtarıdır. Bahar sayesinde Uzay Loncası’nın “Navigatörleri”, uzay-zamanda bir noktadan diğerine hareket etmek için “Uzayı Bükme” teknolojisinden yararlanır. Muhtemelen, galaktik uygarlık fikrinin en bilinen örneği Star Wars serisidir. Hikayede Galaktik İmparatorluk, Eski Cumhuriyet’in (galaksiyi kapsayan başka bir yönetim biçimi) devrilmesinden sonra yaratılan acımasız bir diktatörlüktür. Bu evrende FTL, uzay gemilerinin “hiper uzayda” seyahat etmesine izin veren “hiper sürücüler” sayesinde mümkündür.

Star Trek evreninde, warp sürücüsü uzayda dolaşmanın anahtarıdır. Yıllar içinde konsept, daha da detaylandırılarak belirli bir mantık çerçevesine oturtulmuştur. Bahsetmeye değer bir başka külliyat ise 1970’lerdeki popüler versiyonunun bir yeniden yapımı olan Battlestar Galactica‘dır. Bu evrende insan ırkı (ve onların ölümcül düşmanları olan Cylonlar), galaksinin uzak bir bölgesinde karşımıza çıkar. Burada yıldızlararası seyahat, uzay aracını anında bir uzay bölgesinden diğerine taşıyan sıçrama sürücüleri” sayesinde gerçekleştirilir. Tüm bu külliyatlar, FTL’yi mevcut bir teknoloji olarak kabul eder ve (warp sürücüsü olası istisnası dışında) teknolojinin nasıl çalıştığına dair herhangi bir açıklama yapmaktan kaçınır. Bunun nedeni ise oldukça basittir: Işık hızını aşmanın (hatta ona ulaşmanın) bilinen bir yolu yoktur.

Şu Kahrolası Görelilik!

Galaksi Sınıfı Yıldız Gemisi

1915’te teorik fizikçi Albert Einstein, 1905’ten beri geliştirmekte olduğu bir teoriye son rötuşları yaptı. Bu teori, bilim insanlarının zaman ve uzayı, madde ve enerjiyi ve evrendeki büyük ölçekli yapıları yöneten yasaları algılama biçimini sonsuza dek değiştirecekti. Bu, kademeli olarak doğan Genel Görelilik Teorisinden başkası değildi. Einstein, 1905’te ışığın davranışını açıklamak için Newton’un Hareket Yasalarını Maxwell’in elektromanyetizma Denklemleri ile uzlaştıran Özel Görelilik Teorisini tanıtan bir makaleyle başladı. Einstein’ın teorisi, ışık hızına yaklaştıkça nesneler için uzay ve zamanın nasıl bağlantılı olduğunu açıkladı. Bu ilişki, E’nin sistemin enerjisini, m’nin kütleyi ve c’nin boşluktaki ışık hızını temsil ettiği ünlü E = mc2 denklemiyle özetlendi. Bu denklemin sonuçlarından biri, kütle ve enerjinin aynı şeyin (diğer bir deyişle kütle-enerji denkliği) temelde farklı ifadeleri olmasıydı. Diğer bir sonuç, ışık hızının mutlak bir sınırı teşkil etmesiydi. Kütle ve enerji arasındaki ilişki nedeniyle, bir nesnenin eylemsizlik kütlesi ışık hızına yaklaştıkça artıyordu.

Bu nedenle, bir nesne ışık hızına yaklaştıkça ivmelenmeye devam edebilmesi için sürekli daha fazla enerjiye ihtiyaç duyuyordu. Işık hızına gerçekten ulaşmak için sonsuz miktarda enerji lazımdı ve bu da cismin eylemsizlik kütlesinin sonsuz olmasına neden oluyordu. Kısacası, Parçacık Fiziğinin Standart Modelinin ötesinde bilmediğimiz egzotik bir fizik bulunmadıkça mümkün değildi. Bu denklemin ima ettiği başka bir sınırlama da iletişim hakkındaydı. Işık hızı mutlak bir sınır anlamına geldiğinden ve radyo ve diğer elektromanyetik sinyal formları (örneğin lazerler gibi) buna bağlı olduğundan, en yakın yıldızla bile iletişim kurmak yıllar sürüyordu. Bu fiziksel sınırlamayı (solucan delikleri, sıçrama sürücüleri, Alcubierre Warp Drive, vb.) aşmanın yollarını arayan bir dizi araştırmaya girişildi. Aslında, son araştırmalar warp alanlarının negatif kütle olmadan da mümkün olabileceğini gösterdi. Ancak bu kavramlar  hâlâ teorik aşamada ve işe yarayacaklarının bir garantisi de yok.

