bilimkurgu merkur

Bilimkurguda Merkür

Güneş Sistemi ailesindeki gezegenler arasında Merkür çok özel bir konumda. Yıldızımızın etrafındaki yörüngesini 88 Dünya günü gibi bir sürede tamamlayan (1) Merkür, hem Güneş’e en yakın gezegen hem de boyutları itibariyle en ufak olanı, yani sekiz çocuklu ailedeki en küçük kardeş. -Plüton Ağustos 2006’da Uluslar arası Astronomi Birliği tarafından evlatlıktan reddedilerek diğer Neptün ötesi cisimlerle beraber cüce gezegen olarak sınıflandırılmıştı.- (2) Gökyüzündeki bu hızlı hareketi sayesinde, Merkür Roma mitolojisinde “tanrıların habercisi” (eski Yunan’daki Hermes’in karşılığı) olarak hayal edildi. Dünyamızın Ay’ından biraz daha büyük olan Merkür’ün kendi ekseni etrafındaki dönüşü ise 59 Dünya günü sürüyor. Bu yüzden Merkür’de Güneş’in doğuşu ile batışı arasında geçen zaman yaklaşık 176 Dünya günü. Güneş’e olan yakınlığıyla (58 milyon kilometre, Dünya’nınkinin yaklaşık %40’ı) beraber düşündüğümüzde, bu uzun gün ve gece Merkür yüzeyindeki korkunç sıcaklık farkının da ana sebeplerinden: gündüz 430, gece ise -180 derece. Güneş rüzgârlarının sürekli süpürmesinden ötürü varla yok arasında, oksijen, sodyum, hidrojen, helyum ve potasyumdan oluşan incecik bir ekzosfere sahip olan Merkür, bilindik ölçütlere göre hayatın asla filizlenemeyeceği yerlerden biri.

Merkür, şimdiye dek sadece NASA’ya ait iki robotik uzay sondası tarafından yörünge mesafesinde ziyaret edildi. -1973’te fırlatılan Mariner 10 (3) ve 2004’te fırlatılan Messenger (4)- Gezegenin gizemlerini çözmek için Avrupa Uzay Ajansı (ESA) ve Japonya Uzay Araştırmaları Ajansı (JAXA) ise ortak bir çalışmayla Ekim 2018’de BepiColombo’yu yolladı. (5) BepiColombo 2020-2021’de Venüs’ü yörüngeden inceledikten sonra Merkür’e yaklaşıp yörüngesine oturacak, 2025’e dek oradan bize bilgiler gönderecek. Merkür gezegeni, yüzyılın başında yörüngesindeki düzensizliklerin uyandırdığı merak nedeniyle Einstein’ın genel görecelik teorisini geliştirmesinde de etkili olmuştu. (6)

Eski Merkür – Yeni Merkür

Bu özellikleriyle insanlığın gündemindeki yerini her daim koruyan Merkür, bilimkurguda da eski dönemlerden beri sıklıkla kurmacalarda ziyaret edilen bir yer. Merkür hakkında bilimkurgu edebiyatında ve sinemasında Merkür gezegenini ele alan eserler arasında en öne çıkanları tanıtmaya geçmeden önce bu eserleri ele alırken yapılması gereken önemli bir sınıflandırmanın bahsini etmek istiyorum: Eski Merkür ve Yeni Merkür. Bilimi kitlelere tanıtan ve popülerleştirerek sevdiren isimler arasında önde gelen figürlerden olan Carl Sagan (1934-1996), 1978 yılında New York Times gazetesinde kaleme aldığı “Bilimkurgu İle Büyümek” makalesinde (7) şöyle demişti:

“Üzerinde ılıman bir alacakaranlık kuşağı bulunan (Güneş’e sürekli aynı yüzü bakacak şekilde dönmesinden ötürü) bir Merkür, bataklıklarla ve sık ormanlarla kaplı bir Venüs ve adeta kanallarla istila edilmiş bir Mars, diğer bütün klasik bilimkurgu tertipleriyle beraber aslında gezegen bilimcilerinin geçmişteki yanlış algılarına dayanıyordu.”

Giovanni Schiaparelli

Gerçekten de, İtalyan astronom Giovanni Schiaparelli’nin 1889’da Merkür’ün Güneş’e kütleçekimsel kilitlenme ile bağlı olduğunu (tıpkı Ay’ın Dünya’ya olduğu gibi, yani Merkür’ün kendi ekseni etrafındaki dönüşünün Güneş etrafındaki dönüşüyle aynı sürede olması) iddia etmesiyle beraber herkes Merkür’ün bir sürekli aydınlık, bir de sürekli karanlık yüzü olduğunu düşünmeye başladı. Aydınlık tarafta eriyik maden gölleri, karanlık tarafta ise buzullar olduğu zannediliyordu. Bu ikisinin arasında da ılıman ve dolayısıyla hayatın filizlenmesine uygun bir kuşak olduğu hayal ediliyordu. (Yeri gelmişken, Schiaparelli aynı zamanda Mars’ta kanalların olduğunu fikrini de ilk ortaya atan kişi. Bugün Mars’taki bu oluşumların bir uygarlığın yapay üretimi kanallar değil, Mars’ın uzak geçmişinde yüzeyini kaplayan ırmakların geride bıraktığı doğal izler olduğunu biliyoruz.) Fakat 1965’te Merkür’ün kendi ekseni etrafındaki dönüşünün Güneş ekseni etrafındaki dönüşünden farklı hızda olduğu bulunduğunda (8) Güneş’in yakıcı sıcaklıktaki ışınlarının Merkür’ün her yerine değdiği anlaşıldı. Bu yüzden Merkür hakkında bilimkurgu literatüründe üretilen eserleri ikiye ayırmak lazım: 1965’ten öncekileri “Eski Merkür”, bu tarihten sonra ise “Yeni Merkür” olarak.

Aslında Merkür hakkındaki bu durumun benzeri Venüs ve Mars için de –Carl Sagan’ın yukarıda yer verdiğim alıntısında işaret ettiği gibi- geçerli. Çünkü bu gezegenlere dair üretilen bilimkurgu literatürleri, doğal olarak yazıldıkları dönemlerdeki bilimsel bilgiyi esas alıyor. İlk yapay uydu Sputnik’in 1957’de Dünya yörüngesine oturmasıyla açılan uzay çağı keşifleri döneminde Güneş Sistemindeki gök cisimlerine dair edinilen her yeni bilgi, onlar hakkında üretilen bilimkurgu kültür ürünlerini de dönüştürdü ve dönüştürmeye devam edecek.

Eski Merkür Dönemi Bilimkurgu Edebiyatı Eserleri

Merkür’e ilk hayali kurmaca yolculuğu 1656 yılında Athanasius KircherItinerarium Exstaticum” adlı eserinde gerçekleştirdi. Modernite öncesi dönemlerde bu gezegene yapılan diğer kurmaca yolculuklar arasında 1758’de Emanuel Swedenborg’un kaleme aldığı “Güneş Sistemimizdeki Dünyalar” öne çıkıyor. Merkür’ün odak noktasında bulunduğu ilk roman ise Le Chevalier de Béthune’e ait 1750 tarihli “du Monde de Mercure” (Merkür Dünyası). O yıllardaki Kilise dogmalarından bağımsız şekilde, Merkür’deki “Büyük Dağ” adlı yeri, Güneş’ten sürgün edilen ve Merkür’ün kabuğunda yaşayan canavarlara karşı savunan Merkürlü yerlileri anlatan bu roman 2015’te Brian Stableford tarafından bir modern dönem uzay operası formunda adapte edilerek yeniden basıldı. (9)

Giovanni Schiaparelli’nin 1889’da ilan ettiği “Merkür-Güneş arasındaki kütleçekimsel kilitlenme” teorisini esas alan 20. yüzyıl bilimkurgu yapıtları arasında öne çıkanları ise şöyle sıralayabilirim:

