Bilimkurguda Ölümsüzlük

İnsanlığın düşlerinden biri ölümsüzlüktür. Eskiden beri gençlik iksiri ya da hayat suyu arayışları, masal, destan ve efsanelerin konusu olagelmiştir. Tithonus efsanesinde ve Jonathan Swift’in Struldrruggs’larla ilgili öyküsünde de belirtildiği üzere, gençleşme olmadan ölümsüzlüğün ne tadı olur ne tuzu. İşbu sebepten dolayı ölümsüzlük veren herhangi bir şifa, ekseriyetle yaşlanmayı da önler veyahut kişiyi hepten gençleştirir.

Ölümsüzlük masallarında ilk dikkatimizi çeken, ölümsüzlüğün yanlış bir amaç ve hatta Ixion, Tantalus, Sisifos ve Yurtsuz Yahudi‘nin çilesinde görüldüğü gibi, sonsuz eziyetli bir lanet olarak ele alınmasıdır. Malum, gotik fantezilerde zaten böyle olması gerekiyor, çünkü bunlar halihazırda boş hayallerin peşinden koşanlar için uyarı olarak yazılmış masallardır. William Godwin tarafından yazılmış olan St. Leon (Aziz Leon, 1799), Charles Maturin tarafından yazılmış olan Gezgin Melmoth (Melmoth the Wanderer, 1820); Mary Wollstonecraft Shelley tarfından yazılmış olan Ölümsüz Ölümlü (The Mortal Immortal, 1833) ve W. Clark Russell tarafından yazılmış olan Gezgin Yahudi (The Wandering Jew, 1844) bu tarz eserlere örnek olarak gösterilebilir. Asıl şaşırtıcı olan erken dönem bilimkurgucularının da bu tarz şeyler yazmaya devam etmesidir.

sisifos

Walter Besant tarafından yazılmış olan İç Ev (The Inner House, 1888)’e göre ölümsüzlük toplumu kısırlaştıracaktır. Bu görüş daha sonra birçok yazar tarafından tekrarlandı. Bunlar arasında Mavi Mikrop (The Blue Germ, 1918)’in yazarı Martin Swayne de var. Harold Scarborough tarafından yazılmış olan Ölümsüzler (The Immortals, 1924) ve Aldous Huxley’in yazdığı Ölümsüz Kuğu (After Many a Summer Dies the Swan, 1939) da bunların arasında sayılabilir. George C. Foster‘ın Kayıp Bahçe’si (The Lost Garden, 1930) ve George S. Viereck ile Paul Eldridge’in  üçlemesi Gençliğimin İki Bin Yılı (The First Two Thousand Years,1928) gibi daha iyimser eserlerde ise dünyada yalnızca birkaç ayrıcalıklı ölümsüz bulunmaktadır.

George Bernard Shaw, Methuselah’a Dönüş (Back to Methuselah, 1921)’te uzun ömürlülük umudunu dile getirdiğinde, Karel Čapek de kendi oyunu Makropoulos’un Sırrı’na (Makropoulos Secret, 1925) ölümsüzlüğün tek bir kişi için bile lanet olacağını iddia ettiği bir önsöz ekledi. Jorge Luis Borges, Ölümsüz (El Immortal, 1947) adlı eserindeyse yozlaşmış bir ölümsüzler topluluğunun karanlık tablosunu çizdi.

01-immortality

Bu görüş farklılıkları bilimkurguda daha da belirgin hale gelmiştir. Bazı öykülerde ölümsüzlük bizlere sonsuz bir fırsatlar dünyasının kapılarını açan bir şey, bazı öykülerde ise duraklama, yenilik ve değişimin sona ermesi olarak yansıtılmıştır. Erken dönem ucuz romanlarından bazıları birinci görüşe meyletmişlerdir: Neil R. Jones’in Jameson Uydusu (The Jameson Satellite, 1931); Eando Binder’in Anton York öyküleri (1937-1940); Laurance Manning’in Ölümsüz (Immortal, 1937) ve Uyanan Adam (The Man Who Awoke, 1933) bunlara örnek olarak gösterilebilir.