Galaktik Bir Uygarlığı Yönetmek Kolay Değil

Asimov-Vakif

Kabul edelim ki, bu noktada uzayda yolculuk yapmak muazzam miktarda zaman ve enerji gerektirir ve en yakın yıldızlara yapılan yolculuklar bile ortalama insan ömründen daha uzun sürecektir. Yıldızlar arasında seyahat etmek on yıllar, yüzyıllar ve hatta daha uzun sürdüğünde, garip yeni dünyaları nasıl keşfedersiniz? Işık Hızına Yakın (NLS) seyahate izin veren seyahat konseptleri geliştirdiğimizi varsayalım. Bunun, bilinen fizikte mümkün olmasının birçok yolu var. Bu alıştırma için, ışık hızının en az yarısı (0,5 c) veya 350 milyon mil (veya 500 milyon km/s) hızla seyahat edebileceğimizi varsayalım. Ayrıca insanlığın 100 ışık yılı yarıçapındaki her Güneş benzeri yıldız sistemini (G tipi yıldızlar) kolonileştirdiğini düşünelim. Bu, Dünya’dan 11.9 ışık yılı uzaklıkta bulunan Tau Ceti’yi kapsayan bir mesafe. Diyelim ki Tau Ceti’de bir koloni var ve koloni ciddi bir huzursuzluk ve karışıklık yaşıyor. Dünya’nın Tau Ceti’de bir sorun yaşandığını öğrenmesi bile 12 yıl sürer.

Dünya’nın asker veya yardım göndermesi gerekiyorsa, bunun ulaşması ise 24 yıl alacaktır. Kısacası, en yakın yıldız sistemlerinde bile bir krize yanıt vermek yıllar alır. En yakın yıldız sisteminden gemiler gönderilebilse bile durum çok değişmez. Mesela Luyten 726-8 sisteminde (Dünya’dan 8.7 ışık yılı uzaklıkta) bulunan ve daha hızlı yardım gönderebilecek bir yerleşim veya tesis olduğunu varsayalım. Dünya’nın bir kriz olduğu mesajını alması yaklaşık 12 yıl ve yardım göndermesi için Luyten 726-8’e haber vermesi ise 8.7 yıl daha alacaktır. İki sistem arasındaki tahmini 5 ışık yılı temel alındığında, bu yardımın oraya ulaşması için 10 yıl daha gerekir. Bu, yıldızlararası bir uygarlığın en yakın sistemlerinden birindeki soruna yanıt vermesi için hâlâ otuz yıl gerektiği demektir. Ve bu, çapı 200 ışık yılı olan bir uygarlık modeline dayanıyor, oysa bizim galaksimiz 170.000 ila 200.000 ışık yılı arasında bir çapa sahip.

Özetlemek gerekirse, fizik yasalarını (bildiğimiz şekliyle) atlatmanın bir yolunu bulamadıkça, galaktik bir uygarlığı yönetmenin yolu yoktur. Bir sistem isyan ederse, bir tür felakete uğrarsa ve/veya bir dış güç (uzaylılar?) tarafından işgal edilirse, herhangi bir merkezi hükümetin yanıt vermesi çok uzun sürer. Bu talihsiz gerçek, herhangi bir Vakıf/Dune/Star Wars/Uzay Yolu tipi gelecek vizyonlarına gölge düşürmenin yanı sıra, Dünya Dışı Zeki Yaşam Arayışı (SETI) için de bazı sonuçlar doğurur.

Fermi ve Galaktik Uygarlıklar

galaksi

Bir zamanlar, “Herkes Nerede?” diye soran ünlü fizikçi Enrico Fermi‘yi hatırlayın. Hâlâ buna cevap vermeye çalışıyoruz, ancak Dünya Dışı Zeki Yaşam’ın varlığına dair henüz somut bir kanıt bulamamış olmamız, bazıları tarafından bir gösterge olarak kabul ediliyor. Buna güzel bir örnek, adını astrofizikçiler Michael Hart ve Frank Tipler‘den alan Hart-Tipler Sanısı‘dır. 1975’te Hart, “Dünya Dışı Varlıkların Yokluğuna İlişkin Bir Açıklama” başlıklı bir makale yayımladı ve geçmişte Samanyolu’nda dünya dışı zeki bir yaşam ortaya çıkmış olsaydı, şimdiye kadar Dünya’yı ziyaret etmiş olması gerekirdi görüşünü savundu. Esasen Hart, Samanyolu’nun 13 milyar yıldan fazla bir süredir var olduğu (Güneş Sistemi’nin yalnızca son 4,5 milyar yıldır var olduğu hâlde) göz önüne alındığında, galaksimizde başka bir yerde yaşamın ortaya çıkmış olması gerektiğini iddia etti. Birkaç asırlık mütevazı bir başlangıçla bile, yıldızlararası yolculuk geliştirmek ve yıldız sistemlerinin ötesinde kolonileşmek için bolca zamanları olacaktı.

Zamanla, bu koloniler kendi kolonileştirme gemilerini başlatacak ve sonunda medeniyetlerini galaksimizin çoğuna yayabileceklerdi. Aslında Hart, ışık hızının onda biri hızıyla, tek bir türün tüm galaksiye ulaşmasının 650.000 ila 2 milyon yıl alacağını hesapladı. Ne yazık ki, bugün bu tür uygarlıkların olduğuna dair hiçbir kanıt yok (genellikle Hart’ın “Gerçek A”sı olarak anılır). Bu nedenle Hart, insanlığın Samanyolu’ndaki tek gelişmiş tür olması gerektiği sonucuna vardı. Bu argüman, 1980 yılında fizikçi ve kozmolog Frank Tipler tarafından “Dünya Dışı Akıllı Varlıklar Yoktur” başlıklı bir makaleyle genişletildi. Makalesinde Tipler, dünya dışı zeki canlıların bize benzer teknolojiler geliştireceği, çünkü fizik prensiplerinin evrenin her yerinde aynı olduğu gibi SETI araştırmacıları tarafından da kullanılan çeşitli argümanları uyguladı.

“Bizimkiyle karşılaştırılabilir bir roket teknolojisine ek olarak, yıldızlararası iletişimde bulunan bir türün oldukça karmaşık bir bilgisayar teknolojisine sahip olması muhtemel görünüyor… böyle bir türün eninde sonunda, insan düzeyiyle karşılaştırılabilir zekâya sahip, kendi kendini kopyalayan evrensel bir makine geliştireceğini varsayacağım… ve günümüz roket teknolojisiyle birleştirilmiş böyle bir makine, 300 milyon yıldan daha kısa bir sürede Samanyolu’nu keşfetmeyi ve/veya kolonileştirmeyi mümkün kılacaktır.”

Bilim camiasının ağır toplarından bazılarının Hart-Tipler Sanısı ile sorunları vardı. 1983 tarihli bir çürütme makalesinde Carl Sagan ve William I. Newman (Dünya Dışı İstihbarata Solipsist Yaklaşım başlıklı bu makale “Sagan’ın Tepkisi” olarak da bilinir), yalnızca Hart ve Tipler tarafından yapılan içsel varsayımları değil, aynı zamanda kullandıkları matematiği de eleştirdi. Onları, herhangi birinin -uzaylı ya da insan olsun- tüm galaksiyi kolonileştirmesinin beklenebileceği fikrine meydan okuyan diğer astrofizikçiler izledi.

Perkolasyon ve Optimizasyon

star wars hangi galakside geciyor

1981’de Carl Sagan ve William I. Newman, “tepki“lerini yayımlamadan önce “Galaktik Uygarlıklar: Nüfus Dinamikleri ve Yıldızlararası Difüzyon” başlıklı bir makale kaleme aldı. Yıldızlar arasında seyahat etmenin ne kadar zaman ve enerji gerektirdiğine bakarak, uzaylı sinyallerinin ve sondalarının henüz Dünya’ya ulaşmamış olabileceğini savundular. Bir başka önemli makale ise 1993 yılında NASA bilim insanı Geoffrey A. Landis tarafından “Fermi Paradoksu: Sızma Teorisine Dayalı Bir Yaklaşım” başlığıyla yayımlandı. Makalesinde Landis, göreliliğin dayattığı sınırlar nedeniyle yıldızlararası kolonizasyonun tek tip veya tutarlı bir şekilde olamayacağını savundu. Bunun yerine bir uygarlık, iletişimdeki zaman gecikmesi ve genişleme maliyetleri çok büyük olana kadar “dışarıya sızardı”.