Ray Cummings’in kaleme aldığı Tama serisi (1930’da Işık Ülkesi, 1931’de Merkür’ün Prensesi, 1941’de Işık Ülkesinin Aerita’sı) bir yüzü sürekli aydınlık, diğer yüzü karanlık bir Merkür’de geçen, Edgar Rice Burroughs tarzındaki macera bilimkurgularını anımsatan ilk yapıtlardan. Merkür gezegeninin bahsine fantastik ve korku türünün de usta kalemlerinden H.P.Lovecraft’ın 1936 yılında ilk kez Astounding Stories dergisinde basılan “Zamanın Dışındaki Gölge” adlı novellasında da rastlıyoruz. Bu uzun öyküsünde H.P.Lovecraft, Yith adlı dünya dışı uzaylı bir ırkı anlatıyor. Bu ırkın üyeleri, diğer türlerdeki canlıların zihinlerine uzay-zaman boyunca serbestçe hareket ederek yerleşme yeteneğine sahipler ve kendi gezegenlerinin yıkımından kaçmak için 250 milyon yıl önce dünyadaki bir tür konik bitkisel varlıklara bu yolla yerleşerek kurtulmuşlar. Lovecraft’ın novellasında Yithlerin Dünya’dan sonraki durağının Merkür gezegenindeki soğanı andıran yuvarlak bitkisel varlıklar olduğu söyleniyor:

“Daha sonra, Dünya’daki vakitleri bittiğinde, Ulu Yith ırkının transfer edilen zihinleri yeniden uzay ve zaman boyunca göç ettiler. Bu sefer Merkür’ün şişman ve yuvarlak bitki beden varlıklarına…”

Runaround / Isaac Asimov (Ressam: Ray Dillon)

Bilimkurgunun peygambervari yazarlarından Isaac Asimov’un pek çok öyküsünde de ana mekân olarak Merkür gezegenine rastlıyoruz. Bu öykülerin tamamı, bir yüzü sürekli aydınlık ve kavurucu sıcaklıktaki, diğer yüzü ise sürekli karanlık ve dondurucu soğukluktaki “eski” Merkür’de geçiyor. En bilinenleri ise şöyle:

Asimov’un ilk defa 1942’de Astounding Science Fiction dergisinde yayımlanan, daha sonra 1950’de “Ben, Robot” kitabında yer alan “Runaround(Kaçış) öyküsünde gezegendeki yoğun Güneş radyasyonuna dayanabilecek özelliklere sahip bir robota yer veriliyor. 1956’da The Magazine of Science Fiction and Fantasy’de yayımlanan “The Dying Night” (Ölen Gece) öyküsünde Merkür’den, Ay’dan ve asteroit kuşağındaki Ceres’ten gelen, işlenen bir cinayetin zanlısı üç astronom anlatılıyor. Cinayeti hangisinin işlediği, bu üç yerdeki yaşam koşullarından ve gök mekaniği dinamiklerinden yola çıkarak açığa kavuşuyor. Asimov’un çocuklara yönelik yazdığı Lucky Starr roman serisinin dördüncüsü “The Big Sun of Mercury” (Merkür’ün Büyük Güneşi)’yi de saymak lazım. Son olarak, Asimov tarafından derlenen “Güneş Sistemi Öyküleri” kitabında (10) Alan E. Nourse tarafından kaleme alınan “Aydınlıkyüzden Geçiş” öyküsünde de Baron ve ekibi Merkür’ün aydınlık yüzünden geçmek için plan yaparlar. Yolculuğa kısa bir süre kalmışken daha önce bunu deneyimlemiş Peter Claney Baron’u ziyarete gelir ve asla başarılı olamayacaklarını dile getirerek ekibiyle beraber atıldığı kendi yolculuğunu anlatmaya başlar.

Arthur C. Clarke de öykülerinde Merkür’ü ana mekân olarak kurgulayan yazarlar arasında. 1952 tarihli “Islands in the Sky” (Gökteki Adalar) öyküsünde, Merkür’ün o zamanlar sürekli karanlıkta kalan bölgesi olduğuna inanılan yerde yaşayan ve ara sıra ılıman alacakaranlık kuşağı ziyaret eden garip bir yaratık anlatılmakta. Fantastik edebiyatın başyapıtlarından Narnia Günlükleri ile tanınan C. S. Lewis’in 1945’te yayımlanan, teolojik bilimkurgu dalındaki Uzay üçlemesinin son romanı olan ve distopik içerikteki “That Hideous Strength” (Şu Korkunç Güç)’te evrende dilin ilk doğduğu yer olarak Merkür gezegeni işaret ediliyor.

Amerikan yazınında “katı bilimkurgunun” önde gelen isimleri arasında kabul edilen Hal Clement’in 1953 tarihli “Iceworld” (Buzdünya) romanında ise Merkür’ün sürekli sıcak tarafında yaşayan ve bu bölgedeki bir kraterin ortasında kurdukları aynalarla güneş ışığından enerji elde eden silikon temelli akıllı canlılar yer alıyor. Eski Merkür dönemine ait eserler arasında dikkat çeken başka bir tanesi ise Kurt Vonnegut’un 1959’da yayımlanan, fantezi, bilimkurgu ve kara mizahın harmanlandığı “Titan’ın Sirenleri” romanı. Bu romanın bir bölümü, Merkür’ün mağaralarında geçiyor. Bu mağaralarda yaşayan “Harmonium” adı verilen hayvanlar, mağaranın duvarlarına yapışık halde ve kayaların titreşiminden enerji elde ediyorlar.

Yeni Merkür Dönemi Bilimkurgu Edebiyatı Eserleri

1965’te Merkür’ün Güneş’e yerçekimsel kilitle bağlı olmadığının keşfedilmesi, bu gezegene dair üretilen bilimkurgu eserlerinin temasını da değiştirdi. Artık ciddi hiçbir bilimkurgu eseri bu gezegende yaşayan canlı yaratıklara yer vermeyecekti. Bu tarihten sonra Merkür, daha ayağı yere basan bilimkurgularda egzotik bir yer olmaktan çıkarak Güneş araştırmalarında yararlanılan bir üs veya devasa solar panellerle güneş enerjisi elde edilen bir yer olarak temsil edildi. Bu yeni Merkür dönemine ait yazılı bilimkurgu ürünleri arasında en çok öne çıkanları şöyle sıralayabiliriz:

Arthur C. Clarke’ın 1973 tarihli efsanevi “Rama İle Buluşma” romanında Merkür gezegeni oradaki maden kolonisinde yaşayan ve çabuk sinirlenen (sıcaktan ötürü) mizaca sahip metal madencileri tarafından yönetilir. Bu madenciler, dünya dışı bir uygarlığa ait uzay gemisi Rama’yı yok etmekle tehdit etmektedirler. David Brin’in 1980’de yayımlanan “Sundiver” (Güneş Dalgıcı) romanında ise Merkür gezegeninde konuşlanan bir araştırma üssündeki bilim insanları Güneş’in kromosfer tabakasını incelemektedirler. Yakın dönem bilimkurgusunun üstatlarından Kim Stanley Robinson da eserlerinde Merkür’e özel yer veren yazarlar arasında dikkati çekiyor. Kendisinin 1996 tarihli Mavi Mars ve 2012’de yayımlanan 2312 romanlarında Merkür’deki Terminator adlı şehir kolonisinin nüfusunun büyük çoğunluğunu sanatçılar ve müzisyenler oluşturmaktadır. Merkür’deki Terminator kolonisi, Güneş’in öldürücü sıcaklığına ve radyasyonuna maruz kalmamak için gezegenin ekvatoru boyunca kurulan raylarda hareket edebilecek şekilde mobil bir yapıda inşa edilmiştir. Böylelikle Terminatör’de Güneş hiçbir zaman ufuktan yükselmemektedir. Bu şehir kolonisinin enerjisi ise raylardaki solar panellere vuran güneş ışığından elde edilmektedir.

Ben Bova’nın “Grand Tour” (Büyük Tur) serisinin 2005’te çıkan kitabı Merkür’de, gezegene yapılan bir keşif seferi anlatılır. Kitapta Merkür’ün bir güneş enerjisi kaynağı olarak öneminden bahsedilmektedir. İngiliz bilimkurgusunun tanınan ismi Stephen Baxter’ın 2000 tarihli “Manifold: Space” (Bükülüm: Uzay) kitabı ise yaratıcı kurgusuyla öne çıkıyor. Romanda, Fermi paradoksu olarak bilinen, sonradan meşhur Drake denklemiyle formüllendirildiği üzere evrende sayısız uzaylı uygarlık olması gerekirken neden şimdiye dek en azından bir tanesiyle bile karşılaşmadık sorunsalı işleniyor. (Bu konuda daha fazla ayrıntılı bilgi için şuradaki yazımızı okuyabilirsiniz.) Güneş Sistemindeki diğer gezegenlerde koloniler kurmuş insanlık, uzaylı bir düşman medeniyetin saldırı dalgalarına karşı son sığınak olarak Merkür gezegeninde direnmektedir. Crackers adı verilen bu uzaylı ırk, Güneş’imizi bir enerji kaynağı olarak kullanmak üzere parçalamak istemektedir. Romanda Fermi paradoksunun cevabı bu işgalci uzaylılar üzerinden verilmektedir. Uzayın derin boşluğunda kimsenin sesini duymuyoruz çünkü Crackerlar belli bir teknolojik seviyeye ulaşan bütün diğer uzaylı uygarlıkların yıldızlarını kendi enerji ihtiyaçları için tüketip o uygarlıkları da yok etmektedir.

Son olarak, Kanadalı bilimkurgu yazarı Karl Schroeder’in 2014’te yayımlanan “Lockstep” (Kortej) romanı, Merkür’ü konu edinen yakın dönem bilimkurgu edebiyat ürünleri arasında yer almakta. Günümüzden 14.000 yıl gelecekte geçen romanda aslında Merkür diye bir gezegen artık yok! Çünkü insanlar (daha doğrusu posthumans-insanın evrimsel torunları) Güneş’i bir Dyson Küresi ile kafesleyip enerjisini kullanmak için Merkür gezegenini parçalarına ayırarak hammadde kaynağı olarak kullanmış.

Sinema ve Televizyonda Merkür

Merkür, Güneş sisteminde geçen bilimkurgu edebiyatı eserlerinde yoğun şekilde işlenmesine rağmen sinemada ve televizyonda ciddi anlamda ele alınan bir gezegen değil. Az sayıdaki yapıtlar arasında şunlar ön plana çıkıyor:

1963’te İngiltere televizyonlarında yayımlanmaya başlanan “Space Patrol(Uzay Devriyesi) adlı dizinin “Merkür’ün Ateşleri” adlı bölümü oldukça ilginç bir kurguya yer vermiş. Bu bölümde Profesör Heggarty’nin karıncaların dilini çözmek için icat ettiği cihazın aynı zamanda ısı dalgalarını radyo dalgalarına ve tekrar ısı dalgalarına dönüştürebildiği keşfedilir. Cihazın bu özelliği, aşırı soğuk koşullarda yaşamak zorunda kalan Plüton gezegenindeki koloniye Merkür’deki koloniden ısı enerjisi taşımak amacıyla kullanılır. (Her biri 25 dakikadan oluşan 39 bölüme sahip dizinin dikkat çeken bir başka özelliği ise kuklalar kullanılarak çekilmesi.) 2001 yapımı “Invader Zim(İşgalci Zim) adlı televizyon animesinde ise Merkür gezegeni soyu tükenmiş Marslılar tarafından gizli dev bir uzay gemisine dönüştürülür.

Yakın dönem bilimkurgu sineması klasikleri arasında çarpıcı görüntüleriyle yerini alan, Danny Boyle’nin yönettiği 2007 yapımı “Sunshine(Gün Işığı) filminde, Icarus II uzay gemisinin Merkür gezegeninin yörüngesine oturarak kaybolduğu düşünülen Icarus I uzay gemisi ile buluşmayı beklediğini görürüz. 2057 yılında geçen filmde, bilinmeyen bir nedenle sönmekte olan ve bu yüzden Dünya’yı eskisi gibi ısıtamayan yıldızımızı yeniden ateşlemek için atom bombası taşıyan bir grup astronotun başlarından geçenler anlatılmakta. (Çarpıcı gibi görünen bu düşüncenin bilimsel olarak neden olanaksız olduğuna dair bir yazımız)

Merkür’ün odak noktası olduğu filmler arasında son olarak Syfy TV kanalının çektiği 2011 yapımı “Collision Earth” (Dünya’yla Çarpışma) dikkate değer. (11) Filmde, bir güneş patlaması sonucu (ki bu tür radyasyon kusmaları yıldızımızda belli aralıklarla sürekli yaşanmaktadır) Merkür gezegeni mıknatıslanarak yörüngesinden çıkar ve Dünya’ya doğru yol almaya başlar. Dünya’daki bütün demir cevherinin neredeyse iki katına sahip olan Merkür, gezegenimize yaklaştıkça sadece kütle çekiminden ötürü değil bu manyetik özelliği nedeniyle de hayatı olumsuz etkiler, arabalar dâhil olmak üzere metalik yapılar havaya savrulmaya başlar. Eğer Merkür büyüklüğündeki bir cisim Dünya’ya çarpacak olursa, sadece gezegenimizdeki yaşam değil, gezegenin kendisi de parçalanarak yok olacaktır. Bunu engellemek için, Dr. James Preston (Kirk Acevedo canlandırıyor) kendi projesi olan ama hükümet tarafından askıya alınan, dünyaya çarpması olası göktaşlarına karşı savunma amacıyla uzayda kurulu, atıl durumdaki “Project 7” adlı silah sistemini devreye almaya çalışır. Aynı zamanda, tam Merkür’ü yörüngesinden koparan güneş patlamasının yaşandığı anda onun yörüngesindeki bir araştırma uzay gemisinde bulunan astronot eşi Victoria Preston’un (Diane Farr canlandırıyor) hayatından da endişe etmektedir.

Merkür’deki Kraterlere İsimleri Verilen Yazarlar

Temel fiziksel özelliklerini ve bilimkurgu edebiyatında ve sinemasında nasıl işlendiğini tanıtmaya çalıştığımız Merkür gezegeninin yüzeyi, tıpkı gezegenimizin tek doğal uydusu Ay gibi kraterlerle kaplı. Bu kraterlerin bazılarına, aralarında bilimkurgu dalında eser verenlerin de yer aldığı yazarların isimleri verilmiş: Italo Calvino, G K Chesterton, Nathaniel Hawthorne, Mor Jókai, Madeleine L’Engle, H. P. Lovecraft, Herman Melville, Vladimir Nabokov, Edgar Allan Poe, François Rabelais, J. R. R. Tolkien ve Mark Twain. Ayrıca Jules Verne’i onurlandırmak için Merkür’deki kayalıklardan biri de Nautilus adını taşıyor. (12)

Her yeni bilimsel keşif bilimkurgu edebiyatındaki temaları ve içerikleri de etkiliyor, değiştiriyor, dönüşüme uğratıyor. Avrupa Uzay Ajansı (ESA) ve Japonya Uzay Araştırmaları Ajansı (JAXA)’nın Ekim 2018’de yolladığı ve 2021’de Merkür yörüngesinde 2025’e dek araştırma yürütecek BepiColombo uzay sondasının ileteceği bulgular acaba yıldız sistemimizde Güneş’e en yakın olan Merkür’e dair yeni bilimkurgu ürünlerini ilham edecek mi? Hep beraber bekleyip göreceğiz. Neyse ki, uzun gündüzü ve gecesi arasında muazzam sıcaklık farkı olan ve Güneş radyasyonları tarafından sürekli bombardıman altındaki Merkür hakkında yazmak ve film çekmek için oraya gitmek zorunda değiliz.

(*) Bu yazıda yer verilen edebiyat ve TV-Sinema eserleri, Bilimkurgu Ansiklopedisi’nin (The Encyclopedia of Science Fiction) “Merkür” maddesinden ve Wikipedia sitesinin “Mercury in Fiction” başlığında yer verilenler arasından derlenmiştir.

Dipnotlar:

  1. NASA
  2. NASA
  3. NASA
  4. NASA
  5. ESA
  6. Gizmodo
  7. New York Times
  8. Stanford University
  9. Amazon
  10. Bilimkurgu Kulübü
  11. IMDb
  12. The Encyclopedia of Science Fiction

Sonraki

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

bilimkurgu uzayli yaratik ahtapot

Erken Dönem Bilimkurgusunun Garip Uzaylıları

İnsanlığın uzaylılar hakkındaki fikirleri bin yıllar boyunca evrim geçirdi, ancak televizyon çağından önce bu fikirler …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et