gelecegin cilgin projeleri

Geleceğin En Çılgın 10 Projesi

İnsanlık olarak tarih boyunca pek çok büyük projeye giriştik. Hem gezegenin dört bir yanında devasa yapılar inşa ettik hem de yeni yöntemlerin ışığında sürekli sınırlarımızı zorladık. Ancak belki de en heyecan verici olanları henüz gerçekleştirmedik. Kim bilir, gelecekte hayal dahi edemeyeceğimiz mega yapılara imza atabilir, uygarlığımıza yön verebilecek devrimci projelere yelken açabiliriz.

Uzay asansörlerinden yapay yıldız sistemlerine, Dyson kürelerinden Shkadov iticilerine kadar hayal gücünü zorlayan sıra dışı fikirlerle tanışmaya hazır mısınız? Öyleyse sıkı durun, çünkü geleceğin kapılarını sizler için aralıyoruz…

Uzay Asansörü

Uzay Asansörü

Açılışı, gelecekte hayata geçirilmesi en muhtemel projeyle yapalım. Bilimkurgu eserlerinde sık sık karşımıza çıkan uzay asansörü, gezegen yörüngesine hızlı, konforlu ve ucuz bilet anlamına geliyor. Günümüzde kullandığımız roket teknolojileri hem maliyetli hem de çevreye zararlı. Her ne kadar konar roketler sayesinde maliyet düşürülmeye çalışılsa da, uzaya bir şeyler göndermenin bedeli hâlâ çok yüksek. Öyle ki, roket teknolojisiyle Dünya’dan uzaya taşınacak malzemenin kilogram başına maliyeti binlerce doları bulurken, uzay asansörüyle bunu 500 dolara kadar düşürmek mümkün. Kulağa güzel geliyor olabilir, ancak böylesi dev bir projeyi hayata geçirmenin önünde pek çok engel var.

Bir uzay asansörünün üç ana bileşeni bulunur: Çapa, kablo ve karşı ağırlık. Ana kablonun en az 21.750 mil uzunluğunda olması gerekiyor. Şimdilik bu uzunluk ve güçte bir kablo oluşturmanın bilinen en iyi yolu ise karbon nanotüp teknolojisinden geçiyor. Tabii yüksek kalitede ve yeterli miktarda nanotüp üretmek kolay değil. Ayrıca malzeme biliminde ciddi atılım ve keşiflere de ihtiyaç var. Uluslararası Uzay Bilimleri Akademisi’ne göre işlevsel bir uzay asansörünün maliyeti 100 milyar doları aşabilir ve 2050’den önce inşa edilebilmesi de pek mümkün görünmüyor. Ancak bir kere inşa ettiğimizde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Uzay Madenciliği ve Kolonizasyon

Ekonomi bize kaynakların sınırlı, ihtiyaçların ise sonsuz olduğunu söyler. Bu durum her geçen gün daha da belirginleşiyor ve Dünya’ya verdiğimiz tahribat da geri döndürülemez hâle geliyor. Biliyoruz ki günün birinde bu gezegen bize yetmeyecek. Konstantin Tsiolkovski’nin de dediği gibi, “Yeryüzü insanlığın beşiğidir ve insan bir ömrü beşiğinde geçiremez.” Gözümüzü uzaya ve oradaki devasa kaynaklara dikeceğimiz günler çok uzakta değil. Şu anda bile bu amaçla kurulmuş pek çok şirket olduğunu biliyoruz. Öyle görünüyor ki, uzay madenciliği geleceğin en önemli sahalarından birine dönüşecek.

Tabii kaynaklara erişmek tek başına yeterli değil, aynı zamanda yeni gezegenlere de açılmanın yollarını bulmak zorundayız. Henüz Mars’a bile insan gönderemediğimiz düşünülürse, bunun kısa vadede gerçekleşmeyeceği çok açık. Üstelik iş sadece bir gezegene ayak basmakla da bitmiyor. Orayı kendimiz için yaşanabilir kılmanın bir yolunu da bulmamız lazım. Bu da dünyalaştırma teknolojisinde ne kadar yetkinleşebileceğimize bağlı. Neyse ki bizzat gidip bir gezegeni dünyalaştırmamıza gerek yok. Bunu robotlar da bizim için pekâlâ yapabilir. Belirlediğimiz gezegenlere önden gidebilir, dünyalaştırma işlemini gerçekleştirebilirler. Bize de sonrasında gezegeninin keyfini çıkarmak kalır.

