1930 yılında keşfedilen Plüton, Güneş Sistemi ailesinin en uzak ve en küçük gezegeni sıfatını yıllar boyunca taşımıştı. 2006 yılında gezegenlik tacı elinden alınıp cüce gezegenliğe tenzil-i rütbe yapılsa da o halen çoğu kişi için gönüllerin gezegeni.
Uluslararası Astronomi Birliğinin (International Astronomical Union) kriterlerine göre yıldızının etrafında dönmesine rağmen yörüngesinin civarını temizleyecek ölçüde güçlü kütle çekimine sahip olamayan gök cisimleri “cüce gezegen” olarak kabul edilmekte. (1) Bizim Güneş Sistemimizde Plüton’dan başka bu kategoride kabul edilen en ünlü cüce gezegenler –şimdilik- şöyle: Ceres, Eris, Makemake ve Haumea. Bunlardan Ceres haricindekiler Plüton ötesinde konuşlanmış durumdalar.
Plüton’un Fiziksel Özellikleri
Kuiper Kuşağı olarak adlandırılan bölgede bulunan Plüton’un çapı sadece 2380 km. Kütlesi Ay’ın altıda biri ve üzerinde dursaydınız hissedeceğiniz yerçekimi ise Dünya’dakinin on beşte biri büyüklüğünde. Güneş’ten ortalama uzaklığı Dünya’nınkinin yaklaşık 40 katı: 5.8 milyar km. Yörüngesinin şekli itibariyle kimi zaman Güneş’e Neptün’den daha yakın olabilen Plüton, örneğin 1979-1999 yılları arasında böyle bir konumdaydı. Bir Plüton yılı, 248 Dünya yılı ediyor. Bir günü ise 153 Dünya saati. Tıpkı Venüs ve Uranüs gibi ekseni etrafında retrograde (doğudan batıya) hareket eden Plüton’un eksen eğikliği ise 57 derece kadar. Yüzey sıcaklığının -228 ve -238 derece arasında olduğu düşünülen Plüton’un çok ince bir atmosferi mevcut ve azot, metan ve karbonmonoksitten oluşuyor. Plüton’un şimdiye dek bilinen beş uydusu keşif yılları itibariyle şöyle: Charon (1978), Nix ve Hydra (2005), Kerberos (2011) ve Styx (2012). Bunların arasında bir tek Charon neredeyse Plüton’un yarısı büyüklüğünde, diğerleri ise boyutsal olarak çok ufak kalmakta ve zaten şekilleri de bu yüzden eciş bücüş. (2)
Şimdiye dek sadece Temmuz 2015’te NASA’nın New Horizons (Yeni Ufuklar) adlı uzay sondası tarafından yörünge mesafesinde yakından incelenen Plüton hakkında böylece daha önce bilmediğimiz yeni şeyler öğrenmiştik. (3) Bunların arasında en dikkat çekici olanları, yüzeyinde kalp şeklinde genis bir düzlüğe sahip olması (Biz de seni seviyoruz Plüton!) ve tektonik açıdan halen aktif olduğundan açığa çıkan ısıyla beraber bir ihtimal yüzeyinin altında sıvı halde su okyanusuna sahip olması. Bu yüzden belki de Plüton’da evrimleşmiş bir su altı yaşamın varlığı hiç de şaşırtıcı olmaz.
Bilimkurgu Edebiyatında Plüton
Eski Yunan mitolojisindeki yer altı tanrısı Hades’in Roma’daki karşılığının isim olarak koyulduğu (keşfedildiğinde 11 yaşında olan Venetia Burney’nin önerisiyle gerçekleşiyor. Kendisiyle ölmeden önce yapılan röportajı buradan okuyabilirsiniz) Plüton, 20. yüzyıl bilimkurgusunda da kendisine sayıca fazla olmasa da yine de kayda değer bir yer buluyor. Genellikle uzaylıların gizli üsleri için ideal bir yer olarak düşünülen Plüton hakkında bilimkurgu edebiyatında verilen eserler arasında en ön plana çıkanları şöyle tanıtabiliriz (4):
H.P. Lovecraft’ın 1931’de yayımlanan novellası “The Whisperer in Darkness“ta (Karanlıkta Fısıldayan), Sol (Güneş) Sisteminin dokuzuncu gezegeninin ismi Yuggoth ve Mi-go adlı uzaylıların bir üssü olarak geçiyor. Lovecraft bu eserini yazmaya başladığında henüz Plüton keşfedilmemişti, bu yüzden Yuggoth’u Plüton’un keşfini öngören kavramsal bir gezegen olarak kabul edebiliriz. Stanton A. Coblentz’in Wonder Stories dergisinin Bahar 1931 sayısında yayımlanan “In Plutonian Depths” (Plüton’un Derinliklerinde) adlı öyküsü, yeni keşfedilen gezegende geçen ilk öykü olarak bilimkurgu tarihindeki yerini alıyor.
Stanley G. Weinbaum’un 1935’te yayımlanan “The Red Peri” (Kızıl Çeper) adlı novellasında bir uzay korsanı olan karakterin Plüton’da gizli bir üssü bulunmaktadır. Sovyet bilimkurgu yazarı Ivan Yefremov’un 1957 tarihli “Andromeda Nebulası” adlı romanında, buzul bir dış gezegen olarak tarif edilen Plüton’a yapılan bir inceleme seferinde eski çağlara ait uzaylı yapılar keşfedilmektedir. Bilimkurgunun efsanevi isimlerinden Robert A. Heinlein da eserlerinde Plüton’u işleyen yazarlar arasında. 1958’de yayımlanan “Uzay Elbisemle Yolculuğa Hazırım” romanında Plüton, uzaylılar tarafından Dünya’ya keşif seferlerinde kullanılan bir üs olarak karşımıza çıkmakta. 1959’da yayımlanan “Starship Troopers” (Yıldız Gemisi Askerleri) adlı kült romanda ise Dünya Federasyonu (Terran Federation) Plüton’da bir araştırma tesisi inşa etmiştir ama düşman faaliyetleri nedeniyle bu tesisin yok edildiğini öğreniriz.
Bilimkurgunun yaşayan en önemli yazarlarından olan Kim Stanley Robinson’un 1985’te yayımlanan “Icehenge” (Buzul Dikilitaş) adlı romanında Plüton’un kuzey kutbunda gizemli bir anıt keşfedilmektedir. Gregory Benford’un 2006’da yayımlanan “Sunborn” (Güneş Doğumlu) adlı romanında ise Plüton’un azottan oluşan okyanusunda yaşayan ufak ama zeki uzaylı yaratıklar bulunmakta. Bu yaratıklar, Plüton ötesinde Güneş Sistemi’nin en dış çeperlerinde yaşayan manyetik canlıların yürüttüğü biyolojik deneylerin sonucunda hayata gelmiştir. (Yazarın New Horizons uzay sondası Plüton’a varmadan hemen önce kaleme aldığı bir yazıyı buradan okuyabilirsiniz)
Isaac Asimov’un derleyerek editörlüğünü üstlendiği “Güneş Sistemi Öyküleri” antolojisinde Plüton hakkında da iki öykü yer almakta. Bunlardan Larry Niven’ın yazdığı “Bekle” adlı öyküde, Plüton’a giden 3 kişilik ekipten 2’si gezegene ayak basmak için yörüngedeki gemilerinden ayrılır. Yüzeye indikten sonra gemi arızalanır ve 2 astronotu zor anlar bekler. Çünkü Plüton’un soğuğunda hayatta kalmaya çalışmak zorlayıcıdır.
Aynı antolojide Robert F. Young’ın kaleme aldığı “Nikita Eisenhower Jones” öyküsünde ise 13 yaşında uzayla alakalı bir çizgi roman okuduktan sonra hayatı değişen Nikita Eisenhower Jones’ın yaşamı anlatılmaktadır. Plüton’a gitme hayali olan Nikita, zamanı gelince bu hayaline ulaşacaktır.
TV’de Plüton
Plüton’a kurgularında yer veren TV yapımları arasında ise en önemlileri Space Patrol ve Doctor Who dizileri. 1963’te İngiltere televizyonlarında yayımlanmaya başlanan “Space Patrol” (Uzay Devriyesi) adlı dizinin “The Fires of Mercury” (Merkür’ün Ateşleri) adlı bölümünde Profesör Heggarty’nin karıncaların dilini çözmek için icat ettiği cihazın aynı zamanda ısı dalgalarını radyo dalgalarına ve tekrar ısı dalgalarına dönüştürebildiği keşfedilir. Cihazın bu özelliği, aşırı soğuk koşullarda yaşamak zorunda kalan Plüton gezegenindeki koloniye Merkür’deki koloniden ısı enerjisi taşımak amacıyla kullanılır. (Her biri 25 dakikadan oluşan 39 bölüme sahip dizinin dikkat çeken bir başka özelliği ise kuklalar kullanılarak çekilmesi.)
TV tarihinin en uzun soluklu dizisi Doctor Who’nun 1977’de yayımlanan “The Sun Makers” (Güneş Yapıcıları) adlı bölümünde, uzak gelecekte insanlar tarafından yerleşilmiş ve yüzeyi geniş şehirlerle kaplı bir Plüton’u görürüz. Bu kolonide soğuğu alt etmek için Plüton gökyüzünde yapay güneşler inşa edilmiştir ama bu güneşlerin kontrolü gezegeni yöneten elit bir grubun elindedir. Bu enfes bölümün tanıtım fragmanını buradan izleyebilirsiniz.
Son olarak, BBC’nin büyük ilgi gören ve 2004’te yayımlanan kurgusal belgeseli “Voyage To The Planets” (Gezegenlere Seyahat) Plüton’da yürümenin nasıl bir şey olacağına dair oldukça gerçekçi sahnelere sahiptir.
Balayı Mekânı Olarak Plüton
Artık bir cüce gezegen olarak kabul edilse de, Plüton’un kalplerimizdeki yeri kocaman. Yüzeyindeki kalp şeklindeki geniş düzlük, uzak bir gelecekte balayını uzakta geçirmek isteyen çiftler için ideal bir yer olabilir. Tabii bunun için önce oraya daha hızlı varacak yeni nesil motorların icat edilmesi gerekli. O zaman gelinceye dek Plüton şimdilik sadece bilimkurgu eserlerinde işlenmeye devam edecek.
Yararlanılan Kaynaklar: