Apollo Görevlerinin Bilimkurguya Etkisi

Jules Verne’nün 1865 yılında yazdığı “Dünyadan Ay’a” adlı romanı, Amerikalıların kendilerini Ay’a devasa bir savaş topuyla attıklarını tasavvur ediyordu. Top; Amerikan iç savaşı döneminde önde gelen bir teknolojiydi. Bir yüzyıl sonra insan hakları hareketi gerçekleşirken, Star Trek ise Atılgan adlı yıldız gemisinde çeşitli etnisitelerden gelen bir uzay mürettebatı kurguladı. Tarihçi Margaret Weitekamp’a göre, çeşitli ırkların birlikte uyum içinde çalışma konsepti seriye çok iyimser bir hava katarak izleyicilere uzay seyahatlerinin geleceği hakkında umut veriyordu. Uzay keşifleri, filmlerde yerini Apollo görevlerinden çok daha önce bulmuştu. 1902’de Verne’ün bahsettiğimiz romanından esinlenen “Ay’a Seyahat” bu filmlerin devamının gelmesini sağladı. Bilimkurgunun uzay yolculuğuna bakışı da yıllar geçtikçe evrimleşti. 1960’larda tasvirler daha çok gerçekte neler olduğuna odaklandı ve gerçek uzay programlarına yöneldi. Weitekamp’a göre, “Gerçekte olanla yarışmak mümkün değil. Bu şekilde uzay yolculuğunun ne olabileceğine ilişkin çok daha fazla öngörü ortaya çıkıyor.”

Ay’ın film tarihindeki tasvirlerini inceleyen Edebiyat profesörü Bran Willems şöyle diyor: “Apollo görevleri başladığında insanlar Ay’a gitmenin artık bir fantezi olmadığını gördü. Bu dönemde bilimkurgu literatüründe yeni öncü temalar öne çıktı. Artık hayal dünyamızda Ay’a inmek, yolculuğun hedefi değil bir durağı sadece.” Örneğin Countdown (1968) ilk Ay’a inişi kurguluyor, ancak sonrasında neler olduğundan çok yüzeye inişin güçlüğüne odaklanıyor. Filmde Amerikalılar, Sovyetler Birliği’nin Ay’a daha önce ulaşacağını öğrendikten sonra Apollo programını yeni bir plan için terk ediyorlar. Bunun yerine tek bir astronotu, tek yönlü bir yolculuk için dönüşünü sonra planlamak üzere gönderiyorlar. Tıpkı gerçekteki uzay yarışı gibi, filmdeki tek motivasyon da Sovyetler’i Ay’a gitmekte geçmek. “Bütün mesele Ay’a gitmek, daha doğrusu gidebilmekle ilgiliydi. Ay’da edinilecek tecrübeler geri planda kalmıştı,” diyor Willems.

Star Trek ekibi Enterprise mekiğinin hizmete girişi için düzenlenen törende, 1976

Apollo 11 öncesi bu tür filmlerin gerçek hayattaki Apollo görevlerini yansıttığını öne süren Willems, temel motivasyonun Amerikan gururunu ve Sovyetler Birliği’nin yarışı geçeceği kaygısını vurgulamak olduğunu düşünüyor. Willems’a göre Ay’a yolculuk heyecanlı bir maceraysa da, Ay’ın kendisi çok heyecan verici bir nesne değil. Apollo 11, 1969 Temmuz’unda insanları yüzeye indirdiğinde tüm dünya hayretler içinde kaldı. Ama aynı zamanda Ay yüzeyinin ne kadar cansız olduğu da görüldü. Bu yüzden farklı bir yola gidilerek Ay’la ilgili bilimkurgu öyküleri fantastik öğelerle dolmaya başladı.

1970’lerin TV dizisi Space: 1999, Ay’ın patlamasıyla başlıyor. 2011 korku filmi Apollo 18, iptal edilen bir görevin sözde gerçek yüzüne odaklanıyor. 2012’de yayımlanan Iron Sky’da ise bu sefer uzaylılar değil, 2. Dünya Savaşından sonra Ay’da saklanan Naziler var. Bazı başka filmler de Ay’ın sıkıcı düzlüğünü kendi özgün karakterine dönüştürmeyi başardı. Örneğin 2009’da çekilen “Ay” filmi sıkıcı, tenha bir Ay maden sahasında çalışan karakterin yalnızlık duygusunu anlatıyordu. Uzay yarışı sakinleştikten sonra Ay’a yapılan seyahatler romandaki popülerliklerini bir nebze yitirdi. Ay’a inmek, Ay’ı daha az egzotik bir ortam haline getirdi. Bu da bilimkurgu camiasının dikkatini başka yerlere odaklamasına yol açtı.

2001: A Space Odyssey, 1968

1966’daki Apollo görevleri için iniş alanlarını keşfe çıkarken, NASA’nın Lunar Orbiter 1’i Dünya’nın ilk tam boyutlu fotoğrafını Ay’dan çekmeyi başardı. 1968’de Apollo 8 astronotu William Anders, böyle bir çekim yapan ilk insan oldu. Willem’a göre bu çekimlerin bilimkurgu sinemasında karşılığını bulması gecikmedi. Zira Ay sahneleri olan filmlerin birçoğunda, arka planda hep Dünya görülmeye başlandı. Örneğin 1968 tarihli klasiklerden 2001: A Space Odyssey‘de Ay üssünün üzerinde yüzen mavi gezegenimize yer verilmişti. Willems, “Bu filmlerin çoğu Ay ile ilgili gibi görünebilir, ama aslında daha çok Dünya hakkındalar,” diyor ve devam ediyor: “Bütün mesele Dünya’nın Ay’ı nasıl gördüğüyle ilgili. Ay’ın nasıl deneyimler sunduğu ya da Dünya’dan hangi yönüyle farklı olduğuyla ilgili değil.”

Bu da Apollo görevlerinin bilimkurgu görüşlerini nasıl etkilediğini tam anlamıyla ortaya çıkarıyor. Başlarda bilimkurgu üreticileri, Ay’ı sürpriz dolu keşfedilmemiş bir alan olarak hayal etmişlerdi. Ama Ay yüzeyine seyahat mümkün olmaya başladıkça bilimkurgu daha çok yolculuğun kendisine odaklanmaya başladı. Sonunda gerçekten Ay’a ulaştığımızda da gezegenimizin mütevazı görüntüsünü görmek, geri adım atıp insanlığın evrendeki yerini sorgulamak için kullandık onu. Weitekamp’ın dediği gibi, “Uzay seyahatleri farklı hikayeler anlatmak için çok zengin bir fon ve Ay’ın fonunda da biz varız.”

Hazırlayan: Kadir Tanrıverdi | Kaynak

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

bilimkurgu uzayli yaratik ahtapot

Erken Dönem Bilimkurgusunun Garip Uzaylıları

İnsanlığın uzaylılar hakkındaki fikirleri bin yıllar boyunca evrim geçirdi, ancak televizyon çağından önce bu fikirler …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et