Güneş Sistemimizin en ilginç bölgelerinden biri de Mars ile Jüpiter arasındaki Asteroit Kuşağı. Bu bölgede sayıları milyonlarla ifade edilen pek çok asteroit bulunmakta. Bunların arasında çapı 1 km’den fazla olanların adedinin 1-2 milyon arasında olduğu tahmin ediliyor. Fakat bu muazzam sayılarına rağmen hepsinin kütlesini topladığımızda bile gezegenimizin biricik uydusu Ay kadar etmiyorlar. Örneğin aralarında en büyük olan ve 1801’de Giuseppe Piazzi tarafından keşfedilen, astronomik sınıflandırma standartlarına göre “cüce gezegen” olarak kabul edilen Ceres’in çapı sadece 952 km. Ceres’i büyüklükleri itibariyle Pallas (540 km), Vesta (530 km) ve Hygeia (430 km) adlı asteroitler takip ediyor.
Asteroit Kuşağının bilimkurgu edebiyatında ve sinemasında nasıl temsil edildiklerine dair bilgi vermeden evvel, kısaca bu kuşağın bazı önemli özelliklerini tanıyalım. Zaten asteroitler bilimkurgu eserlerde de genel olarak bu özellikleri temel alınarak işlenmekte. Bunların arasında en ön plana çıkan bilimkurgu temalarını, Asteroit Kuşağının gelecekte insanlığın koloni kurabileceği yerlerden biri olması, asteroit madenciliğinin büyük ekonomik potansiyeli ve Dünya’ya çarpacak olası bir asteroitin yol açacağı felaketler olarak sıralayabiliriz.
Asteroit Kuşağı Mayınlı Bir Tarla Gibi mi?
Asteroit Kuşağına ilişkin bilhassa bilimkurgu filmlerinden edindiğimiz yanlış bir imge mevcut. Sayılarının çok fazla olmasının da etkisiyle, o bölgeyi oldukça “kalabalık” olarak düşünmeye eğilimliyiz. Yani eğer bir uzay gemisi Asteroit Kuşağından geçmek zorunda kalırsa, tıpkı mayınlı bir sahaya girmiş gibi zorlanacağını düşünüyoruz. Halbuki gerçekte, Asteroit Kuşağında çapı 1 kilometreyi geçen iki asteroit arasındaki ortalama mesafe beş milyon kilometreyi bulmakta. (1) Bu uzaklık, Dünya-Ay arasındaki mesafenin 10 katından da fazla. Yine de bu durum Kuşağın tamamen tehlikesiz olduğu anlamına gelmemekte.
1970’lerde Jüpiter’i incelemek için gönderilen Pioneer uzay sondalarına mikro seviyede birkaç asteroidin çarptığını biliyoruz. Bu asteroitler çok ufak olsalar da, uzayda mikro büyüklüklerdeki cisimler bile ulaşabildikleri muazzam hızlar nedeniyle uzay araçlarına çarpmaları durumunda bu araçların gövdelerinde çatlak ve deliklere yol açabilme riskini taşıyorlar. Sanırım uzayın vakum boşluğunda içinde bulunduğunuz uzay aracı delinirse neler olabileceğine dair şimdiye dek izlemiş olduğunuz bilimkurgu filmleri bir fikir verecektir.
Asteroit Kuşağındaki Değerli Madenlerin Ekonomik Potansiyeli
Mars ile Jüpiter arasındaki Asteroit Kuşağı, sahip olduğu ekonomik potansiyel itibariyle Dünya’daki yatırımcıların iştahlarını kabartıyor. Bazı asteroitler var ki, içerdikleri değerli madenler itibariyle katrilyonlarca dolarlık ekonomik değere sahipler.
Örneğin bunların arasında yer alan ve 1852’de keşfedilen “16 Psyche” adlı asteroit, şu an NASA’nın gözde hedefleri arasında. (2) Karbon ağırlıklı olan ve sayıları daha fazla olan asteroitlerin ise ileride Güneş Sistemi’ndeki kolonizasyon çalışmalarında kullanılabileceği düşünülüyor.
Asteroit Kuşağına Yapılan Keşif Seferleri
Asteroit çalışmaları konusunda öncü ülkelerden olan Japonya, 2005 yılında Hayabusa 1 uzay aracıyla ilk kez Itokawa adlı asteroide başarıyla inerek daha sonra Dünya’ya bu asteroitten ufak numuneler getirmişti. Yine Japonya’ya ait Hayabusa 2 uzay aracı 2014’ten itibaren Ryugu adlı asteroite başarıyla pek çok iniş yaparak yıllar boyunca incelemelerini sürdürdü.
Ryugu’dan toplanan numunelerin Aralık 2020’de Dünya’ya ulaşması beklenmekte. (3) Bu yarışta geri kalmamak için NASA da 2016’da Bennu adlı asteroite Osiris-Rex adlı uzay aracını yolladı. 2018’de Bennu’ya ulaşan Osiris-Rex’in topladığı numuneleri 2023’te Dünya’ya getirmesi bekleniyor. (4)
Ya Asteroitler Yörüngelerinden Saparsa?
Asteroit Kuşağındaki büyük gök cisimlerinin (çapı 10 km’den büyük olanlarının) yörüngelerinden saparak Dünya’ya çarpmaları da gelecekte gezegenimizdeki hayatın sürekliliği adına çok düşük de olsa hesaba katılması gereken risklerden. Eminim herkes 65 milyon yıl evvel böylesi bir asteroidin dinozorların başına getirdiği felaketten haberdardır.
Zaten bu yüzden aralarında merhum Stephen Hawking’in de yer aldığı bazı bilim insanları, Dünya dışındaki lokasyonlarda ivedilikle yeni koloniler kurmamız ve böylece Dünya’daki hayatı ve uygarlığı “yedeklememiz” gerektiğine dair kamuoyunu yıllardır uyarmakta.
Asteroit Kuşağı Eski Bir Gezegenin Kalıntıları mı?
Bilimkurguda asteroit kuşağının ele alınmasında, yazının başlangıcında saydığımız temalardan önce bir zamanlar en popüler konulardan biri, bu bölgedeki asteroitlerin önceden aynı konumda yer alan başka bir gezegenin kalıntıları olduklarına dairdi. Mars ile Jüpiter arasındaki “Kayıp Beşinci Gezegen” olarak düşünülen ve “Phaeton” adının verildiği bu hipotetik gezegenin varlığına duyulan inancı güçlendiren en önemli husus, Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerin konumlarında düzenli bir dizi bulunduğuna ama bu sıranın Mars ile Jüpiter arasında bozulduğuna dair matematikçi J.D.Titius ve astronom Johann E. Bode’un 18. Yüzyılın sonlarındaki keşfiydi. (5) Daha sonra teleskopların optik gözleri o bölgeye yoğunlaştığında, 1801’de Ceres’in keşfi başlangıçta “Kayıp Beşinci Gezegen” hipotezinin ispatı olarak düşünüldü. Fakat hemen ardından 1802’de Pallas’ın ve sonrasında Juno ve Vesta asteroitlerinin keşfi, o bölgede beşinci bir gezegen bulunduğuna dair teoriyi zayıflattı. Fakat bu sefer, bölgedeki asteroitlerin Güneş Sisteminin eski zamanlarında orada yer alan bir beşinci gezegenin muhtemelen Jüpiter’in kütle çekimi nedeniyle parçalanmasının ardından geriye kalan kalıntıları olduğuna dair yeni bir hipotez yaygınlık kazanmaya başladı.
