Demokrasi: Bir Gün Olacak mı?

Avrupa tarihini baz alırsak şunu görürüz: Bu tarih çok uzun ve sıkıntılı bir süreçtir. Ülkemizde yaşanan her türlü sorunun (yolsuzluklar, din ve mezhep kavgaları, baskı, zulüm, sansür, kadınların ve azınlıkların bastırılması, gerilik, sömürü, kölecilik, doğa katliamı, vahşi kapitalizm, bilim ve sanat düşmanlığı, hayvan eziyeti, hukuksuzluk…) misliyle yaşandığını görürüz. Bunların her birine örnekler verilebilir, ama yerimiz yok. İkinci dünya savaşına kadar sürdü bu ilkellikler. Hatta en son Bosna savaşını da sayarsak daha da yakın zamanlara kadar sürdü diyebiliriz… Ancak, yüzeyde ne olursa olsun, dip suyu akmaya devam eder. Bütün bu olumsuzluklara rağmen bilim, sanat ve insan hakları ilerlemeye devam etmiştir. Sessiz halkın kararlılığını hiç bir şiddet yanlısı, baskıcı ve ahlaksız iktidar engelleyemez. Gerçeğin sesi son tahlilde baskın çıkacaktır.

Avrupa tarihini okurken böyle bir duyguya kapıldığım için yazıyorum bunları. Yani öyle şeyler okuyorsun ki “bu adamlar bunları nasıl aşmış?” diyorsun. Ama aşılmış. Bizde de aşılacağına inanıyorum. Her şeye rağmen olacaktır. Biliyoruz ki Rönesans aslında Avrupa’nın bir yönden en karanlık çağıydı da… Engizisyon hiç bir zaman Rönesans’ta olduğu gibi baskıcı olmamıştı. İspanyol engizisyonunun en şiddetli döneminde, mezhep savaşlarının tam ortasında başladı her şey.

Ancak Avrupa tarihi ile bizim tarihimiz arasında örtüşmeyen çok önemli bir yön de var: Avrupa tarihinde güçlü merkezi iktidarlar çok fazla olmamış. Yüzlerce prenslik, kilise ve monarklar arasındaki mücadele tarihidir. Kendi topraklarını taş duvarlarla koruyan, gerektiğinde krala kafa tutan derebeyleri falan var. Sermaye birikimine imkan veren (malın mülkün Osmanlıda olduğu gibi müsadere yoluyla monarka aktarılamaması), soylu aileler yaratan, aralarında hukuk oluşturan çok farklı bir tarihi gelişim. Doğu uygarlıkları yarışa geç başlamadılar aslında, ama farklı bir yola girdiler. İran, Rusya ve bütün Asya toplumlarında güçlü merkezi iktidarlar oldu. Bir dönem avantaj gibi görünen bir siyasi kültürdü bu, ama demokrasinin gelişmesine de ket vurdu.

Demokrasi anlayışı tam olarak da bundan (yani iktidar paylaşım kavgasından) doğmuştur. Sadece krallar ve derebeyleri arasında değil, işin içinde bir de dini otorite vardı. O da gücü paylaşmak istemiş, hatta orta çağlar boyunca bunu başarmıştı da… Aktörlerin sayısı sonradan (Rönesansla birlikte) çoğalmış; devreye tüccarlar da girmiş. İşte bu güç paylaşım süreci demokrasiyi doğurmuştur. Osmanlı ise “gökyüzünde tek tanrı, yer yüzünde tek imparator” şiarı ile hareket ediyordu. (Eski bir Türk devlet geleneğinin ifadesi olan bir sözdür bu…) Bu yüzden beyliklerle mücadele etmiş, bir yerden sonra hepsinin kökünü kazımıştır.

demokrasi

Ama hukuk için aynı şeyi söyleyemeyiz. Hukukun kökeni Roma’dır. Roma ise imparatorluktu. Ayrıca Osmanlı devletinde de güçlü bir hukuk anlayışı vardı. Demokrasi ancak hukukla birleştiğinde ayakta kalabilir. Yani hukuksuz demokrasi zayıftır, Eski Yunan’da olduğu gibi… Bizde hukuk ve devlet geleneği sağlamdır. Geriye sadece demokrasi geleneğinin oturması kalıyor, o da tartışmalarla, çatışmalarla oturacaktır; Avrupa’da öyle olmuş çünkü. Bu yüzden, bugünkü kavgalara, çatışmalara bir de bu yönüyle bakmak lazımdır. Yani kavga ve mücadele olmadan hiç bir zaman oturmayacak demokrasi, bu gerekli. Şöyle bir avantajımız var, o da artık günümüzde her şey daha hızlı oluyor. Yani yüzyıllarca çatışmaya gerek yok, birkaç on yıl yetecektir. Bir iletişim çağı olan zamanımızda her şey çok hızlı (belki gereğinden fazla hızlı) yayılıyor ve birbirini etkiliyor. Umarım ki bu durum, bizim lehimize olacaktır.

Şu yalnızca bize özgü gibi görünen cemaat yapılanmasına bakalım: Avrupa’da Cizvitleri incelemek lazım (Jesuits). Tapınak Şövalyeleri, Özgür Mason Cemaati gibi yapıların zaman zaman çok tehlikeli bir hal aldığı biliniyor. Farklı boyutlarda, ya da farklı yollardan da olsa aynı şeyler yaşanıyor Avrupa ile bizim tarihimizde. Üstelik, her ne kadar bizim tarihimiz Avrupa’nınkinden ayrı da olsa, bizler çağlar boyunca Avrupa’yı gerek ezilecek bir rakip, avlanacak bir av; gerekse de ulaşılacak bir hedef, bir ütopya olarak da görmüş olsak, her durumda onunla komşuyduk ve sürekli etkileşim halindeydik. Üstelik esasında Osmanlı Devleti kısmen de olsa ta en başından beri Avrupa’nın bir parçası olmuştur.

Özlediğimiz demokratik hukuk devleti, eninde sonunda gelecektir.

Yazar: Sinan İpek

Yazar, çizer, düşünür, öğrenir ve öğretmeye çalışır. Temel ilgi alanı Bilimkurgu yazarlığıdır. Bunun dışında Matematik, bilim, teknoloji, Astronomi, Fizik, Suluboya Resim, sanat, Edebiyat gibi konulara ilgisi vardır. Ara sıra sentezlediklerini yazı halinde evrene yollar. ODTÜ Matematik Bölümü mezunudur ve aşağıdaki başarılarıyla gurur duyar:TBD Bilimkurgu Öykü yarışmasında iki kez birincilik, 2. Engelliler Öykü yarışmasında birincilik, Ya Sonra Öykü Yarışması'nda finalist, Mimarlık Öyküleri Yarışması'nda finalist, 44. Antalya Altın Portakal Belgesel Film Yarışmasında finalist. Ithaki yayınları Pangea serisinin 5. üyesi "Beyin Kırıcı" adlı bir romanı var.

İlginizi Çekebilir

Bağdat Rönesansında Bilim ve Bilimkurgu

“Her yol Bağdat’a çıkar” Bu atasözünün kökeni, 8. ve 13. yüzyıllar arasında yaşanmış Bağdat Rönesansına …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et