Yerçekimini yenme düşü her zaman bilimkurgunun gözde temalarından olmuştur. Bir yerçekimi kuyusunun dibinde yaşıyoruz ve uzaya çıkmamızın önündeki en büyük engel, hala bu kuyudan çıkmak için gereken enerjinin büyüklüğü olmaya devam ediyor. Büyük kütleli bütün gökcisimleri (örneğin Mars) bize aynı sorunu çıkarmakta. Tıpkı ayak bileğinden prangayla gezegene bağlanmış mahkûmlar gibiyiz.
Yerçekimini yenme düşüncesi ilk başlardan itibaren bilimkurguda işlenmişti. Joseph Atterley’in “Ay’a Seyahat (1827)” isimli eserindeki uzay gemisi anti-çekim metaliyle kaplanmıştı. Bildiğimiz kadarıyla Joseph Atterley’in bu eseri, bu tür bir kaplamayla üretilmiş bilimkurgu gemilerinin ilk örneğini oluşturuyor.
Bir başka erken örnek de J. L. Riddlell’in “Orrin Lindsay’ın Gökyüzü Seyahat Planı (Orrin Lindsay’s Plan of Aerial Navigation, 1847)” adlı eserinde karşımıza çıkıyor.
Sonraki birçok eserde de kullanılan ve bir çeşit sözde “anti-çekim enerjisi” olarak tanımlayabileceğimiz “aperji” ile gezegenler arası seyahat fikri ilk defa Percy Greg’in uzay-macerası türündeki romanı “Zodyak Seyahati (Across the Zodiac, 1880)”nde karşımıza çıktı. Aperji fikri daha sonra aynı amaçla Jacop Astor’un “Başka Dünyalara Seyahat (A journey in Other Worlds, 1894)” adlı eserinde de kullanıldı. Yine aynı yıllarda yayınlanan Frank R. Stockton’un “Bir Negetif-Yerçekimi Öyküsü (A Tale of Negative Gravity, 1884)” de benzer bir konuyu işliyordu. C. C. Dail’in “Gezgin Willmoth (Willmoth the Wanderer)” ya da diğer adıyla “Satürn’den Gelen Adam (Man From Saturn, 1890)” adlı eserdeki uzay gemisi, üzerine sürülen bir çeşit merhem sayesinde anti-çekim özelliği kazanıyordu.
Bu eserlerden daha meşhur olan H. G. Wells’in “Ay’daki İlk Adamlar (The First Men in the Moon, 1901)” adlı eserindeki uzay gemisi ise uydurma bir metal olan “Cavorite” ile kaplanmış kepenkler sayesinde yerçekiminden kurtulabiliyordu. (Cavorite: Bu hayali metal soğutulduğunda içine konan nesneler yerçekiminden etkilenmiyorlardı.) Sonraki yazarlar da buna benzer başka elementler uydurdular. Örnek olarak DC Comics’in “N. Metal”i ve “Unobtainium (Elegeçmezyum)” metalleri gösterilebilir. Başka bir örnek de (ancak bu kez element değil), Nicholas Fisk’in Antigrav’ıdır. (1978).
Özellikle de bilimkurgunun naif ve gençler için olan kesiminde açıklamasız birçok anti-yerçekimi cihazı tasarlanmıştır. Örneğin E. E. Smith’in “Uzay Planörü (Skylark of Space, 1928)” adlı eserindeki uçuş çantası o yıl Amazing dergisinin Ağustos-Ekim sayısına kapak olmuştu. (Çizim: Frank R. Paul).
Bir başka örnek 1961 yapımı “Dalgın Profesör (Absent Minded Professor)” adlı filmde kullanılan bir anti-yerçekim malzemesi olan uçan-kauçuk “Uçançuk”tur. (İngilizcesi: flying rubber, “flubber”) A. E. Van Vogt’un “Ā’nın Dünyası (The World of Ā, 1945) adlı eserindeki “yerçekimsiz paraşüt” tıpkı bir paraşüt gibi bedene takılıyor ve oluşturduğu karşıt-çekim ile düşüşü yavaşlatıyordu.
1950’lerden anti-çekimin keşfi ile ilgili iki harika öykü Raymond F. Jones’e ait olan “Gürültü Seviyesi (Noise Level, 1952) ve Tom Godwin’e ait olan “Keşfin Anası (Mother of Invention, 1953)”dır. Ancak bu iki öykü anti-çekime mantıklı bir bilimsel açıklama getirmezler. Daha ünlü ve yanlış olmasına karşın bunlara göre daha inandırıcı olan bir eser James Blish’in “Uçan Şehirler (Cities in Flihgt, 1970)” adlı antolojik serisindeki Spindiziler adlı bir şehri galaksi boyunca uçurabilen cihazlardır. Serinin ilk bölümlerinde Dirac (1902-1984) ve Blackett (1897-1974) tarafından sayfalar dolusu denklemlerle (!) açıklandığı üzre, gerçekte manyetizm ve yerçekimi olguları “dönme”den kaynaklanmaktadır. Spindiziler de dönme etkisini kullanmaktadır tabi ki.
Dönme fikri sonradan Poul Anderson’un “Uçan Dağ Masalları (Tales of the Flying Mountains, 1963)”de de yinelendi. Bu kez devreye uyduruk jiroçekim bilimi giriyordu. J. Arthur Selling’in “Kuy Etkisi (The Quy Effect, 1966)” adlı eseri içinden yüksek bir elektrik akımı geçtiğinde yerçekimine karşı gelebilen organik bir süperiletken üzerine yapılan araştırmaların tarifiyle başlar. (Herhalde yazar süperiletkenlerin manyetik alanlar içinde havada süzülmelerinden etkilenmiş olmalı…) Daha tipik olarak anti-çekim etkisinin hiçbir açıklama olmaksızın verili bir şeymiş gibi kullanıldığı eserlere bir örnek olarak Eric Frank Russell’in “Eşekarısı (Wasp, 1957)”nı gösterebiliriz. Eserde uzay gemileri yüzeye inerken ekinleri mahvetmemek ve krater oluşturmamak için geminin “antiçekim”ini kullanırlar.
“Anti-çekim” terimi fizikçiler tarafından genelde pek de hoş karşılanmaz. Einstein’in Genel Görelilik Teorisi yerçekimini uzay-zamanın eğriliği olarak ele alır. Bu durumda bir anti-çekim cihazının çalışabilmesi için bükülmüş olan uzay-zamanın düzleştirilmesi gerekir. Bunun için de “negatif” kütleye ihtiyaç vardır. Böyle bir şey ancak bir “negatif uzay”da var olabilir. Negatif uzay ile bizim uzayımız bir arada bulunamazlar. Tabii bilim insanlarının görüşleri E. E. Smith’i hiç de caydırmamıştır. Smith, Gray Lensman (1939) adlı eserinde negatif kütleyi devreye sokmaktan hiç de çekinmez. Anti-madde benzeri eksi-küreler fırlatan toplar, “Baskı Işınları”nın itmesine karşı koymaya çalışırlar. Tabii ki sonunda çekim ışınları (tractor beams) galip gelecektir. Charles Eric Maine, “Geri Sayım (Count-Down, 1959)” adlı eserinde Einstein’i mezarında ters döndürecek iddialarda bulunur. Buna göre, eğer yerçekimi uzayın eğriliğinden başka bir şey değilse, yerçekimini yok etmek için yapılması gereken tek şey uzayı zıt yönde eğmektir. (Bilimkurgu açısından her şey bu kadar basittir işte!)
Sonraki yıllarda bilimkurgu, fizikle daha barışık eserler ortaya koymaya başlamıştır. Ciddi bilimkurgu eserlerinde bu yüzden anti-çekim cihazlarını daha az görmekteyiz. Ancak, yerçekiminin kontrolü teması bütünüyle ortadan kalkmış da değildir. Son günlerde yazılan eserlerden bir örnek olarak Bob Shaw’ın Vertigo (1978)’sunu gösterebiliriz. Bu eserde oldukça ucuza mal edilebilen anti-çekim aparatları sayesinde toplum büyük bir dönüşüm geçirir. İnsanların gökyüzünde pervasızca dolaşmaya başlamaları birçok sorunu da beraberinde getirecektir. (Eser sonradan Terminal Velocity adı ile basıldı.)
Son olarak, yerli bilimkurgu yazınından Selim Erdoğan’ın Gofer Ağacı (2014) adlı eseri de anti-çekim özelliğine sahip bir maddenin Dünya’ya gelmesi ile gelişen olayları ele alıyordu.
Elbette 2009 yapımı Avatar’da, uçan kayaların ana maddesi olan Unobtanium’un (Elegeçmezyum), gezegenin yerli halkı Na’vi’nin başına açtığı belaları anmadan yazımızı bitiremeyiz sanıyorum.
Kaynak: SFE