Yine tam da bu noktada başka bir “heyecan verici” hipotez bilimkurgu sanatçılarının hayal güçlerini çoktan kamçılamaya başlamıştı. Ya Phaeton adlı gezegenin yok olmasına Jüpiter’in kütle çekimi değil de başka bir şey sebep olmuşsa? Acaba oradaki eski bir uzaylı uygarlığın mensupları, kendi kendilerini yok edecek ve gezegenlerini yıkıma götürecek bir iç savaşa mı -belki nükleer- tutuşmuşlardı? (İnsanın aklına elbette Kardashev’in meşhur yıldızlararası uygarlık sınıflandırma ölçekleri geliyor. Bu konuda ayrıntılı bir yazıyı sitemizden okuyabilirsiniz) Yoksa, tıpkı Star Wars’taki (Yıldız Savaşları) Death Star (Ölüm Yıldızı) benzeri gelişmiş bir uzaylı silahı mı Phaeton’u uzay haritasından silip atmıştı? Örneğin Robert A. Heinlein’in 1961’de yayımladığı “Yaban Diyarlarda Yabancı” adlı meşhur romanında, orada yaşayanların barbar vahşiler oldukları gerekçesiyle bu beşinci gezegenin Marslılar tarafından yok edildiği geçmekte. Theodore R. Cogswell’in 1955’te yayımlanan “Test Area” (Test Bölgesi) adlı eserinde ise bu beşinci gezegen Marslıların orada yaptığı nükleer bomba testleri sonucu parçalanıyordu. Bu konuların o yıllarda bütün dünyada ivmelenen Soğuk Savaş’taki nükleer savaş korkusunun izdüşümleri olduğu elbette bariz. 1972’de Sovyet yapımı çizgi film “Phaeton: Güneşin Oğlu”nu da bu kayıp beşinci gezegeni işleyen ünlü yapımlar arasında sayabiliriz. Ancak bugün bilim dünyasında kabul gören baskın düşünce, Asteroit Kuşağının parçalanmış bir gezegenin kalıntılarından ziyade, Jüpiter’in büyük kütle çekimi yüzünden hiçbir zaman kendi aralarında birleşerek gezegenleşememiş ve Güneş Sisteminin ilk zamanlarından kalma proto-planet parçacıklar olduğu yönünde.
Ceres Hakkındaki Bilimkurgu Eserleri
Cüce gezegen Ceres’in Asteroit Kuşağında bulunan en büyük gök cismi olduğunu söylemiştik. Bu yüzden Güneş Sisteminin bu bölgesini konu alan bilimkurgu eserleri daha çok Ceres’in merkezde olduğu olay örgülerini içermekte. (7) 2015-2017 arasında NASA’nın Dawn adlı uzay aracı tarafından ziyaret edilmesiyle bugün Ceres hakkında pek çok bilimsel bilgiye sahibiz. 2018’de yakıtı biten Dawn daha en az 20-50 yıl boyunca da Ceres’in yörüngesinde dolanmaya devam edecek. (6) Barındırdığı su ve organik moleküller, Ceres’i Güneş Sistemi’nde Dünya dışı hayatın var olabileceği yerler arasında düşünmemizi sağlıyor. Gelecekte koloni kurulması olası yerler arasında da bu yüzden Ceres ön plana çıkıyor. Bilimkurguda Ceres’in işlendiği ilk ciddi eser, Garrett P. Serviss’in 1898’de yazdığı “Edison’s Conquest of Mars” (Edison’un Mars’ı Fethi) adlı roman. H.G.Wells’in 1897’de yayımlanan “Dünyalar Savaşı” adlı ünlü romanından esinlenen bu eserde Marslılar Ceres’te yaşayan dev uzaylılarla bir savaş halindedir. Ceres, Isaac Asimov’un çocuklara yönelik kaleme aldığı Lucky Starr serisinde ve 1953’te yazdığı “Pirates of the Asteroids” (Asteroit Korsanları) eserlerinde üzerinde kurulan gözlemevleriyle kurgulanıyor. Alfred Bester’ın 1956 tarihli “The Stars My Destination” (Yıldızlar Hedefim) adlı eserinde ise ana karakter Ceres’ten gelen zengin bir lord olarak tanıtılmakta.
Günümüzde Ceres’i işleyen en önemli bilimkurgu eseri ise hiç şüphesiz James S.A. Corey’in Amazon Prime tarafından diziye de uyarlanan “Expanse” (Enginlik) adlı roman serisi. Bu dizide Ceres gelecekte 6 milyon insanın yaşadığı Asteroit Kuşağındaki en büyük kolonidir. Mars ve Dünya ile kıyaslandığında alt sınıflardan insanların yaşadığı (“Belter” – “Kuşak Sakinleri” olarak aşağılayıcı bir sıfatla adlandırılıyorlar) Ceres’in düşük yerçekiminden ötürü bu kolonide yaşayanlar daha uzun boylu ve zayıftır. Kendilerine has yeni bir dil de geliştiren Ceres kolonistlerinin kuşaklar boyunca zaman içinde akciğerleri ve kemikleri de bu düşük yerçekimine adapte olmuştur. Hatta bu yüzden dizinin ilk bölümlerinde bu kolonideki ayrılık yanlısı bazı teröristlerin Dünya’da sorgulanırken “yerçekimi işkencesi” adlı bir muameleye maruz bırakıldıklarını, ama aslında bu insan haklarına aykırı olduğundan su dolu tanklarda tutulduklarını da görürüz.
Yerli Bilimkurguda Asteroit Kuşağı ve Diğer Önemli Eserler
Eserlerinde Asteroit Kuşağını konu edinen bazı diğer önemli bilimkurgu eserlerini ise şöyle sıralayabiliriz: Orson Scott Card’ın 1985’te yayımlanan “Ender’s Game” romanında Asteroit Kuşağı Dünya gezegenine ait askeri bir bölge olarak betimlenmektedir. Dünya’yı işgal eden böceksi uzaylılara karşı koymak için bu bölgede pek çok üs ve yerleşke inşa edilmiştir. Kim Stanley Robinson’un 1996’da yayımlanan “Mavi Mars” ve 2012’de yayımlanan 2312 adlı romanlarında ise Güneş Sistemi’nde Asteroit Kuşağı da kolonizasyonun ilerlediği ve yeni teknolojilerin etkisini gösterdiği yerler arasındadır. Futurama adlı animasyon bilimkurgu serisinde ise insanların bu bölgedeki bazı asteroitlere müstakil evler inşa ettiğini görürüz.
Ben Bova’nın meşhur “Asteroit Savaşları” adlı 2001-2007 arasında yayımlanan roman serisinde ise, bir zamanlar Amerikan Vahşi Batısındaki “Altına Hücum” hareketlerini anımsatırcasına, şirketlerin asteroitlerdeki değerli madenleri ele geçirebilmek için aralarında giriştiği kanlı mücadeleler anlatılmaktaydı. (8) Son olarak, yerli bilimkurgu külliyatımızda Asteroit Kuşağını mekan olarak işleyen eserler arasında 2017’de yayımlanan Yüksek Doz Gelecek adlı beş novelladan oluşan kolektif çalışma ön plana çıkmakta.
Sonuç: Asteroit Kuşağı Gelecekte Bilimkurgu Olmaktan Çıkacak mı?
Asteroit Kuşağının 20. Yüzyıl boyunca ve 21. Yüzyılın ilk 20 yılında Güneş Sistemi’ni işleyen bilimkurgu eserlerinin gözde konuları arasında yer aldığını söyleyebiliriz. Fakat bu yazıda bahsettiğimiz üzere, bilhassa büyük ekonomik potansiyelleri itibariyle Japonya’nın son keşif seferleri ve NASA’nın hali hazırdaki ve gelecek projeleri göz önünde bulundurulduğunda, Asteroit Kuşağında madencilik faaliyetlerinin ve burada kurulacak kolonilerin çok değil belki de yüz yıla kalmadan bilimkurgu olmaktan çıkarak gündelik hayatın aktüel bilimine ve teknoloji mühendisliğine dönüşeceğini tahmin etmek zor değil.
Yine de eğer ileride asteroit madenciliğinin ekonomik getirileri bütün insanlığın hizmetine sunulmaksızın sadece birkaç şirketin ve zengin lortların kasasını doldurursa, aralarındaki rekabet hırsı, gezegenimizde çıkacak toplumsal kaos ve küresel savaşlar sonucunda, belki de başka uzaylı medeniyetler uzak bir gelecekte “Kayıp Üçüncü Gezegen” teorisini işleyen bilimkurgu eserleri yaratacaktır. Elbette eğer öyle bir şey gerçekleşirse ne onları okuyabilecek ne de izleyebileceğiz…
Dipnotlar: