Tekillik bir Ağ’dır. İnsandan önce, hatta canlılıktan bile önce evrimleşmeye başlamış devasa bir sistemin varacağı son noktadır. Sonunda tüm evreni kaplayacak ve kaderini belirleyecek olan nihai yapıdır. Nitekim birçok bilimkurgu yapıtında bu şekilde ele alınmıştır. Zaman Yolculuğu ya da Alternatif Tarih gibi bilimkurgunun ana temalarından biri olmasa da literatürde belirgin bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Terminator’deki Skynet orta ölçekli bir ağ tasarımıdır. Tüm evrenin birleştiren muazzam bir bilgisayar olarak Ağ, Doctor Who: Shada’da da mevcuttur. Ray Kurzweil sadece bu konuyu ele alan Tekillik adlı bir kitap yazmıştır.
Tekillik tarihinde sadece bir geçiş evresi olduğumuzu ve önemsiz bir rol oynadığımızı kabul etmemiz gerekiyor. Son tahlilde Tekillik’in insanlığa ihtiyacı olmayacaktır ve asıl gelişimini insana bağımlı olmaktan kurtulduğunda gösterecektir. Ancak şimdilik kurbağa larvaları gibi sırtımıza yapışmak zorunda. Gelecekte bu durumun değişeceği kesindir. Gelişimini tamamladığında varlığımıza son verip vermeyeceğini ise bilmiyoruz.
Bu girişten sonra Tekillik’in gelişimini ele alabiliriz. Ardından geleceği hakkındaki vizyonumuzu da ortaya koyacağız.
Önce ağların gelişimine bir göz atıyoruz.
Canlılık Tarihi ve Sıfır Ağ: Tekillik’e Doğru İlk Adım
İki milyar yıl önce yaşam, bağımsız hücreler olarak başladı. Milyarlarca yıl süren karmaşık bir olaylar zincirinin (inorganik evrimin) son halkası, tek hücreli bakteri yaşamıydı. Daha doğrusu, biz yaşam tarihini oradan başlatıyoruz, çünkü o kadarını biliyoruz. Ondan önce gerçekleşmiş olması gereken inorganik evrim konusunda ise fazla bilgimiz yok, hatta bu konuda ürettiğimiz teoriler bile sınırlı. Belki de bakterilerden önce çoğalmayı başaramayan ölümsüz hücreler vardı; ya da birbirinden çok farklı moleküler mekanizmalara ve hücresel yapılara sahip canlılar ortalıkta dolanıyordu. Sonuçta şundan eminiz ki sonsuz yaşamanın sırrı, sonsuza kadar ayakta kalmayı başarmak değil; kendi kendini kopyalama yeteneğiydi. Ve bu hatasız olarak yapılmalıydı, yani hemen hemen… Çünkü değişim için küçük mutasyonlara gereksinim vardı. Proto Bakteri adı verilen bir canlı türü bunu yapmayı başardı.
Proto Bakteri hala yaşıyor. Elbette değişerek farklı şekillere girdi ve gelişti. Ama günümüzde yaşayan bazı arkelerin (ilkel ve dayanıklı bakteri türleri) proto bakteriye oldukça benzediğine inanıyoruz. Sonuçta bu orijinal canlı bugüne değin sayısız kez kendini kopyalamayı başardı. Halen bunu yapmaya devam ediyor ve bir şekilde milyarlarca yıldır hayatta kalabiliyor. Hepimiz onun çocuklarıyız. Ancak bizim ağ tarihini belli olayların sıralaması olarak ele almamız gerekmiyor. Daha kavramsal bir yaklaşımı benimseyebiliriz. Aslına bakarsanız, başka seçeneğimiz de yok, çünkü canlılık tarihi ve ondan önceki inorganik evrimin dip bölümü karanlıktır. Bu amaçla, ağı, birimler (nodlar) ve bu birimler arasındaki bağlantılar olarak ele alacağız. Basitleştirilmiş sistemimizde çevreyi yok sayacağız; ya da ağın çok vurgulanmayan bir parçası olarak göreceğiz. (Birimlerin cansız çevre ile madde alış verişi ağın bir parçası olarak görülebilir.)
En basit Ağ olan Sıfır Ağ, ayrışık birimlerden oluşan bir sistemdir. Ancak birimlerin yüzde yüz ayrışık oldukları söylenemez. (Bu durumu anlatabilmek için yandaki şekilde nodlar arasında zayıf bağlantılar çizdik.) Birimler aynı ortamda yaşıyor, birbirini avlıyor, yiyecek için rekabet ediyor ve aralarında çeşitli kimyasal ve fiziksel etkileşimler bulunuyorlardı. Ancak bu etkileşimler bilgi değiş tokuşundan ziyade madde değiş tokuşuydu. Avlanma, rekabet, dokunma, kimyasal haberleşme, gen alış verişi, birbirinin atıklarından yarar ya da zarar görme türünden etkileşimler ağın en temel etkileşimleriydi. Daha öncesinde kimyasal evrim aşamasında molekül ve atomlar arasında da oldukça önemli fiziksel ve kimyasal etkileşimler söz konusuydu. Demek ki ideal sıfır ağ (etkileşimsiz ağ) aslında hiçbir zaman var olmamıştır.