Biyoteknoloji ve Genetik Mühendislik

olumsuz

Gelecekte biyoteknoloji ve genetik mühendislik, uzay seyahati ve kolonizasyonu için yaşamsal öneme sahip bilim dalları hâline gelecek. Bu sayede uzun uzay seyahatleri yapabilmek adına bedenlerimiz üzerinde düzenlemeler gerçekleştirebilir, bitki ve hayvanların daha hızlı büyümesini, daha verimli olmasını sağlayarak kendi kendine yeten koloniler inşa edebiliriz. Hatta bir gezegeni dünyalaştırmakla uğraşmak yerine, kendimizi o gezegenin doğal şartlarında yaşayabilen canlılara bile dönüştürebiliriz.

Üstelik biyoteknoloji ve genetik mühendislik, gezegenlerin atmosferlerini değiştirmek için de kullanılabilir. Zira insan yaşamına uygun olmayan gezegenlere ekeceğimiz özel bitkiler sayesinde dengeli bir atmosferin oluşturulması sağlanabilir. Dolayısıyla şimdiden bu alanlara büyük yatırımlar yapmaya başlasak fena olmaz.

Dyson Küresi

Gelişen, çoğalan bir uygarlık için enerji yaşamsaldır. Uygarlıkça varlığınızı sürdürebilmenizin, yeni alanlara dağılabilmenizin anahtarı burada yatar. Hatta Kardashev Cetveli’ne göre, bir uygarlığın enerji kaynaklarına hâkimiyeti onun gelişmişlik seviyesini belirler. Çünkü bir uygarlık ne kadar gelişirse enerji ihtiyacı da o oranda artar. Yaşanabilir çevredeki tüm enerjiye hâkim olmak yeterli değildir. Teorik olarak yıldızınızın, gökadanızın, hatta içinde yaşadığınız evrenin tüm potansiyel enerjisini kullanabilirsiniz.

İşte Dyson Küresi, bir yıldızın neredeyse tüm enerjisini kontrol altına almayı sağlayan kuramsal konseptlerin başını çekiyor. Güneş’i ele alacak olursak, saniyede 564 milyon ton hidrojen, 560 milyon ton helyuma dönüşüyor. Dönüşümdeki 4 milyon ton kütleden ise 38×1022 kJ enerji açığa çıkıyor. Bu devasa enerjiyi en verimli şekilde kullanmanın yollarından biri de hiç kuşkusuz Dyson Küresi. Teoride bir yıldızın enerjisini toplamak için onu üç boyutlu olarak kuşatacak şekilde megalitik bir yapı inşa edilebilir. Henüz keşfedememiş olsak da, evrende bu yönteme çoktan başvurmuş ileri medeniyetler bile bulunabilir.

Yıldızlararası Seyahat

uzay gemisi

Er ya da geç başka yıldızlara da uzanmak isteyeceğiz. Üstelik bu yalnızca meraktan ya da keşif arzumuzdan değil, belki bir çeşit zorunluluktan da kaynaklanacak. Yalnız önümüzde bir engel var: Uzay çok büyük. Öylesine büyük ki, ışık hızı bile bu devasa mesafeler karşısında kaplumbağa gibi kalıyor. Öyleyse bize devrimci teknolojiler ve yeni bakış açıları lazım. Bir şekilde bu koca mesafeleri kısa sürede aşmamızı sağlayacak bambaşka teknikler geliştirmeye mecburuz. Aksi takdirde kendi küçük havuzumuzda debelenmekten öteye gidemeyeceğimiz ortada.

Neyse ki bilimkurgu, bu sorunu aşmamızı sağlayan pek çok ilham verici kurgusal teknolojiyle dolu: Büküm motorları, solucan delikleri, sıçrama rampaları, nesil gemileri… Hatta bazısı kâğıt üzerinde pratiğe dökülebilecek kadar da tutarlı. Eğer binlerce yıla yayılacak yavaş bir kolonizasyon stratejisine mahkûm kalmak istemiyorsak, insanlık olarak güçlerimizi birleştirip gözümüzü uzak yıldızlara çevirmeye başlamamız şart. Tabii bunun için önce önemsiz farklılıklarımızı ve çatışmalarımızı bir kenara bırakıp uzaya ve geleceğe yoğunlaşabilmeliyiz. Ne var ki bunu başarmak, yıldızlara ulaşmaktan bile zor görünüyor.

Galaktik Siyaset

Evet, ne şekilde örgütleneceğinden nasıl yönetileceğine kadar devletler de siyasi bir projenin sonucu olarak hayat bulur. Malum, bilimkurgu eserleri imparatorluklardan federasyonlara kadar her türden galaktik yönetim yapılanmalarıyla doludur. Bu yapılanmaların kimisi kontrolcü, kimisi de özgürlükçüdür. Dünya ileride tek bir devlet hâline gelir mi bilinmez ama koloniler kurup başka gezegenlere dağılmaya başladıkça işlerin daha da karmaşıklaşacağı kesin. Çünkü pek çok gezegene ve koloniye ayrışmış bir devletin üniter yapısını koruması çok da mümkün değil. Tarihe bakacak olursak, Roma İmparatorluğu’ndan Moğol İmparatorluğu’na kadar geniş alanlara yayılmış birçok devletin sonunda dağılmaktan kurtulamadığı görülüyor.

Üstelik iş yıldızlararası bir devleti yönetmeye geldiğinde durumun vahameti daha da artıyor. Zira eğer ışıktan hızlı seyahat keşfedilmemişse, böylesi devasa bir devletin uzak kolonilere anlık müdahale edebilme şansı yok. Üstelik Dünya gibi orta hâlli bir gezegende bile barış içinde yaşamak zorken, koloniler arasında patlak verebilecek siyasi krizleri çözüme kavuşturmak neredeyse imkânsız. Belki bu handikap, bilindik devlet yapılanmalarından sıyrılıp özyönetimler ve inisiyatifler oluşturarak aşılabilir. Ancak bu tarz bir politik projeyi hayata geçirebilmek için devrimi önce kendi içimizde başarmamız gerekiyor.

Shkadov İticisi

Shkadov İticisi, adını bu mega yapı konseptini ortaya atan Rus fizikçi Leonid Shkadov’dan alıyor. Shkadov’a göre bir mega yapı inşa ederek bütün Güneş Sistemi’ni bir yerden başka bir yere taşımak mümkün. Bunun için gerekli olan şey ise içbükey tarafı Güneş’e çevrilmiş, yay şeklinde devasa bir ayna. Böylece Güneş ışığı, aynanın kıvrımlı yüzeyinden tekrar Güneş’e doğru yansıyacak ve ardından da onu ittirecek. Bir başka deyişle Shkadov İticisi, yıldızın doğal ışınım basıncını kullanarak hareketini kontrol etmek için tasarlanmış bir yörünge iticisi.

“Kim, neden böyle çılgın bir projeye girişsin ki?” diyebilirsiniz, ancak evren çok büyük ve karşınıza ne gibi zorunluluklar çıkaracağını kestirmek kolay değil. Dolayısıyla yapılabilecek en iyi şey, her tehlikeye karşı hazır olmak. En basitinden tüm yıldızlar günün birinde enerjisini tüketerek ölür. Eğer yıldızı ölmekte olan bir uygarlıksanız ve gezegeninizi terk etmek de istemiyorsanız, Shkadov İticisi sayesinde bütün sisteminizi genç ve uygun bir yıldıza doğru taşıyabilir, ardından da bu yıldızın yörüngesinde yeni bir hayata başlangıç yapabilirsiniz. Yine yıldız sisteminize doğru yaklaşan bir kara delik olduğunu fark edebilir, bu tehditten kurtulmak için de Shkadov İticisi’ne bel bağlayabilirsiniz. Sonuçta uzay sürprizlerle dolu.

Kültür Yıldızı ve Yapay Yıldız Sistemleri

Kültür Yıldızı, Iain M. Banks imzalı Kültür serisinde karşımıza çıkan kuramsal bir konsept. Bir yıldızın enerjisini kontrol etmek ve kullanmak için tasarlanmış mega yapılar şeklinde de özetlenebilir. Bu yapılar, yıldızın enerjisine hükmettiği için uzay gemilerini hareket ettirebilir ya da gezegenlerin iklimlerini düzenleyebilir. Özünde ise bir yıldızı ve etrafındaki gezegenleri, farklı uygarlıkların gelişmesine olanak tanıyacak şekilde tasarlama hamlesidir. Bu yapılar sayesinde gezegenler farklı çevre koşullarına uygun olarak modiyefiye edilebilir, hatta insanların, hayvanların ve bitkilerin evrimlerine bile yön verilebilir.