İkinci görüşü savunanlar arasında David H. Keller’in Sonsuz Hayat’ı (Life Everlasting, 1934) ve John R. Pierce’nin Değişmez’i (Invariant, 1944) sayılabilir. Sonraki yıllarda bolca yayınlanan bilimkurgu dergileri de her iki görüşün örnekleriyle doludur. J. T. McIntosh’un Sonsuza Dek Yaşamak (Live For Ever, 1954) ve James Blish’in Ölümün Sonu (At Death’s End, 1954) adlı eserleri ölümsüzlüğe şüpheyle yaklaşanlar arasında sayılabilir. Öte yandan Damon Knight’ın Çocuksuz Dünya (World Without Children, 1951), Frederik Pohl’un Sarhoş Adımları (Drunkard’s Walk, 1960), Brian W. Aldiss’in Uçan Solucan (The Worm that Flies, 1968) ve Bruce McAllister’in Ölümsüz Kalpler (Their Immortal Hearts, 1980) adlı eserleri ölümsüzlüğe iyimser yaklaşanlar arasında ilk akla gelenlerdir.

immortal-90

Bununla birlikte, bütün eserlerde ölümsüzlük arzusunun son derece güçlü olduğu ve ölümsüzlük vaadinin de her kapıyı açtığı genel olarak kabul edilir. Örnek olarak Jack Vance’in Sonsuza Değin Yaşamak (To Live Forever, 1956), James E. Gunn’un Ölümsüzler (The Immortals, 1955), John Wyndham’ın Liken’in Sorunu (Trouble with Lichen, 1960), Norman Spinrad’ın Böcek Jack Barron (Bug Jack Barron, 1967), Bob Shaw’ın Bir Milyon Yarın (One Million Tomorrows, 1970), Robert Silverberg’in Kafatası Kitabı (The Book of Skulls, 1972), Thomas N. Scortia’nın Yorgun Nehir (The Weariest River, 1973) ve Mack Reynolds ile Dean Ing’in Sonsuzluk (Eternity, 1984) adlı eserlerini gösterebiliriz.

Ölümsüz kahramanları anlatan birçok bilimkurgu romanı da vardır. Bunlar arasında A. E. Van Vogt’un Silah Yapanlar (The Weapon Makers, 1943); Wilson Tucker’in Zaman Üstatları (The Time Masters, 1953)Clifford D. Simak’ın Yol İstasyonu (Way Station, 1963)Roger Zelazny’nin Bu Ölümsüz (This İmmortal, 1966) ve Robert A. Heinlein’in Aşk’a Zaman Yok (Time Enough for Love, 1973) adlı eserleri sayılabilir. Ancak hâkim görüş sonunda sıkıntı ve kısırlığın ölümsüzlerin başına dert olacağı yönündedir. Raymond Z. Gallun’un Cennet Çemberi (Eden Cycle, 1974) bu konuyu derinlemesine ele almıştır. Ayrıca Michael Moorcock’un Zamanın Sonundaki Dansçılar (Dancers at the End of Time, 1972-1976) adlı dizi romanının kahramanları olan ölümsüzler can sıkıntısını kendilerinden uzak tutmak için ne gerekirse yaparlar.

dune

Ölümsüzlüğün bir diğer sorunu da, ölümsüzlük için ödenen bedelin ağırlığıdır. Canavarca bir fiziksel dönüşüm gerektirmesi gibi. Aldous Huxley’in yukarıda sözü edilen Ölümsüz Kuğu adlı eserinde ölümsüzler seviştikçe maymunlaşırlar. Frank Herbert’in Dune’un Tanrı İmparatoru (God Emperor of Dune, 1981) adlı eserinde tanrı imparator kum solucanına dönüşebilmek için 3500 yıl çabalamıştır. Neal Asher’in The Skinner (2002) adlı eserinde insan dâhil tüm canlı yaratıkların üzerinde asalak olarak yaşayabilen bir sülük, kurbanlarını bir virüs yardımıyla ölümsüzleştirmektedir. Spatterjay adlı bu virüs kurbanlarını güçlendirmekte ve yaralarını iyileştirmektedir, ancak kurban sürekli olarak virüs içeren gıdalar tüketmek zorundadır. Aksi takdirde sülüğe dönüşmeye başlar.

