1934 yılında, o zamanlar Yugoslavya’ya bağlı Zagreb’de doğan Hırvat akademisyen Darko Suvin, bilimkurgu türüne dair akademik çalışmaların bütün dünya üniversitelerinde yaygınlaşmasına öncülük eden isimlerden biri. 1968 yılında Kanada’ya göç eden ve Montreal’da McGill Üniversitesi’nde yıllarca dersler veren Suvin, emekliliğinin ardından İtalya’ya yerleşti ve halen orada yaşamakta. (1) Ona alanda ün kazandıran en önemli makalesi, 1972 yılında yayımladığı “On the Poetics of the Science Fiction Genre” – “Bilimkurgu Türünün Poetikası Hakkında”. (2) Bilimkurgunun felsefi ve toplumsal yönlerine dair yapılan akademik çalışmalarda onun bu makalesine atıf yapmadan geçmek imkânsız. Suvin, daha sonra 1979’da bu makalesinde öne sürdüğü fikirlerini derinleştirerek “Metamorphoses of Science Fiction: On the Poetics and History of a Literary Genre” – “Bilimkurgunun Metamorfozları: Edebi Bir Türün Tarihi ve Poetikası” adlı kitaba imza atıyor. (Maalesef bu kitap Türkçe’ye henüz çevrilmedi.) Bu yazımda, elimden geldiği ölçüde Suvin’in 1972’deki bu çığır açan makalesinin değindiği konuları özetleyerek bilimkurguya dair akademik çalışmalarda bir klasik kabul edilen bu makaleyi tanıtmak istiyorum.
Suvin’in makalesinin ilk başlığı “Science Fiction As Fiction (Estrangement)” – “Kurgu Olarak Bilimkurgu (Yabancılaştırma)” adını taşıyor. “Estrangement” (Yabancılaştırma) makaledeki en önemli kavramlardan biri. Çünkü aynı bölümde Suvin, bilimkurgunun tanımını verirken “literature of cognitive estrangement”, yani “bilinçli/bilişsel olarak yabancılaştırmaya dayalı edebiyat” tabirini kullanıyor. Bu tanımı açmadan evvel, Suvin bilimkurgunun edebiyat tarihinde bağlantılı olduğu diğer akraba türleri hatırlatmış: Eski Yunan ve Helenistik “kutsanmış ada” öyküleri, Antik çağlardan beri anlatılan “olağanüstü yolculuklar”, Rönesans ve Barok dönemdeki ütopya anlatıları ve gezegensel romanlar, Aydınlanma çağında kaleme alınan ve devlet aygıtının nasıl olması gerektiğini anlatan politik romanlar ve son olarak modern zamanlarda yazılan geleceğe dair öngörü anlatıları ve anti-ütopyalar. Suvin’e göre, bilimkurgunun, fantastik kurgu edebiyatının öncül örnekleri olan mitler ve peri masalları gibi “natüralist olmayan ile meta-ampirik olanı birleştiren” edebi türlerle paylaştığı noktalar olduğu söylenebilse de, bilimkurgunun meselelere yaklaşımının ve toplumsal işlevinin bunlardan çok daha farklı olduğunu da altını çizerek belirtiyor.
Suvin, edebiyat anlatılarının spektrumu incelendiğinde iki uç arasında dağıldıkları tespitiyle devam ediyor: Yazarın ampirik (tecrübelerine ve duyumsamalarına dayalı) çevresini yeniden yarattığı ideal uç nokta ile yazarın sadece “novum”, yani “tuhaf bir yeni çevre” içinde yer alan meseleleri işlediği nokta. Bunlardan ilki, edebiyat tarihinde 18. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar baskın yaklaşım olan realizme (gerçekçiliğe) denk düşüyor. Fakat edebiyatın başlangıcında, acayip olanın evcilleştirilmesi (domestication of the amazing) denilebilecek olan ikinci yaklaşım egemendi. İlk öykü anlatıcıları, bilinmezliğe duyulan merakın ateşlemesiyle, topluluklarının yaşadığı bölgeyi çevreleyen dağların ardındaki bilinmez yerlere dair maceralar uydurdular. Dağın ardındaki bilinmez alanlar zaman içinde denizin ardındaki, okyanusun ardındaki ve en son güneş sisteminin ardındaki bölgeler şeklinde edebi evrim geçirdi. Suvin, okyanustaki bilinmeyen ada hikâyeleri ile bilimkurguda sıklıkla işlenen “uzay okyanusundaki” bilinmeyen gezegen hikâyeleri arasındaki akrabalığa özellikle dikkat çekiyor. Uzayda başka bir gezegende veya endüstri ve burjuva devrimlerinden sonra zaman boyutunda başka bir anda –gelecekte veya alternatif bir şimdide- geçseler de, bu anlatı çerçeveleri, içlerinde yaşayan varlıklarla yakından bağlantılı.
Suvin, yaratıklar, canavarlar, yani “farklı yabancılar” için “insana tutulan bir ayna” benzetmesini yapıyor, tıpkı hayali ülkelerin ve zamanların da aslında içinde yaşadığımız dünyaya ve döneme tutulan bir ayna olması gibi. Fakat bu ayna, edebiyattaki realizm akımında olduğu gibi aynen yansıtmıyor, dönüştürüyor ve yabancılaştırıyor. Suvin, bu dönüştürmeye ve yabancılaştırmaya karşılık gelen “estrangement” teriminin izlerini ilk kez 1917’de Rus eleştirmen Viktor Shklovsky’nin “ostranenie”-“doğal olmayan” ve bilimsel bir çağ için oyunlar yazmak istediğini söyleyen Bertolt Brecht’in “Verfremdungs effekt” (V-Efekti diye de kullanılan “yabancılaşma etkisi”) olarak türettiği kavramlara dek sürebileceğimizi söylüyor. Brecht, 1948’de kaleme aldığı “Short Organon for the Theatre” – “Tiyatro İçin Kısa Organon” (3) eserinde şöyle diyor:
“Yabancılaşma sağlayan bir temsil, öznesini tanımamıza izin vermekle beraber aynı zamanda onu bizim için alışılmadık kılar.”
Suvin’in makalesinin ikinci bölümü “Science Fiction As Cognition (Critiue and Science)”-“Farkında Olma Durumuna –Bilişsel- Karşılık Gelen Bilimkurgu (Eleştiri ve Bilim)” adını taşıyor. Bu bölümde Suvin, bilimkurgu ile ilk bölümde akraba türler olarak tanımladığı fantastik kurgu türleri arasındaki farklara yoğunlaşmış. Bir mitin de yabancılaştırıcı efekte sahip olduğu söylenebilir ama mitler bilimkurgunun zıddı bir bilinci taşıyor. Mitlerde sabit ve değişmez olan insan ilişkileri doğaüstü biçimde belirlenmekte. Bilimkurgu ise, mevcut koşullardaki bir değişkeni ele alarak onun gelecekteki olası sonuçlarını “araştırıyor.” Bilimkurgu, yazarın ampirik dünyasında yer alan bir öğeyi önce bir “sorun” olarak tanımlayıp ileride bu sorunun nereye kadar varabileceğini inceliyor.
Fantastik kurgu türleri ise, yazarın ampirik dünyasındaki “kuralları” tamamen reddetmeleriyle bilimkurgudan ayrılmakta. Fantastik kurgu türleri, hayal gücünü mevcut gerçeklikteki eğilimleri tespit etmek için bir araç olarak kullanmıyor, mevcut gerçekliğin ufuk çizgisinin de ötesine kaçıyor. Örneğin, peri masallarında sık kullanılan bir öğe olan “uçan halı” sadece fiziksel kütle çekimi kuralını ihlal etmiyor, “toplumsal kütle çekimi” kurallarını da ihlal ediyor. Bir halının havaya yükselebildiği bir evrende fakir bir köylü kahraman da prensesle evlenerek kral statüsüne kolaylıkla yükselebilir. Bir peri masalında her şey mümkündür, çünkü bir peri masalının gerçek olması tamamen imkânsızdır. Fantastik kurgunun diğer anlatıları olan hayalet, korku, Gotik ve acayip öykülerde ise yazarın ampirik çevresine anti-bilişsel kanunlar nüfuz ediyor. Gogol’un meşhur “Burun” öyküsünü ilginç kılan, onun “gerçek” Nevski Bulvarı’nda “gerçek” bir sivil bir rütbeyle dolaşmasıdır. Eğer “burun” bir H.P. Lovecraft öyküsünde karşımıza çıksaydı, sadece korkunç bir heyecan unsuru rolünü oynayacaktı.
Suvin, makalesinin bu bölümünde bilimkurguyu eski ilimlerden simyaya benzetiyor. Bilimkurgunun düşsel çerçevesi, mesela para ekonomisi ve devlet aygıtı olmadan erotik ve güç açlığı gibi insani motivasyonları adeta laboratuvardaymış gibi mercek altına alıyor. Bu da akla, kimya ve nükleer fizikten önce simyanın işlevini getiriyor: doğru bir yönde atılan ama yetersiz bir karmaşıklık içindeki erken deneme adımları. Ek olarak Suvin, Jules Verne ve H.G.Wells tipi bilimkurgu anlatılarının aslında son derece basit olduğunu da dile getiriyor. Çünkü bu tür tekno-anlatılar, mevcut ampirik bağlama sadece kolay hazmedilebilir tek bir yenilik (Ay roketi ya da organik maddenin ışık kırınımı katsayısını düşüren ışınlar vb.) sokuyor. Suvin’e göre Verne ve Wells tipi yaklaşımların verdiği hayret duygusu gerçek olmasına karşın son derece sınırlı. Bu yaklaşımlar dünya savaşlarının ardından pozitif doğa bilimlerinin insanlığa iyilik getireceğine dair savların kaybolmasının ardından yerlerini barış zamanlarına uygun daha “itibar sahibi” uygulamalara (astronotik-uzayda yolculuk bilimi ve sibernetik vb.) bırakıyor.
Suvin, makalesinin üçüncü bölümünde, “Science Fiction As A Literary Genre (Functions and Models) – “Edebi Bir Tür Olarak Bilimkurgu (İşlevler ve Modeller)” başlığı ile bilimkurgunun bir edebiyat türü olarak elindeki imkânları irdelemiş. Edebiyat türleri içinde sadece bilimkurgu, fizik ötesine ve doğa üstüne başvurmadan mevcut ampirik dünyayı aşmasıyla (meta-ampirik özelliği) öne çıkıyor. Bilimkurgu olası geleceklerle olduğu kadar, günümüzle ve alternatif bir tarih şeklinde geçmişle de yabancılaştırılmış bir bakış açısı (başka bir zamandan veya uzaydan bir fügür vb.) üzerinden ilişki kuruyor. Bu yönüyle bilimkurgu, toplumdaki mevcut hastalıklı hallere konulan bir tanı, sorunlara dair bir erken uyarı ve olası alternatiflere işaret etmesiyle aksiyon almaya bir çağrı işlevlerini yerine getiriyor. Fakat Suvin şu eklemeyi de yapmadan geçmiyor:
“Bilimkurgu, tahminleri isabetli çıktığında omuzlarda taşınan ama yanlış öngörülerde bulunduğundaysa taşlanan bir kâhin gibi görülmemelidir. ”
Suvin, makalesinin bu bölümünde, kullandıkları ontolojik analojilerle yoğun felsefi-antropolojik göndermeler yapan Stanislaw Lem’in Solaris romanı ve Borges’in eserleri gibi bilimkurguların, ana akım gerçekçi edebiyatın en yetkin örneklerinden kalite bakımından ayırt edilemez olduğu düşüncesini paylaşıyor.
Makalenin, anlattıklarını özetlediği sonuç bölümü “For A Poetics of Science Fiction (Summation and Anticipation) – “Bilimkurgunun Bir Poetikasına Doğru (Özet ve Beklentiler)” başlığını taşıyor. Suvin, 20. yüzyılın başından itibaren, önde gelen endüstriyel toplumlar olan ABD, SSCB, İngiltere ve Japonya’da 100 yıllık bir birikime sahip bilimkurgunun, maalesef akademide “edebi bir gettoya” sıkıştırılmak istenmesinden şikâyet ediyor. (4) Akademi, bilimkurgunun edebiyat teorisindeki öneminin ve değerinin farkında değil. Robotları ve androidleri işleyen yapay zekâ öyküleri, zaman yolculuğu, uzaylı türlerle temas, dünyanın sonunu getiren felaketler vb. konuları işleyen bilimkurgu türünün okurları ve izleyicileri, daha karmaşık ve geniş bir bilinç düzeyine erişiyor. Bilimkurgu, bilimlerin politik, felsefi ve antropolojik “etki ve sonuçları” üzerinde durarak, yeni gerçekliklere pencere aralıyor. Bilimkurgu da tıpkı diğer edebi türlerde olduğu gibi, tamamen estetik nedenlerle kendi kurgusal araçlarını yaratabiliyor. Örneğin, tamamen daha etkili ve estetik bir öykü anlatımını sağlamak amacıyla, seyahat hızının ışık hızıyla sınırlanmadığı bir bilişsel (kognitif) varsayım olan “hiper-uzayı” icat ediyor. Böylece bilimkurgu, hitap ettiğinden daha bilge ve zengin bir dünya yaratıyor.
Suvin’e göre bilimkurgu, modern toplumdaki “iki kültür boşluğu”nu (5) kapatabilecek yegâne eğitsel ve edebi tür olarak, halen potansiyellerinin keşfi için üzerinde çalışacak akademisyenleri bekliyor. Çünkü bilimkurgu, hem yazarlarından hem de okurlarından temel fen ve sosyal bilim bilgisine ek olarak, bilgeliği eleştirel ve yaratıcı düşüncenin olgunluğuna işaret eden bir toplumsal düş gücünü de talep ediyor.
İleri Okumalar
- SF Encyclopedia
- JSTOR‘a ücretsiz üye olarak makalenin orijinal İngilizce kopyasını okuyabilirsiniz.
- Aristo’nun meşhur eseri Organon’u hatırlatan bu terim, sözlükte “bir felsefenin ilke ve kurallarını meydana getiren sistem” olarak tanımlanıyor.
- Suvin’in bu tespiti, geçtiğimiz aylarda ebediyete uğurladığımız, bilimkurgunun kraliçesi Ursula K. Le Guin’in 2014’te NBF’den (Ulusal Kitap Vakfı) aldığı ödül dolayısıyla yaptığı konuşmada, yıllardır prestijli edebiyat ödüllerinin gerçekçilere verilmesini gıptayla seyretmek zorunda kalan bilimkurgu ve fantastik kurgu yazarlarının aslında “daha büyük bir gerçekliğin gerçekçileri” olduğuna işaret etmesini hatırlatıyor, İ.Y. Ursula K. Le Guin’in bu ödül konuşmasını Türkçe alt yazılı olarak buradan izleyebilirsiniz.
- Suvin’in, “iki kültür” diyerek, entelektüel dünyada çığır açan bir başka çalışma olan C. P. Snow’un “Two Cultures” – “İki Kültür” adlı eserine göndermede bulunduğunu tahmin ediyorum. Snow, bu eserinde modern eğitim sistemindeki en büyük sorunun sanat ile bilimi birbirinden tamamen ayrı gören yaklaşım olduğunu savunuyor. Bu konuda, bilim insanlarının temel sanat bilgisine sahip olmalarına karşın, sanatçıların (yazarlar, ressamlar vb.) temel bilim bilgisine sahip olmadıklarını ve hatta bu cehaletlerinden yer yer övünmelerine işaret ediyor. Örnek olarak, çoğu bilim insanının Shakespeare’den ve eserlerinden haberdar olmalarına karşın, sanatçıların bilimsel bir kavram olan termodinamiğin ikinci kanununu ve entropiyi bilmediklerini veriyor. Hâlbuki termodinamiğin ikinci kanunu, Snow’a göre adeta bilimin Shakespeare’i gibi son derece temel bir konu.