Benzer bir argüman 2008 yılında Sırp astronom ve astrofizikçi Milan M. Cirkoviç tarafından yapıldı. “İmparatorluğa Karşı” başlıklı bir makalesinde, gelişmiş bir uygarlığın genişleme odaklı mı (“İmparatorluk Devleti”) yoksa optimizasyon odaklı mı (“Şehir Devleti”) olacağını belirlemek için medeniyetlerin davranışını yöneten iki modeli karşılaştırdı. Sonunda, daha gelişmiş bir türün, tüm ihtiyaçlarını karşılamak için optimize edilmiş, mekânsal olarak kompakt bir ortamda yaşamak için genişlemeden vazgeçeceği sonucuna vardı. Bu, fizikçi, matematikçi ve kozmolog John D. Barrow‘un 1998 tarihli İmkansızlık: Bilimin Sınırları ve Sınırların Bilimi adlı kitabında savunduklarını yansıtıyordu. İnsanlığın teknolojik ilerlemesini örnek olarak alan Barrow, gelişmiş uygarlıkların doğal çevre üzerindeki kontrollerini giderek daha küçük ölçeklere genişletmeye devam edeceklerini savundu. Dolayısıyla, daha fazla dış uzayı işgal etmek yerine, gelişmiş dünya dışı zeki yaşam sonunda iç uzayı (kuantum alanı ve onun altında yatanları) kullanmakla tatmin olabilirdi.

Bu bulgular, John A. Smart‘ın 2011’de önerdiği (ve 2018’de genişletilmiş bir versiyonunu sunduğu)Aşma Hipotezi” ile bir kez daha tartışılmaya açıldı. Hipotez, galaktik imparatorluklar yaratmak için genişlemek yerine, gelişmiş türlerin teknolojileriyle birleşerek enerji açısından zengin egzotik ortamlara (kara deliklerin çevresi gibi) göç edip “aşkınlaşacağını” öne sürüyordu. Yıllar sonra bile, Hart’ın “Gerçek A”sı, insanlığın evrende yalnız olmadığını düşünmeyi tercih eden bilim insanlarını hayal kırıklığına uğratmaya ve rahatsız etmeye devam ediyor. Ama belki de bu duruma tersten bakıyoruzdur. Belki de galaksimizde daha çok galaktik uygarlıklarla ilişkilendirdiğimiz aktivitenin (ticaret, göç, savaş vb.) olmaması, yabancı uygarlıkların varlığını çürütmüyor, bunun yerine tüm “galaktik uygarlık” nosyonunun tamamen hayal olduğunu kanıtlıyordur. Mantıklı ama, değil mi? İnsanlık tarihi boyunca imparatorluklar, kendilerini aşırı genişlettikleri için yıkıldılar. Uygarlığın siyasi, ekonomik ve idari merkezinden ne kadar uzaklaşılırsa, yönetmek ve kontrol etmek de o kadar zorlaşmaktadır.

İnsanlık tarihinin en büyük imparatorluklarına bakıldığında bu kesinlikle görülüyor. MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender, Makedonya’dan Hindistan’a uzanan ve 5,2 milyon km²’den fazla olan bir imparatorluk kurdu. Ancak ölümünden (MÖ 323) sadece yirmi iki yıl sonra dağıldı ve toprakları halef devletler tarafından ele geçirildi. Roma İmparatorluğu da benzer bir kaderi paylaştı. En büyük sınırlara ulaştığında (MS 117), Britanya Adaları’ndan Küçük Asya’ya kadar uzanıyordu ve 5 milyon km²’lik bir kara kütlesini kapsıyordu. Yine de üç yüzyıldan daha kısa bir süre sonra parçalanmaya ve küçülmeye başladı (yaklaşık 395 CE ve sonrası). Moğol İmparatorluğu daha da büyüktü, Doğu Asya’dan Doğu Avrupa’ya uzanıyordu ve yüzölçümü 24 milyon km² idi. Ancak, bir dizi ardıl devlete bölünmeden ancak bir yüzyıldan (1206-1294 CE) daha az dayanabildi.

Tarihin en büyüğü olan Britanya İmparatorluğu – 35.5 milyon km² yi kaplayan – 18. yüzyılın başlarından 20. yüzyılın ortalarına kadar varlığını sürdürdü. Güneş, 1997’de Hong Kong’un ülkesine geri dönüşüne kadar resmi olarak “İngiliz İmparatorluğu’nun üzerinde batmadıysa” da, tarihçiler arasındaki genel fikir birliği, İmparatorluk yönetiminin İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra sona erdiği yönündeydi. Bunu, tüm gezegene insanların yayılmasına yol açan erken insan göçleriyle karşılaştırın. Çeşitli kanıtlara göre, homo sapiens’in yaklaşık 200.000 yıl önce Afrika’dan göç etmeye başladığı kuramlaştırılmıştır. 40.000 yıl önce, Batı Avrupa ve Afrika’dan Doğu Asya, Avustralya ve Polinezya’ya etkili bir şekilde yerleşilmişti.

En son genetik kanıtlara göre antropologlar, insanların Geç Pleistosen sırasında Amerika’ya yayılmaya başladığını tahmin ediyor. Yaklaşık 16.500 yıl önce. Aşağı yukarı 14.000 yıl önce, Güney Amerika’da Şili’nin ucuna kadar ulaşmışlar ve bugüne kadar devam edecek medeniyetler ve milletler için zemin hazırlamışlardı.

Dünya’nın ve insanlık tarihinin ötesine baktığımızda, imparatorlukların ve merkezi yönetimin nasıl başarısızlığa mahkum olduğunu görebiliriz. Öte yandan aynı tarih, göç dalgalarının nihayetinde nasıl uzun vadeli ve kalıcı yerleşimlere yol açabileceğini de göstermektedir. Belki de aynı şey, eğer denemeye cesaret edersek, yıldızlararası göç için de geçerli olabilir. Eğer becerebilirsek, umabileceğimizin en iyisi, en yakın yıldız sistemlerinden sadece bir avuç dolusunu içine alan mini  bir “imparatorluk” yaratmak olabilir. Ya da belki de her şeyi merkezden kontrol etme fikrinden vazgeçmemiz ve yerleşimci gemilerinin her yöne doğru hareket etmesine izin vermemiz gerekiyor. Yıldızlar arasında Dünya’nın üzerinde hiçbir etkisi olmayacak yeni medeniyetler yaratmalıyız. Her biri bağımsız ve kendine özgü.

Ya da yıldızlararası genişlemeyi tamamen unutmalı ve burada, Güneş Sistemi’nde sahip olduklarımızla yetinmeliyiz. Ve eğer orada bir yerde ileri yaşam formları varsa, bir noktada aynı soruları onların da kendilerine sorduğunu tahmin edebiliriz. Ve belki de bir gün onlardan öğrenebileceğimiz tatmin edici birtakım cevaplar bulmalarını umabiliriz.

Kaynak

Yazar: Murat Yıldırım

Bilim veTeknik dergisinde popüler bilim yazarlığı ve editörlük yapmışlığım var. Bilimkurgu Kulübü websitesinde yazı yazmaya ve çeviri yapmaya devam ediyorum. Amatör olarak yazdığım hikayelerim yine Bilimkurgu Kulübü websitesinde, Yerli Bilim Kurgu Yükseliyor e-dergiside, Kayıp Rıhtım aylık öykü seçkisi ve Lagari Fanzin'de yayımlandı. Elime geçen, hoşuma giden herşeyi okurum ama özellikle bilimkurgu, fantazi ve korku edebiyatına bayılırım. Eğitim hayatımda yolum Istanbul Atatürk Fen Lisesi, Boğaziçi Üniversitesi, University of Iowa ve University of Ottawa'dan geçti. Şu anda hayatımı ultrahızlı lazer laboratuvarlarında THz bandında foton toplayarak kazanıyorum.

İlginizi Çekebilir

bilimkurgu bilgisayar yapay zeka

Bilimkurgu Yapımlarındaki Habis Bilgisayarlar #2

Bilgisayar denince edebiyatta, sinemada ve televizyonda büyük yer kaplayan envai çeşit hayali ve sahte cihaz …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et