Var olana müdahale etmek her zaman daha kolaydır, ancak zorlu projelere girişmek isteyenler için başka alternatifler de var. Örneğin sıfırdan yapay bir gezegen tasarlamak, hatta yapay bir yıldız sistemi yaratmak gibi. Eğer uzay madenciliğinde gelişmiş bir uygarlıksanız böylesi mega yapıların inşası için gerekli malzemeyi bulmak çok da zor olmayacaktır. Asıl mesele, bu malzemelerden dengeli bir ekosistem ortaya çıkarıp çıkaramayacağınız. Ama bir kez sırrına erdiğinizde, artık evrendeki usta uygarlıklar arasına girdiniz demektir.

Kara Delik Uygarlıkları

kara delik

Küller küllere, tozlar tozlara… Var olan her şeyin uğrayacağı nihai akıbeti hatırlatan bu söz, aynı zamanda yok oluşa meyilli kırılgan doğamıza yönelik de bir uyarı mahiyetinde. Öyle ya, bu savaştan er ya da geç entropi galip çıkacak. Ve elbette buna yıldızlar da dâhil. Örneğin Güneş’imizi ele alalım. Nükleer yakıtı bittikten sonra şişip önce bir kırmızı deve, ardından da içine doğru çökerek bir beyaz cüceye dönüşecek. Artık yakıtı kalmadığı için yavaş yavaş soğuma evresine girecek ve nihayetinde de bir kara cüceye dönüşerek ömrünü tamamlayacak. Üzücü, ama gerçek.

Tabii Güneş’imiz evrendeki orta hâlli yıldızlardan sadece biri. Güneş’ten kütlece çok daha büyük yıldızlar da var. Bunlardan bazısı nötron yıldızlarına, bazısı da kara deliklere dönüşerek bir müddet daha varlıklarını sürdürecek. Evren gitgide soğuyup ölürken en uzun süre dayanmayı başaranlar ise kara delikler olacak. Ve evrende sadece kara deliklerin hüküm sürdüğü o uzak gelecekte var olmaya devam edebilirsek, her biri bizim için âdeta bir yaşam adası hâlini alacak. Zira çevrelerine kuracağımız tesisler sayesinde kara deliklerden enerji çekmemiz mümkün. Zaten bu uzak gelecekte tek enerji kaynağımızın kara delikler olacağını düşünürsek başka bir alternatifimiz de yok. Ama biliyoruz ki kara deliklerin de bir ömrü var. Hawking ışıması yüzünden onlar da ağır ağır bir yok oluşa doğru sürüklenecek ve sonunda da muhteşem bir ışıma ile her şeyin bittiğini duyuracak. Peki, gerçekten bu her şeyin sonu mu olacak?

Evrenden Kaçış

Evet, günün birinde evren karanlığa bürünecek, her madde çürüyecek, geriye parçacıklardan ve radyasyondan oluşan o seyrek karmaşadan başka bir şey kalmayacak. Hatta bu karmaşanın enerjisi de evrenin genişlemesi nedeniyle zamanla son bulacak, her şey sıfıra indirgenecek. Ve işte filmin sonu… Sahiden de öyle mi? Ya orada enerjiyle dolup taşan gencecik başka evrenler varsa? Bildiniz, çoklu evrenlerden bahsediyoruz. Bir düşünün, belki de sonsuz sayıda evrenler var ve biz sadece birinde yaşıyoruz. O zaman bir evrenin ölmesi her şeyin sonu demek değil.

Sorun şu ki, eğer çoklu evrenler gerçekten varsa bile onlardan birine ulaşıp ulaşamayacağımız tam bir muamma. Üstelik bizim evrenimizden bambaşka fiziksel yasalara da sahip olabilirler. Dolayısıyla başka bir evrene kapı açabilmek, o evrenin fiziksel yasalarını anlamamız ve buna göre çözümler üretmemiz anlamına geliyor. İşte size en sonuncu çılgın proje! Kutlu olsun…

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

God is an Astronaut

Uzayda Boş Boş Süzülür Gibi: God Is An Astronaut

Post-rock, 1990’ların başında ortaya çıkan ve geleneksel rock müziği aşan daha deneysel ve atmosferik bir …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin