farkındalık evrm

Çevre Bilinci, Farkındalık ve Evrim

Çevresinin farkındalığına sahip, bu çevre içindeki yerine ilişkin merak besleyen her canlı, çevresinde olup bitenlere o anki bilgi, birikim ve donanımı oranında bir açıklama getirme gereksinimi güder. Bu gereksinimin altında yatan ise, hayatta kalma dürtüsüdür. Çünkü çevresinde olup bitenleri anlamaktan ve kavramaktan uzak bir canlı, hiçbir şeye de anlam yükleyemez. Bu çevre farkındalığı, insanda oldukça gelişmiş bir düzeyde iken, hayvanlarda ise insana oranla daha düşük boyutlardadır; ama her canlı yaşayabilmek için az ya da çok bu farkındalığa muhtaçtır. Örneğin tüm canlılarda bir barınma gereksinimi mevcuttur. Bu gereksinim bazen doğal bazen de yapay barınakların keşfedilmesini gerektirir. En ilkel canlıların bile barınmanın gereksinimini anlamış olması ve buna bağlı olarak kendilerine bir barınak temin etmesi çeşitli düzeylerde bir zekânın varlığına işaret eder. Ayrıca barınağın bulunması ya da yaratılması da bu zekânın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Her canlının, devasa bir yeryüzünde kendisine en uygun olabilecek barınakları keşfetmesi veya inşa etmesi ancak bir çevre farkındalığının etkisiyle açıklanabilir. Evrimsel sürecin kazanımlarıyla da bu barınak keşfi ya da inşası sürekli olarak sonraki nesillere aktarılır.

Bunun yanı sıra, her canlı hayatta kalabilmek için, içinde bulunduğu çevrenin özelliklerine kısa sürede uyum sağlama becerisi geliştirebilmelidir. Örneğin ataları tümüyle doğadan beslenmiş pek çok köpek türü, günümüzde evcilleştirilerek ev ortamına ayak uydurmak zorunda bırakılmıştır. Bu köpeklerin pek çoğu, yiyecek dolabının ne   anlama geldiğini ilkel düzeyde bilir. Onların içinde yiyecek olduğunun farkındadır. Hatta yemek dolabını açabilme yeteneği kazanmış pek çok evcil köpeğin varlığına şahit olmuşuzdur. Dolayısıyla içinde bulunduğu ortamın farkındadır ve buna göre davranış geliştirir. Her canlıda olan söz konusu çevre farkındalığı, insanda oldukça ileri düzeydedir. Önceleri var olan küçük coğrafi bölge farkındalığı, zaman içerisinde üst düzey çevre farkındalığına dönüşmüştür. İnsanlar bir süre sonra tüm doğa içindeki yerini anlamaya çalışacaklar ve gelişen pek çok olaya anlam verme gayreti sarf edeceklerdir.

lead_2

Örneğin, her gün içinden geçmek  zorunda olunan bir nehrin timsahlarla dolu olduğunu bilmek, bilmemeye oranla “yenilme” riskini azaltır. Ayrıca söz konusu nehirde timsah olduğu bilgisini edinmek ve bu bilgiyi yaşam içerisinde kullanmak için, ilkel düzeyde de olsa anlamak, anlamlandırmak ve işlemek gerekir. Böylesi basit bir yaşamsal zekâdan mahrum her canlı zaten varlığını devam ettiremez ve yok olur. Zaman içinde timsahlı nehrin kuruması söz konusu olursa, eskiden var olan nehrin şimdiki kuru yatağından geçen aynı canlıların, timsahlara ilişkin geçmişe dair bu bilgiyi, zekâ düzeylerinde koruyup korumadıklarına da değinmek gerekir. Zira hayvanların da belleği olduğu su götürmez bir gerçektir.

Fillerin belki de hayatlarında bir kez gittikleri su kaynaklarını, üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen yeniden bulabiliyor olması, yine sopayla dövülmüş bir köpeğin kendisine sopa gösterildiğinde sinmesi gibi örnekler bu önermeyi haklı çıkaran kanıtlardır. Biyolojik etkenlerden kaynaklanan bir takım basit tepkileri bir kenara bırakırsak, en temel davranış bile bir parça düşünmeyi gerektirir. Bu bir dereceye kadar hayvanlar için de geçerlidir. Örneğin fare gördüğünde bir kedinin pusuya yatması gibi.

Evrim

Peki, ama bugünkü fiziksel yapı mı davranıştan, yoksa davranış mı bugünkü fiziksel yapıdan evrilmiştir? Daha da açarsak, kültürel değişimin bütününe yönelik usul usul ilerleyen birikimsel bir süreçle mi, yoksa kültürü yaratıp yönlendirmeye doğuştan uyarlanmış insan beyninin, biyolojik sığasında köklü bir değişiklikle mi yüz yüzeyiz? Şunu kabul etmek gerekir ki, insan davranışı tek yönlü değil, çok yönlü bir nitelik taşımaktadır. Bu nedenle de kökenlerinin karmaşık bir örüntü sergilemesi olasıdır. Philip Clase ve Harold Dibble, “Evrimi, arkeologların insana özgü özellikler olarak gördükleri, biyolojik ve davranışsal nitelikler dizisi şeklinde tanımlamak budalalık olurdu. Farklı biyolojik ve davranışsal özelliklerin, bunlar günümüzde birbiriyle ilintili olsalar bile, işlev ve zaman açısından ayrı kökenlerden gelmiş olmaları olasılığı daha fazladır.” demektedirler.

Lawrence Straus da, benzer bir şekilde, “Her yerde, hatta Batı Avrupa gibi dar bir bölgede bile tek geçiş süreci söz konusu değildi. Cro-mangon vücut  yapısı, Üst Paleolitik taş alet teknolojisi ve tipolojisi, kemik/geyikboynuzu aletler, büyük  çapta avcılık, süsleme ve sanatı kapsayan tek bir paket yoktu. Bu unsurların (hepsi değil) kimileri farklı zamanlarda ve yerlerde çeşitli birliktelikler halinde bulunabilir; değişen koşullar ve bunlara uyum farklılıkları konusunda her bölgenin kendine özgü bir tarihi vardır.” der. Biyolojide örüntü her zaman için önemlidir. Bugünkü insanın geçmişte bıraktığı arkeolojik örüntülere ek olarak, anatomik ve genetik örüntüler de mevcuttur. Bu örüntülerin birbirleriyle olan uyumu, temel olayların kolayca yorumlanabileceğine olan güveni hiç kuşkusuz artıracaktır.

shaman-into-a-trance

Bu süreç, topluluk içinde yaşıyor oluşun bireysel kazanımları, bu kazanımların getirisine bağlı olarak alet üretiminin ve kullanımının başlaması, bilinçselliğin ve varlıksallığın bir dışavurumu olarak simgecilik ve imgeciliğin ortaya çıkışı, ilk dinsel belirtiler, ilkel sanatın gelişimi ve öncü insan dilinin can bulması şeklinde bir seyir izler. Özellikle, simgecilik ve imgeler konusu oldukça önemlidir. Tarih sahnesinde yer almış tüm topluluklarda, bireysel ve topluluksal kimliğin bir simgesi olarak, ister bez, tüy, kabuk, kavgı ve boya kullanarak, ister vücuda dövme yaptırarak ya da kesi açtırarak, ister saça biçim vererek olsun, bedensel süslemelere yer verildiği bilinen bir gerçektir. Bu nedenle, boncuklar, gerdanlıklar gibi takılar, toplumsal kimlik ve konumun saptanabilmesine yönelik çok ciddi bilgi kaynaklarıdır.

Bunun yanı sıra, 35 bin ila 10 bin yıl önce, Batı Avrupa’daki (özellikle Fransa ve İspanya’da) insanlar çoğu kez, derin ve ulaşımı çok zor olan yörelerde, kimileri oldukça ilgi çekici tarzda olan pek çok oyma, boyama resimler yapmışlardır. Lascaux ve Altamira mağaralarındaki betimlemeler 20 bin yıl önce yaşamış toplulukların ürünleridir ve ilk ilkel sanat örnekleri olarak bilinirler. Bu tür ilkel sanat etkinliklerinin, toplumlar arası ilişkilere yönelik görüşmelerle ilgili olduğu sanılmaktadır. Zaten günümüz etnografisinde, sanatın ve imgesel betimlemelerin bu şekilde yorumlandığı söylenebilir. Kaldı ki, bu ilk toplulukların, kimi mağara duvarlarına atları, bizonları resmetme gereksinimi duymasında, dinsel bir güdülemenin etkili olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Çünkü bir Hıristiyan için, “Çoban ve Kuzu” imgesi, dinsel duygu ve simgelerle yüklüdür. Ama aynı imgeyi bir Yanomamö yerlisine gösterirseniz, sıradan bir adam ve hayvandan başka bir anlam taşımaz.

cave-el-castillo

Ayrıca dinsel ve mitolojik simgeler örtülü anlamlarla doludur. Bu simgeler kendisini üreten topluluklar nazarında karmaşık, bol ve yüklü anlamlarla bezelidir; ama yabancı birisi için tuhaf, şaşırtıcı, anlamsız biçimler olarak görünebilirler. Dolayısıyla tüm bu imgelerin, o dönemin üreticisi insanı için derin anlamlar taşıdığını kabul etmemiz gerekiyor. Kuzey İspanya’daki Castillo Mağarası’nda yer alan bir resme dikkat edilmesi gerekir. Bu resimde yer alan ızgaralar, daireler ve benekler gibi geometrik biçimler, bir zamanlar kapan, tuzak gibi av takımlarının betimlemeleri olarak değerlendiriliyordu. Fakat trans durumdaki insanlarda görülen kimi basit sanrımalar sırasında oluşan ve düşsel imgeleri çağrıştıran bu betimlemeler, Üst Paleolitik sanatın, Şamancıl özellikler taşıdığını gösteriyor.

Yine Güney Afrika’da ki Bamboo Hollow’da bulunan, San sanatına ait bir betimleme, bir zamanlar “av büyüsü” olarak yorumlanıyordu; ancak günümüzde, Şamancıl bir uygulama olarak değerlendirilmektedir. Söz konusu betimlemede, insanlar tarafından çevresi kuşatılmış bir hayvan figürü yer alır. Buradaki hayvan, avcıların hedefi olmayıp, bir tür “Yağmur hayvanı”dır; çevresindeki insan figürleri de avcıları değil, trans durumundaki Şamanları simgelemektedir.

büyücü

Bir başka örmeğe ise, Fransa’daki Trois Fréres Mağarası’nda rastlanılmaktadır. Söz konusu örnek, “Büyücü” diye adlandırılan, bir yarı insan / yarı hayvan figürüdür ve Üst Paleolitik sanatın bir kesimine ışık tutabilecek düzeydedir. Ruhlar dünyasıyla iletişim kurabildiğine inanılan Şamanlar, toplumun mitolojisini ayakta tutma noktasında önemli bir takım işlevler görürlerdi. San geleneğinde bu işlev, törensel etkinlikler sırasında kendi kendine trans durumuna geçme, ardından da, trans durumundayken, beliren düşsel bir takım imgelerin resimlerini yapmaya koyulma biçiminde kendini gösterir. Dolayısıyla, San sanatına Şamancıl unsurlar hâkimdir.

Genel anlamda Şamanlar, ilaç kullanma ve yoğun hiperventilasyon gibi etkinlikleri kapsayan ve her zaman ritmik şarkılar, el çırpmaları ve danslar eşliğinde gerçekleştirilen çeşitli tekniklerle kendi kendilerine transa geçebilirler. Bu işlemler esnasında Şamanların tüm gövdeleri şiddetli bir biçimde titremeye tutulur. Bundan da önemlisi, “ölerek” öte dünyadaki ruhları ziyaret ettikleri gibi sanrısal imgeler de görebilirler. Dolayısıyla, ilk sistemli dini törenler sayılabilecek bu tip etkinliklerin, dinin geçirdiği süreçlerin anlaşılması adına önemi büyüktür.

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

insan

Tüm İnsan Türünü Tek Karede Temsil Etmek Mümkün mü?

1972’de Carl Sagan, insanlığı uzaya göndermeye hazırlanıyordu. Pioneer görevleri insansız olsa da, ola ki bir …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et