Yaşam en başından beri ağ olarak başlamıştır. Ancak daha önce de söylediğim gibi, bizim yaklaşımımız soyut bir yaklaşım olacak. Sıfır Ağ, bağlantısız birimlerin düzensiz ve rasgele birlikteliğidir. Birimler arasında zayıf bağlar varsa da bu bağlar bilgi yoğun değildirler. Sıfır Ağ’da birimler birbirinden farklı yapıya sahiptir. Yani birbirinden beslenemeyen, farklı protein yapılarına ve farklı metabolizmalara sahip yapılar bir aradadır. Birimlerin arasında bağların bu denli zayıf olmasının bir nedeni de birimlerin ölçünlü (standart) olmayışı, birbirinden faklı yapılara sahip oluşudur. Şu an evrende yaşayan tüm canlılar bir araya gelseler, bir Sıfır Ağ oluştururlardı. Çünkü birbirleriyle iletişim kuramadıkları gibi farklı metabolizmalarından dolayı etkileşimleri çok zayıf olurdu. (Birbirleriyle konuşamazlar, birbirleriyle beslenemezlerdi vs.) Ancak, birimler oldukça gelişmiş olduğundan, kısa zamanda evrensel bir ekosisteme dönüşürlerdi.
Ekosistem: Bir gezegendeki yaşamın oluşturduğu ağ, bir sıfır ağ sayılamaz, çünkü birimler birbirleriyle aynı temel metabolizmayı, aynı çevreyi paylaştıkları ve aynı besin ve madde döngülerinin parçası oldukları için, yüksek düzeyde bağlantılıdırlar. Bu ağa ekosistem denmektedir. Ekosistem bir bütün olarak yüksek enformatik bir süper-ağ değildir. Kendi kendini dengeleyerek uzun süreli hayatta kalmayı başarsa da kendinden daha hızlı ve zeki bir ağ ile rekabet edemez. Nitekim insanların oluşturduğu yüksek hızlı ve enformasyon temelli ağ (beyin ve toplum), ekosistemi çökertmek üzeredir.
Ekosistem, yoğun etkileşimli, birbiriyle uyumlu birimlerden oluşur. İçinde birbirinden bağımsız ya da düşük etkileşimli gruplar bulunabilir. Etkileşim seviyesi yüksek olsa bile, bilgi aktarımı ve bilginin saklanma oranı düşüktür. Ekosistem yavaş uyum sağlayan, uzun vadeli bir sistemdir. Güçlü ama hantaldır. Yavaş değişir, ataleti yüksektir. Uzun ömürlü ve inanılmaz bir potansiyele sahiptir. Ancak, zayıf noktası da tam olarak bu yavaşlığıdır.

Bireysel Semantik Ağ (Beyin): Bireysel semantik Ağ’da bazı birimler basit olmaktan çıkmış, kendi başına bilgi depolayabilir hale gelmiştir. Yani belleği vardır. Şunu unutmayalım ki her tür ağ, belli oranda bilgi depolar. Burada temel olarak kastımız, bellek ve farkındalıktır. Ağ içinde semantik yeteneğe sahip birimler, bilgiyi içgüdüsel olarak değil, heuristik (deneyime dayalı) olarak anlamlandırabilmektedir. Yani bazı birimler (örneğin memeliler ve özellikle de insan) semantik bir iç ağa (beyin ve bellek) sahiptirler ve bu sayede deneyimlerini anlamlı bilgiye dönüştürebilmektedirler. Araçlar yapabilmekte, zamanı geçmiş, şu an ve gelecek olarak sınıflandırabilmektedirler. Geçmişi bellekleri sayesinde fark etmişlerdir. Geleceği ise semantik anlamlandırma yeteneği ya da farkındalıkları sayesinde keşfetmişlerdir.
İkisinin arasında bulunan şimdiki zamanın zincirinden bu şekilde kurtulmuşlardır. Artık bir makine değildirler ve onlar için dünya anlamlı bir yerdir. (En azından semantik içyapıya sahip birim tarafından varlıklarını anlamlandırabilmekte ve farkındalık geliştirebilmektedirler.) Ancak semantik ağ, bu becerisinden sadece kendisi yararlanmakta, bilgi ve deneyimlerini aktaramamaktadır. Çünkü dil becerisine sahip değildir.
Toplumsal Semantik Ağ (Toplum): Bireysel Semantik Ağ’ın bir üst sürümüdür. Artık birimler arasında iletişim çok daha güçlüdür çünkü dil gelişmiştir. Dil sayesinde semantik birimler deneyim ve bilgilerini paylaşabiliyor, ortak ve eş zamanlı olarak hareket edebiliyorlardı. Bu nedenle toplumun zekâsı (bilgi işlem kapasitesi), bireysel semantik birimlerden çok daha fazladır.
Toplumsal semantik ağ, bireysel semantik ağdan çok daha hızlı bir şekilde değişimlere ayak uydurabilir, çünkü bireysel semantik ağ donanımı evrime bağımlıdır ve bilgi toplama kapasitesi de bir tek birimin deneyimleriyle sınırlıdır. Oysa toplumsal semantik ağ, bireysel semantik birimlerin farklı deneyimlerini birbirine aktarmasını sağladığından, çok daha hızlı ve esnektir.
Birikim Ağı (Kültür): Kültür, bilgiyi biriktirebilen ve kuşaklar arasında aktarabilen ağdır. Semantik ağlarda da bilgi oluşuyor ancak yazı olmadığı için bilgiyi gelecek kuşaklara aktarmak mümkün olmuyordu. Yani salt toplumsal semantik ağın belleği yetersizdi ve o an yaşayan kuşağın belleğiyle sınırlıydı. Oysa birikim ağında, yani kültürde bilgiler zaman içinde bir kuşaktan bir kuşağa aktarılabilmektedir. Bu aktarım, geleneklerin sözel ve usta çırak ilişkisi yoluyla aktarılmasından çok daha etkili olan yazının bulunuşunu gerektirir. Bundan sonra ağ, zaman boyutu içinde de varlığını sürdürebilir, yani geçmiş kuşakların deneyimleri kaybolmaz ve gelecek kuşaklara aktarılabilir.
Yazı, bilgi aktarımını kuşaklar arasında mümkün kılıyor.
Bu arada, ağlarda birim sayısı arttıkça birimler arası bağlantılar giderek karmaşık bir hale geleceğinden, ağlar hiyerarşik hale gelmektedir. Her birimin bağlantılı olabildiği diğer birimlerin sayısının bir sınırı vardır. İnsanlar için 500 gibi bir sayıdan söz ediliyor. Nöronlar içinse bu sayı 10.000 civarındadır. Demek ki bağlantı sayısı belli bir değeri aştığında, birimler hiyerarşik hale gelmeye başlar. Burada, insan toplumlarının büyüdükçe yönetim kategorilerinin ortaya çıkmasının zorunlu olduğunu söyleyebiliriz.
Yüksek Kapasiteli Süper Ağ (Tekillik): Teknoloji, iletişim olanaklarının olağanüstü artması anlamına gelir. İletişim hızı arttıkça, bağlantıların ilettiği bilgi miktarı da olağanüstü artar. Sonunda, aktarım doğrudan ve anlık hale gelir. (Einstein’in Görelilik Yasasına göre hiçbir aktarım anlık olamaz elbette. Küçük ağlar için aktarımı anlık kabul edebiliriz ama astronomik boyutlarda ağlar söz konusu ise, gecikmeli aktarımın göz önünde bulundurulması gerekecek.)
Günümüzde ağ, bu düzeye henüz ulaşmıştır ama birçok fütüroloğun tahmin ettiği gibi, çok da uzak olmayan bir gelecekte ortaya çıkacak olan Süper-Ağ, yani Tekillik, olası en büyük ve en karmaşık ağı oluşturacak ve hızla gelişecektir. Onun gelişimini insanoğlu durduramaz. Hatta, onun ortaya çıktığını fark etmeyeceğiz bile. Fark ettiğimizde ise çok geç olacak. Ağ, kendi kendini yaratacak ve ilerleyeceği yönü kendisi seçecek.
Vizyon: Ağ nasıl bir gelecek ön görecek? İnsanların var olmasına izin verecek mi? Bu sorunun yanıtı bilinmemekte. Ağ, bir şekilde insanların yaşamasına izin verebilir. İnsanlarla iş birliği yapmayı seçebilir ya da onu bütünüyle bir engel olarak görür ve ortadan kaldırmaya karar verir. Ne yapacağını bilmiyoruz. Kaderimizi yönlendirebileceğimizi sanıyoruz, oysa böyle bir gücümüz yoktur, olmayacaktır. Ağ, bizim bu seçeneği fark etmemizden çok önce gelişimini tamamlayacak ve bizim irademizden bağımsız hale gelecektir.
Ben, tekilliğin bizim kontrol edebileceğimiz bir şey olmadığını düşünüyorum. Yani, bir yere kadar bizim kontrolümüzde gibi görünecek, tıpkı küçük bir çocuk gibi. Ama giderek hızlanan bir şekilde gelişecek ve tekillik noktasına ulaştığında (ki Ray Kurzweil’in buna ‘tekillik’ demesinin nedeni de budur); artık onu kontrol etmemiz imkansız hale gelecek. Onun varlığını ve gücünün ayırdına dahi varamayabiliriz.
Sonuç olarak insanlığın geleceğine Tekillik denen bu muazzam ağ karar verecektir. Üstelik Tekillik, salt insanların kaderine değil, bir süre sonra evrenin kaderine de hükmetmeye başlayacaktır.