starship troopers bocek

Bilimkurguda Böcekler

Böcekler bilimkurgu yazarlarını ve okurlarını öteden beri büyülemiştir. Türün ilk zamanlarından bu yana, pulp dergilerde ve düşük bütçeli B filmlerinde dünyalılar böcek gözlü yaratıklarla savaşır durur. Böcekler, uzaylı biyolojisi tiplemeleri için mükemmel adaylardır. Kediler ve köpekler ara sıra uzaylı yaratıklar rolünde karşımıza çıksalar da, onları kendimize daha yakın hissettiğimizden olsa gerek, genelde insanların yanında yer alan yoldaşlarımız rolüne bürünürler.

Böceklerse fizyolojik olarak insanlardan çok farklıdır. Eğer gözler gerçekten de kalbin aynasıysa, böceklerin kalplerini yansıtan müthiş karmaşık yapıdaki bu aynalar, bizler gibi memelilerin bildiğinden çok farklı şeyleri gösteriyor demektir. Çok değişken sayılardaki farklı organları ve vücut yapılarıyla, bizimkilerden bambaşka bedenlere sahiplerdir. Böceklerin karmaşık yaşam döngüleri vardır; mucizevî denebilecek başkalaşımlar geçirirler. Öyle ki larva hâlleri, yetişkinlikte alacakları şekille neredeyse tamamen alâkasızdır. Karınca orduları veya arı kovanları gibi kompleks sosyal yaşamları vardır, ki bu bize kendi sosyal yapılarımızı çarpık bir aynadan izliyormuşuz gibi hissettirir. İnsan ve hayvan zekâsının bir göstergesi olarak kabul ettiğimiz şekilde seslerle değil, feromonlarla, kimyasallarla veya çeşitli titreşim hareketleriyle iletişim kurarlar. Başka türlerle de karmaşık, hatta bazen korkutucu ilişkiler geliştirirler. Bazı böcekler parazittir, bizi dehşete düşürebilecek şekillerde başka yaşam formlarıyla beslenirler.

Tüm bu farklılıklar, böceklerin şüpheye yer bırakmayacak şekilde canlı yaratıklar olduklarını gösterir, bazıları şaşırtıcı ölçüde iletişim ve koordinasyon örnekleri sergiler; öte yandan da insanlara ve genel olarak hayvanlar alemine nazaran çok farklıdırlar. Ayrıca çok da havalılar… Bu da onları, hem bildiklerimiz dâhilinde inandırıcı ve gerçekçi biyolojiye sahip, hem de insanlara yeterince ‘yabancı’ bir uzaylı tür oluşturma konusunda bilimkurgu yazarları için ideal adaylar yapar. Parazit eşek arıları ve yaşam döngülerinden esinlenen, Ridley Scott’ın 1979 tarihli Alien filmindeki Xenomorph‘tan tutun, Star Trek‘te Kraliçe tarafından yönetilen kolektif Borg‘lara kadar pek çok ikonik bilimkurgusal yaratık böceklerden ilham almıştır.

Burada belki de asıl sorulması gereken soru şudur: Böceklerden neden bu kadar korkuyoruz? Sırf görünüşleri bile bizde korku ve tiksinme duyguları yaratmaya yetebiliyor. Bizden çok farklı bir varlıkla karşılaştığımızda duyduğumuz bu korku ve tiksinme hissi, ‘Diğer‘ varlıklarla ilişkimiz hakkında ne söylüyor? Bu, kendimize yabancı gördüğümüz insanlara karşı olan davranışlarımızla ilişkilendirilebilir mi? Gerçekten olur da bir gün uzaylı bir türle karşılaştırsak onlara karşı da bu hisleri mi besleyeceğiz? Bilimkurgu, farklı var olma biçimlerine karşı duyduğu derin hayranlık sayesinde bu zorlu soruları sormak için mükemmel bir alan.

Pek çok bilimkurgu eseri, böcekleri korkutucu ve kolaylıkla gözden çıkarılabilir uzaylı varlıklar olarak kullanır. Robert A. Heinlein’ın 1954 tarihli romanı Yıldız Gemisi Askerleri‘nde, insanlığın savaşta olduğu devasa böcekler, askerlerin çekinmeden öldürebilecekleri, pişmanlık hissetmeyecekleri vahşi yaratıklardır. Pek çok askeri bilimkurgu yazarı da Heinlein’ın açtığı bu yoldan gitmiştir, bunlara örnek olarak Orson Scott Card‘ın 1985 tarihli romanı Ender’s Game verilebilir. Ender’s Game’de insanlık, karşılaştığı böceksi yaratıkların zekâ sahibi bir tür olduğunu anlayamaz ve bu yanlış anlaşılma pek çok trajediye ve katliama yol açar. C. J. Cherryh ise, 1980 tarihli Alliance-Union dizisine ait romanı Serpent’s Reach‘te tam tersi bir yol tercih eder. Romanın baş kahramanı Raen a Sul hant Meth-maren, tüm ailesi öldürülünce, devasa karınca benzeri uzaylı bir tür olan Majat’ın Kraliçesi’ne sığınır.

60’lı ve 70’li yıllarda bilimkurguda Yeni Dalga‘nın yükselişi ile, bilimkurgu yazarları böceksi uzaylıları farklı bir bakış açısıyla ele almaya, Altın Çağ’ın insanlığı terörize eden böcek gözlü canavarlarını sorgulamaya başlar. Böcekler, Alice Sheldon‘ın ya da kitaplarında kullandığı takma adıyla James Tiptree, Jr‘ın hikâyelerinde bolca yer alır; Sheldon kısa kurgu öykülerinde cinsiyet ve biyolojik zorunluluklar gibi konuları ele alır. Tiptree’in öykülerinde böcekler genellikle kimliği olmayan düşmanlar değil, Öteki deneyiminin özneleri konusunda metafor olarak kullanılır. Hatta en akılda kalıcı hikâyelerinden olan “Love Is The Plan, The Plan Is Death”te hiçbir insan karakter yer almaz. Hikâyenin ana kahramanları Moggadeet ve Lililoo adında başkalaşımsal yaşam döngülerine sahip iki böceksi yaratıktır, aralarındaki aşkın yıkımla bitmesi gerektiğini dikte eden biyolojik koşullanmalarına karşı koymaya çalışırlar.

1977 yılında Raccoona Sheldon mahlasıyla kaleme aldığı The Screwfly Solution‘da, insanlık böceklerin yerini alır. İnsanlık, uzaylı bir tür tarafından böcek ilacı benzeri biyolojik bir silah kullanılarak yeryüzünden silinmiştir. Bu silahla cinsellik ile vahşet arasında bağ kurulmuş, böylece erkek insanların kadınları öldürmesi sağlanmıştır. Lisa Tuttle’ın kısa öyküsü ‘Wives’ ise, Jack Finney’in 1955 tarihli romanı (ki daha sonra filme de uyarlanmıştır) Invasion of the Body Snatchers‘taki ‘insan bedenlerini işgal eden yaratıklar’ konseptini farklı bir bakış açısıyla sunar. Romanda örümcek benzeri uzaylı bir tür, insan kadınları suretindedir ancak bu istila amaçlı bir değişiklik değil, tam tersine Dünya’dan gelen işgalci erkek askerleri memnun etmek amacıyla zorla maruz kaldıkları bir değişikliktir. Bu ‘zevceler’ okuyucunun sempatisini kazanacak bir tarzda yansıtılır, Tuttle, 50’li yıllardaki kocasını memnun etmek için yaşayan ev kadını rolünü sorgular ve cinsiyet rollerinin edimsel taraflarını inceler.