Yukarıda sözü edilen Bob Shaw’ın Bir Milyon Yarın adlı eserinde erkekler ölümsüzlüğün bedeli olarak kısırlaşmakla kalmaz, aynı zamanda da iktidarsız hale gelirler. Richard Wilson’un Sekiz Milyar (The Eight Billion, 1966) adlı eserine göre herkes ölümsüz olursa, ciddi bir nüfus sorunu baş gösterecektir. Eserde New York kentinin nüfusu sekiz milyarı geçmiştir.

olumsuzluk-3

Yazılan kimi modern öyküler konuya oldukça akılcı ve analitik bir şekilde yaklaştılar. Bu eserlerde uzun yaşamın getirdiği problemler bulunsa da esas olarak ölümsüzlüğün pozitif yönleri işlenmiştir. Öne çıkan örnekler: Robert Silverberg’den Ölüyle Doğmak (Born with the Dead, 1974) ve Bizans’a Yolculuk (Sailing to Byzantium, 1985); Octavia Butler’den Vahşi Tohum (Wild Seed, 1980); Pamela Sargent’den Altın Boşluk (The Golden Space, 1982); Kate Wilhelm’den radyasyon direncine sahip olan insanlar yüzünden Soğuk Savaş’ın dengesinin bozulmasını anlatan Hoş geldin, Kaos (Welcome, Chaos, 1983); Poul Anderson’un epik destanı Milyon Yıllık Gemi (The Boat of a Million Years, 1989)

Richard Cowper’in Titoniyen Faktörü (The Tithonian Factor, 1983) adlı eserinde özellikle bahsetmek gerekir. 22. Yüzyılda geçen eserde, iki yüz yıl önce keşfedilen bir ilaç sayesinde ölümsüzlüğe kavuşmuş bir kısım insanın beklenmedik trajedisi anlatılır. Ölümden sonra insanları bekleyen mutluluk dolu bir yaşamın var olduğu anlaşılmıştır, ama ölümsüzlere bu hayat yasaklanmıştır. Damon Knight’ın Dio (1957), Martha Randall’ın Adalar (Islands, 1976) ve Frederik Pohl’un Ölüleri Geçmek (Outnumbering the Dead, 1990) adlı eserleri ölümsüzlerin yalnızlığını işleyen oldukça ilginç hikâyelerdir.

olumsuzluk-2

Sinema ve televizyonda ölümsüzlük bir tür kutsal kâse gibi ele alınmıştır. Örnek olarak 1949 yapımı Tarzan’ın Ab-ı Hayat Suyu (Tarzan’s Magic Fountain) ve 1969-1971 arası yayınlanan Ölümsüz (The Immortal) dizisidir. Dizide, özel bir tip kan grubuna sahip olan kahramanımız hastalıklara ve yaşlanmaya bağışıktır. Kendisini tutsak ederek kanından faydalanmak isteyen güçlü bir adamın elinden kaçmakta ve kendisiyle aynı özelliğe sahip olduğunu düşündüğü kardeşini aramaktadır. Bunun dışında ölümsüzlük sinema ve tv’de genelde klonların vahşice kullanılması ya da vampirlerin yaptığı gibi başkalarının yaşam özünün sömürülmesi şeklinde, yani bir kötülük olarak ele alındı.

Taşa Dönüşen Adam (The Man Who Turnet to Stone, 1957); Sülük Kadın (The Leech Woman, 1960); Daybreakers (2010) ve Only Lovers Left Alive (2013) örnek olarak gösterilebilir. Bunun dışında bazı az sayıda filmlerde ölümsüzlük temasının daha üst düzey bir yaklaşımla ele alındığı da görülmüştür. Lost Horizon (1937), The Fountain (2006) ve Dünyalı (The Man from Earth, 2007) adlı filmler örnek olarak gösterilebilir.

beden-dondurma-kapak

İnsan DNA’sının kodunun çözülmesinden sonra yapılan kimi araştırmalarla uzun yaşam ve ölümsüzlük fikri bir spekülasyon olmaktan çıkıp, gerçekleşmesi olası bir vizyon haline geldi. R. C. W. Ettinger’in Ölümsüzlük Olasılığı (The Prospect of Immortality, 1964) adlı kitabında popüler hale getirdiği kriyonik koruma (dondurma) yoluyla cesetlerin saklanması fikri, insanları ölümsüzlük kavramına zaten biraz yaklaştırmıştı.  Anders Bodelsen’in Donma (Freezing Down, 1971) adlı eserinde konuyla biraz dalga geçilmiş olsa da bu düşünce edebiyatta karşılığını hemen buldu. Örnekler: Alan Harrington’un Ölümsüzlük Yanlısı (The Immortalist, 1969) ve ardından yayınlanan Cennet 1 (Paradise 1, 1977).

Harrington’un fikrinde yaşlanma önlenebiliyor, ama yaralanma önlenemiyordu. Yazar bu kavramı emortalite diye isimlendirmişti. Ömür uzatma teknolojileri ve genetik mühendislik eseri olan emortalite, Brian M. Stableford ile David Langford’un gelecekte geçen öyküleri Üçüncü Bin Yıl (The Third Millennium, 1985)’da merkezi bir rol oynamaktaydı. Bu tema, Stableford’un sonradan tek başına yazdığı eserlerde ve özellikle de Korku İmparatorluğu (The Empire of Fear, 1988) ve altı kitaplık Emortalite serisinin açılış kitabı olan Dünya’yı Miras Almak (Inherit the Earth, 1995) adlı eserlerde önemli bir yer tutmaya devam etti.

robot

Bilimkurguda ölümsüzlük temalı derleme makalelerden oluşan (Editörler: Carl B. Yoke ve Donald M. Hassler) Ölüm ve Yılan (Death and the Serpent, 1985) adlı bir de araştırma yayınlanmıştır. Edebi eserlerden oluşmuş bir başka derleme Jack Dann’ın derlediği Ölümsüz (Immortal, 1978) adlı eserdir.

Bilimkurgu edebiyatının çoğunlukla tekrarlanan temalardan oluştuğu su götürmez bir gerçek olsa da, belli bir temanın farklı yazarlar tarafından ne kadar büyük bir çeşitlilik ve zenginlikle ele alınabildiğini görmek insanı gerçekten şaşırtmaktadır.

Kaynak: SFE

Yazar: Sinan İpek

Yazar, çizer, düşünür, öğrenir ve öğretmeye çalışır. Temel ilgi alanı Bilimkurgu yazarlığıdır. Bunun dışında Matematik, bilim, teknoloji, Astronomi, Fizik, Suluboya Resim, sanat, Edebiyat gibi konulara ilgisi vardır. Ara sıra sentezlediklerini yazı halinde evrene yollar. ODTÜ Matematik Bölümü mezunudur ve aşağıdaki başarılarıyla gurur duyar:TBD Bilimkurgu Öykü yarışmasında iki kez birincilik, 2. Engelliler Öykü yarışmasında birincilik, Ya Sonra Öykü Yarışması'nda finalist, Mimarlık Öyküleri Yarışması'nda finalist, 44. Antalya Altın Portakal Belgesel Film Yarışmasında finalist. Ithaki yayınları Pangea serisinin 5. üyesi "Beyin Kırıcı" adlı bir romanı var.

İlginizi Çekebilir

insandan-ote-kapak

Sıradaki Soruyu Sorun: İnsandan Öte

“Bilimkurgu, -şiiri hariç tutarsak- hiçbir sınırı, hiçbir parametresi olmayan tek edebiyat alanıdır. Sizi sadece geleceğe …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et