iklim değişikliği bilimkurgu

Bilimkurgu İklim Değişikliğini Anlamamıza Nasıl Yardımcı Oluyor?

Yıl 2140…  İki çocuk Manhattan’ın göbeğinde, Broadway ile Altıncı Cadde’nin kesiştiği yerde sörf yapıyor. Bu kavşağa aşinaysanız, ABD’nin şimdiki kıyı şeridinden uzakta olduğunu bilirsiniz. Ancak Kim Stanley Robinson’ın New York 2140 romanında iklim değişikliğinin önüne geçilememiş ve deniz seviyesi 15 metre yükselmiştir. Kent artık bize hem tanıdık hem de yabancıdır. Kanallarında gondollarla dolaşılan bir çeşit süper Venedik’e dönüşmüştür. Karakterlerimiz, Manhattan’ın orta yerinde sörf yapılabilen bu yeni dünya ile baş etmeyi öğrenmek zorundadır.

Robinson’ın 2017 yılında yazdığı roman, yakın gelecekte sular altında kalan ulusların ve hasar görmüş metropollerin  anlatıldığı pek çok bilimkurgu eserinden sadece biri. Üstelik bu tip iklim değişikliğine dayalı bilimkurgu eserlerinin sayısı da gün geçtikçe artıyor. Yetkililer iklim krizine verilecek küresel tepkinin taslağını hazırlarken ve mühendisler daha iyi güneş panelleri üretmek için yarışırken, yazarlar da kendi rollerini üstlenmekten geri durmuyor. Çünkü Robinson’ın da dediği gibi, “Bu, önümüzdeki yüzyılın hikâyesi…” Bilimkurgunun bu tavrı, insanlığın iklim değişikliğini ve doğurabileceği sonuçları kavraması açısından oldukça önemli.

Herkesin bildiği gibi iklim değişikliği, özellikle diğer insan kaynaklı felaketlere kıyasla anlaşılması zor bir kriz. Bir nehre zehirli kimyasallar dökerseniz, birkaç gün içinde ölü balıklar görür ve yaptığınız eylemin sonuçlarını hızlıca tecrübe edersiniz. Ancak iklim değişikliğinde işler bu kadar hızlı gerçekleşmiyor ve bu da insanlığın soruna yoğunlaşmasını güçleştiriyor. Çünkü kısık ateşte kaynatılan bir kurbağa gibiyiz. İngiliz iklim bilimciler, 2018’de yayımladıkları raporlarında bir felakete doğru gittiğimizi belirttiler, ama bu felaketin bizi tam olarak nasıl bir geleceğe sürüklediğinden bahsetmediler.

İşte kurgunun önemi tam olarak burada başlıyor. Bilimkurgu, bilimden aldığı soyut verileri kullanarak geleceğin yüzlerini, hikayelerini ve dünyalarını yaratıyor. Bilim insanlarının raporlarında yer alan birtakım teknik bilgiler, bilimkurgu sayesinde hayal edebileceğimiz manzaralara bürünüyor. Bir başka deyişle tehlike ve tehdidin farkına varmamız kolaylaşıyor. Robinson, “Okuyuculara iklim değişikliğine maruz kalmış bir geleceği detaylı ve dokunaklı şekilde anlatırsanız, onu hayal etmeleri daha kolay olur,” diyor. Haklı da. Çünkü bu eserler sayesinde kendimizi karakterlerin yerine koyabiliyoruz. Edebiyatın güzel taraflarından biri de bu değil mi zaten? Kıyı şehirlerinin sular altında kaldığı, iklim mülteciliğinin doruğa ulaştığı bir gelecekte ailesini yaşatmak için çırpınan bir anne/babanın yerine koyun kendinizi. Hiçbir bilimsel rapor, bunun size yaşatacağı ızdırabı ve katacağı farkındalığı sağlayamaz.

Kaliforniya San Diego Üniversitesi’nden Profesör Shelley Streeby şöyle diyor: “Bilimkurgu, insanları iklim değişikliğini anlatan herhangi bir bilimsel rapordan çok daha fazla düşünmeye itiyor. İnsanların bizi bekleyen muhtemel geleceği hissetmelerini sağlıyor.” İklim felaketlerini anlatan bilimkurgu romanlarının tam sayısını kestirmek güç, fakat hızla arttıklarını biliyoruz. 2016’da yapılan bir araştırmaya göre, 20’si son 5 yılda olmak üzere 50 kadar iklim felaketine dayalı bilimkurgu romanı yazıldı. Hepsinin de ortak noktası, insan kaynaklı iklim değişikliğini ve etkilerini konu almasıydı. John Lanchester’ın “huzur kaçırıcı ve eğlenceli” olarak yorumlanan “The Wall” adlı kitabı da bunlardan biriydi.

Bilim insanlarına göre küresel sıcaklıktaki 2 santigratlık bir artış bile yaşamı olumsuz etkilemeye yetiyor. Böylesi bir dünyanın coğrafi, toplumsal, politik ve ekonomik hatlarını hayal etmek güç. Üstelik çoğu insan, bunun günümüzdeki yaşam tarzımızla doğrudan bağlantılı olduğunu bile fark edemiyor. İşte bu noktada devreye giren bilimkurgu, anlamamızı kolaylaştırmak için işleri birkaç on yıl ileri sarıyor ve 2080’de işe gitmenin ya da ekmek almanın neye benzeyeceğini hayal etmemize olanak sunuyor. Elbette bu son derece önemli işlevin her bilimkurgu eseri tarafından yerine getirildiğini söylemek mümkün değil. Özellikle ana akım bilimkurguda işler daha çok tribünlere oynama üzerine kurulu. “Yarından Sonra” gibi Hollywood filmleri başta olmak üzere, bu eserlerde iklim değişikliğinin aksiyon ve gerilim unsuru olarak kullanıldığını görüyoruz. Neyse ki bilimkurgu, bunun ötesine bakmayı başaran ve kendisine şunu soran eserlerle de dolu: “Krizden sonra dünyayı ne bekliyor?”

Bilimkurgunun alt türlerinden biri olan solarpunk, dünyayı gelecekte neyin beklediğine dair şimdilik en iyimser bilimkurgu akımı. Sarena Ulibarri gibi yazarlar, distopik edebiyatın vahametli tonunu beğenmeyip bunun yerine yenilenebilen kaynaklarla çalışan daha adil bir dünya hayal ediyor. Solarpunk’ın edebi temeli, 2012’de Brezilyalı bir yayımcının öykü derlemesi ile atıldı ve o günden sonra giderek yaygınlaşmaya başladı. Herkesin bu meydan okumayı kendince ele alabileceğini düşünen Ulibarri, “Yakın geleceği konu alıp da iklim değişikliğine değinmeyen her bilimkurgu bir fantezidir,” diyor. “Dünyayı gelecekte ne bekliyor?” sorusu, bilimkurguda kendine pek çok karşılık buldu. Bilimkurgu yazarlarının genel eğilimi, iklimsel distopya ile politik eleştiriyi sentezleme yönünde. Robinson’ın New York 2140 romanında da bu eğilim görülebiliyor. Örneğin karakterlerden birinin şu serzenişi fikir verecektir:

“Dünya, her şeyi çalıp yanlarına kâr kalacağını düşünen bu puştlar yüzünden berbat oldu! Onları yenip adaleti geri getirmeliyiz!”

Muhatabı ona böyle bir hamle için şartların olgunlaşıp olgunlaşmadığını sorduğunda ise şöyle cevap veriyor:

“Olgunlaştı. İnsanlar çocuklarına bir şey olacak diye korkuyor. İsyanın filizleneceği o kritik zamanlardayız!”

Bu diyalogları alıp günümüz dünyasına uyarlayabiliriz. Robinson kitabındaki yaklaşımını “kızgın iyimserlik” olarak adlandırıyor ve şöyle diyor: “Bir şeyler iyiye gidebilir, ama bu sadece insanlar sistemi değiştirmeye hazır olduğunda gerçekleşecektir.”

Öte yandan bazı insanların sistemi değiştirmeye diğerlerinden daha fazla ihtiyacı var. Bilimkurgu tarihine bakacak olursanız, uzunca bir süre bilim insanlarının, kaşiflerin ve mucitlerin hep beyaz insanlar olarak resmedildiğini göreceksiniz. Siyahilerin ve hatta kadınların geri planda bırakıldığı su götürmez bir gerçek. Son kitabında Steeby, hikâye kadar onu kimin yazdığının ve kurguda kimin ön plana çıktığının da önemli olduğunu savunuyor. “Gelecek” kelimesi yerine “gelecekler”i tercih eden Steeby, “Değişik gruplardan gelen birçok gelecek biçimini göz önünde bulundurmalıyız. Eğer bu hikâyelerin çoğalmalarını sağlayıp seslerini yükseltebilirsek, şu an hayal ettiğimiz cevapların çok daha fazlasına kavuşabiliriz,” diyor.

Örnek olarak gösterdiği kişi ise Afrika kökenli Amerikalı yazar Octavia E. Butler. 1993’te yayımladığı “Parable of the Sower” romanı, 2020’lerin ortasında kuraklıkla boğuşan Kaliforniya’daki bir siyahi gencin maceralarını anlatıyordu. Siyahi bir kadın karakteri hikâyesinin ortasına yerleştiren Butler, diğer yazarlara da yol gösteriyordu. Butler’ınki gibi beyaz olmayan edebi sesler yeni değil. İngiliz yazar ve küratör Angela Chan, ana akım Batı edebiyatındaki bu dengesizliğin giderilmesi gerektiğini düşünenlerden. Çünkü Chan’a göre iklim değişikliğinin ilk şok dalgası, tam da görmezden gelinen azınlıkları vurabilir. Yaşam alanlarının azaldığı bir gelecekte sınırlar kapatılabilir, ırkçılık hortlayabilir, modern dünyanın kazanımları bir anda ortadan kalkabilir.

İngiltere’deki Çin diasporasının bir üyesi olan Chan, son zamanlarda Çin bilimkurgusunun günümüzdeki gerçekleri ve geleceğe dayalı meydan okumaları iklim değişikliği üzerinden işlemeye yöneldiğini belirtiyor. Chan, Çin edebiyatına Batı merceğinden bakmamamız gerektiği kanısında. Ona göre, iklim hikâyelerinin kimin sesini duyurduğu ve hangi kesimler için yeni kapılar araladığı daha önemli. Dünyanın neresinde yaşadığından bağımsız olarak, iklim değişikliğini konu edinen yazarların hepsi de bunu hikayeler anlatarak yapıyor. Bazen post-apokaliptik kurgulara sarılıyorlar, bazen iyimser gelecekleri düşlüyorlar, bazen de iklim değişikliğini politik ve sosyolojik eleştirileri için bir zemin olarak kullanıyorlar. Ancak hangi yolu izlerse izlesinler, özelde bir coğrafyayı genelde ise topyekun insanlığı, yani hepimizi anlatıyorlar. Sesi çıkmayanlara ses, tehlikeyi fark etmeyenlere de uyarıcı oluyorlar.

Sonuç olarak, Robinson’ın New York 2140 romanındaki karakterin de dediği gibi:

“Bilim insanları araştırmalarını yapıp hepimizi yaklaşan tehlikeye karşı uyardı. Bunun üzerine öngörülü bilimkurgu yazarları da kollarını sıvayıp bize korkunç hikayeler anlattı. Onlara kulak asmayan angutlarsa bu güzelim gezegeni ateşe verdi! Gerçekten her şey böyle oldu!”

Umuyoruz böyle olmaz…

Hazırlayan: Uğurcan Sakızlı | Kaynak

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

bilimkurgu uzayli yaratik ahtapot

Erken Dönem Bilimkurgusunun Garip Uzaylıları

İnsanlığın uzaylılar hakkındaki fikirleri bin yıllar boyunca evrim geçirdi, ancak televizyon çağından önce bu fikirler …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et