Bilimkurguda böcekleri ve temsil ettikleri şeyleri belki de en radikal şekilde ele alan ise Octavia E. Butler olmuştur. Butler, 1984 tarihli kısa öyküsü Bloodchild‘ı parazit at sineklerine karşı duyduğu tiksinme duygusuyla yüzleşebilmek için yazmıştır. Öyküde küçük bir oğlan çocuğu ile Tlic adındaki böceksi uzaylı baş roldedir. Tlic, insanların gezegeninde yaşamasının bedeli olarak yumurtalarını insan derilerinin altına yumurtlar. Öykü, bu iki türün arasındaki güç farklılıklarına rağmen sevgi dolu bir ilişki sürdürme çabasını ele alır. Dawn (1987), Adulthood Rites (1988) ve Imago (1989) adlı romanlardan oluşan Xenogenesis üçlemesi de benzer bir temadadır. Bu romanlar üç cinsiyete sahip, başkalaşım geçiren ve nükleer savaş sonrası geride kalan insanlar da dâhil diğer zekâ sahibi türlerle çiftleşme ihtiyacı hisseden, omurgasızlara benzeyen bir tür olan Oankali’yi ve bu çiftleşmelerin ürünü olan Oankali-insan karması çocukları anlatır. Bu etkileyici eserler Butler’ın böcek biyolojisini uzaylı biyolojisi oluşturmak için taslak olarak kullandığını gösterdiği gibi, onun cinsiyet, cinsellik ve sömürgecilik gibi konular etrafında şekillenen fikirlerini temellendirmek için kullandığı kavramlar olduğunu da gösterir.

Yeni Dalga’nın ardından gelen siberpunk da böceklerden çokça esinlenmiş bir bilimkurgu akımıdır. Siberpunk, özellikle insan evriminin bir sonraki adımı olarak öne sürdüğü kolektif bilinci temsil etmesi için tekrar tekrar böceklerdeki kolonileri kullanır. Bu kavram genelde, yalnız erkek hacker baş kahramanın karşısına çıkan feminen kolektif topluluk olarak tezahür eder. William Gibson’ın türü ortaya çıkaran 1984 tarihli romanı Neuromancer‘da çökmekte olan aile şirketi Tessier-Ashpool, baş kahraman Case’in sürekli gördüğü kâbuslarında bir eşek arısı kolonisi olarak sembolize edilir. Bruce Sterling’in Schismatrix evreninde geçen hikâyelerinden 1982 tarihli Swarm‘da Kaptan Doktor Simon Afriel, böceksi uzaylılar tarafından asimile edilir. Her iki öyküde de böcekler, insan bireyciliğinin gelişmiş yapay zekâ karşısındaki korkusunu temsil eder.

Siberpunk sonrası dönemdeki koloni temsilleri daha iyimser olmuştur. Kathleen Ann Goonan’ın 1994 tarihli romanı Queen City Jazz ile başlayan Nanotech Dörtlemesi‘nde devasa arılar, geliştirilmiş Cincinnati Çiçek Şehri’nde insanların zihinlerine düşünceler “ekerler”, feromonlarla iletişim kurarak genetik mühendislik ürünü insanlar ve devasa çiçekler ortaya çıkarırlar, kendilerine insan sonrası çok türlü bir ekosistem oluştururlar. Steve Baxter‘ın 2003 tarihli romanı Coalescent‘taki Bakirelerin Kraliçesi Kutsal Azize Meryem’in Kudretli Tarikatı üyeleri ve Justina Robson‘ın Natural History romanındaki Forged üyeleri, ataerkil kültüre sahip modifiye edilmemiş insanların yarattığı durağanlığa bir çeşit feminist alternatif olarak karşımıza çıkar.

Tuhaf, acayip ve grotesk şeylere ilgi duyan Yeni Tuhaf’ın yükselişi ile birlikte böcekler yeniden sahneye çıkar. Jeff VanderMeer ve China Miéville gibi yazarlar, insanlığın artık merkezinde olmadığı bir dünyayı hayal ederken böcekler, mantarlar ve diğer yaşam formlarını kullanır. VanderMeer’ın Area X üçlemesi (2014), okuyucuyu insan dışı bir ortamı özümsemeye zorlayarak insan ile insan olmayan, rüya ile gerçeklik, doğa ile kültür arasındaki duvarları yıkar. Mieville’in Bas Lag romanları Perdido Street Station (2000), The Scar (2002) ve The Iron Council’de (2004), böceksi Khepri ve Anophilii türleri böcek ve insan elementlerini birleştirir. Steph Swainston’ın 2004 tarihli romanı The Year of Our War ile başlayan Castle serisinde, Fourlands dünyasını tehdit eden devasa böcekler insanlığın sınırlarını, haritalarını, hayallerini ve gerçeklerini umursamadan saldıran korkulası bir güçtür.

Günümüze yaklaşıldığında ise böcekler hâlâ bilimkurgunun ilgi alanında olmakla birlikte, giderek sempatiyle yaklaşılan bir konuma gelmiştir. Modern spekülatif kurguda böcekler sıklıkla insanlığın doğa ile olan ilişkisini sorgulamak için kullanılır. Bunun çok iyi bir örneği Adrian Tchaikovsky’nin Arthur C. Clarke Ödülü kazanan 2015 tarihli romanı Children of Time‘dır. Tchaikovsky, etkileyici biyolojik ve sosyal derinliğe sahip bir örümcek toplumunu sempatiyle resmeder. Daha sevimsiz insan koloniciler ile örümcekler arasındaki etkileşimler, hem B filmlerinden kaynaklı örümcek korkumuzu yenmemizi, hem de örümceklere farklı bir bakış açısıyla bakmamızı sağlar. Tchaikovsky’nin örümcek medeniyetinin kahramanvarî mücadeleleri insan kolonistlere nazaran çok daha derinlemesine ele alınmıştır, böylece örümcek korkusu çok baskın olan okurlar dahi sonunda kendilerini insanlara karşı örümceklerin tarafını tutarken bulabilir.

Bazı başka eserler de örümcekleri üreme ve parazitlik gibi konseptler özelinde ele alır. Yalnız önceleri birer korku unsuru olarak kullanılan bu kavramları, daha sonra kendi cinsiyet ve bedenlerimizi incelemek için kullanır. Bu örnek Kij Johnson‘ın 2012 tarihli çarpıcı kısa öyküsü Mantis Wives‘ta çok belirgindir. Öykü, cinsiyet temelli davranış normlarını çözümlemek için peygamber develerinin cinsel davranış kalıplarına eğilir. Modern bilimkurguda, giderek artan bir biçimde mantarlar da kullanılmaya başlanmıştır.

Tüm bu eserler, uzaylı sayılabilecek yaşam formlarında dahi empati ve bize kendimizi anlatacak unsurlar bulma yolunda bilimkurgunun önemini göstermektedir. Bilimkurgunun, ilk dönemlerinden bu yana böceklere karşı gösterdiği yaklaşım, korku ve tiksinti öğesi olmaktan dünyadaki yaşamın farklı formlarına karşı olan büyülenmeye evrilmiştir. Böceklere karşı olan bakış açımızdaki bu değişim, bilimkurgunun da bir tür olarak evrimleştiğini ve olgunlaştığını göstermektedir. Belki de böceklere karşı olan tavırlarımızı daha detaylı incelemek, bir gün olur da gerçekten uzaylılarla karşılaşırsak onlara karşı da empati ve iletişim yolunu tercih etmemizi sağlayacaktır.

Kaynak

Yazar: Erkam Ali Dönmez

Oyun sever, oyun oynar, oyun çevirir, oyun yapar.

İlginizi Çekebilir

underworld

Fantastikten Sert Bilimkurguya: Underworld

Bir zamanlar büyü veya sihir denilen şeylerin sonradan bilimsel izahatlar ile ortaya konulmasında olduğu gibi, …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et