Homeros‘un yazılı eserler bıraktığı Yunan Karanlık Çağları ile bilimkurgu arasında bir etkileşim kurmak mümkün. Zira ortada ne siberpunk ne de bilimkurgu gibi kavramlar varken Samsatlı Lukianos (kendisi Antik Çağlar’da değil, günümüze nispeten daha yakın bir dönemde yaşadı) Antik Çağ destanlarını andıran bir bilimkurgu eseri yazmıştı: Gerçek Bir Hikaye.
Bronz Çağı Çöküşü sırasında Antik Yunanistan derin ve sessiz bir karanlığa gömülmekten ziyade destanlar ve mitlerle dolup taştı. Örneğin Odysseia. Bu eser tarihte yazılmış en güçlü romanlardan biridir. Günümüzde dahi etkisi durmaksızın sürüyor. Homeros daha o çağda, ne roman teknikleri ne de roman kavramı mevcutken, hikayesini tek bir çizgi halinde değil, geriye dönüşler yaparak, karakterleri konuşturarak, mübalağalar, mitler ve akıl almaz olaylarla doldurarak anlatmış.
Odysseia’yı okuyarak adeta o çağı yaşıyoruz. Muazzam bir perspektif var eserde. Kimi zaman tanrıların, kimi zaman büyülü yaratıkların, kimi zaman soyluların, kimi zaman da sıradan insanların perspektifi. Bu eseri okudukça anlıyoruz ki aslında o günden bu güne insanın ruhani açıdan kat ettiği yol çok kısıtlı. Erdem ve günahlar hâlâ daha neredeyse hiç bozulmamış, sadece toplumlara ve zamana göre biçim değiştirmişler.
Odysseia’yı bir bilimkurgu eserine dönüştürmek mümkün. Deniz, o çağın insanları için bir geçim kaynağı fakat aynı zamanda bilinmezliklerle dolu son derece tehlikeli bir yer. Uzak bir gelecekte uzaya açılmış insanoğlunun o kozmik boşluğa olan münasebetleri, Antik Yunanlılar’ın denize olan münasebetleriyle benzer olacaktır diyebilirim. Uzayın o dipsiz, şekilsiz ve yönden yoksun karanlığı muhayyilede kim bilir ne tür bir seda bırakacaktır.
Tabii, bu gün biz uzak bir gelecekte bildiğimiz anlamıyla herhangi bir toplumdan söz edip edemeyeceğimizi bilemeyiz. Belki de insanüstü yarı-tanrılarla dolacaktır uzay karanlığı. Bunlar bireysel kozmoslara dönüşüp toplum kavramını ortadan kaldırmış olacaklar. Ya da uzak geleceğin ‘insanları’ bu günün insanlarıyla herhangi bir bağ taşımayacaktır bile. Bu gün bizim davranışlarımız, düşünce şeklimiz hatta hayal kurma biçmimiz dahi birkaç jenerasyon içinde ilkel kabul edilen, gülünç bir hatıra olarak insanlık tarihinde yer edinecektir. Fakat şunu söylemek gerekiyor ki bizlerin hâlâ daha antik çağlarda yaşayan insanlarla hayal kurma biçmimiz ve hatta düşüncelerimiz dahi az çok benzeşiyor. Dolayısıyla bu kadar uzun çağlar boyunca insan zihni bağlarını korumakta ısrar etmişse, yarın da bu bağlar kolay kolay çözülemeyecektir belki.
Uzak geleceği tahmin etmekteki acizliğimiz malum. Fakat bu bizi kurgulamaktan alıkoymuyor. Uzak geleceği istediğimiz gibi düşleyebiliriz. Bunu retro-fütürizm aracılığıyla da yapmak mümkün. Sandalpunk yarı yarıya retrofütürizmdir, yarı yarıya anakronizm. Odysseia ve uzak gelecek arasında bir ilişki kurmak, daha doğrusu uzak gelecekte, uzayda geçen bir Odysseia yazmak retrofütürizmdir. Odysseia eserinde yüksek teknolojili aletlerin bulunması da anakronizm. Bu iki unsur Odysseia’yı bir bilimkurgu, dolayısıyla sandalpunk eserine dönüştürecektir.
Sandalpunk bir eserde Antik Mısırlılar da bulunabilir. Yasaklanmış şehirler, Yunanistan’dan gelip Mısır’a ayak basınca metamorfoz geçiren tanrılar. Mumyalar, genetik teknolojiler, yüksek cerrahi ve Sirius bağlantıları. Hermes Trismegistus, kaybolmuş ve batmış Atlantis‘in izleri, gizemli bilgiler, filozoflar, mitolojik bağlantılar, büyülü ve ürpertici yaratıklar… Yunan Karanlık Çağları’nın yarattığı ekonomik ve siyasal çöküntü. Tüm bunlar ve dahası sandalpunka konu olabilir.
Kuzeyden ya da doğudan, Karadeniz boylarından göç eden barbar halklar farklı şekillerde tezahür edebilir sandalpunka. Gerçi Karadeniz boylarından gelen ve at süren göçebe bir halk büyük ihtimalle Yunan mitolojisinde kendine yer bulmuş; sentorlar… büyük ihtimalle Yunanlılar Karadeniz üzerinden gelen İskit kabilelerini ata yapışık vahşi varlıklar olarak görüyordu. Nitekim sentorlar kavgacı, gürültücü ve de savaşçı bir ırk olarak tasvir edilir. Bu çeşit insan-hayvan melezleri ve büyülü ırklarla dolu bir dünyadaki etnik tansiyonun ne hadde olabileceğini siz düşünün.
Büyü ve tanrılardan işmarla dolu bir dünyada politika ve ekonomi de alışılmışın dışında gelişecektir. Tanrıların bir kısmı bir siyasi partiyi desteklerken, öbürü diğerini destekleyecek. Demokrasi belki o kadar güçlü ve de sarsıcı bir hal alacak ki tanrılar da nihayet ölümlülerle aynı potaya düşmek zorunda kalacak. Belki de Prometheus‘un ateşi çalması gibi, asi bir tanrı sırf ölümsüzlere vaad edilmiş bir gücü ölümlülere taşıyacak ve inanılmaz bir teknolojik gelişim ile ölümsüzler arasında da küçük tanrıların ortaya çıkmasına neden olabilir. Ya da ölümlünün biri ambrosia balını kopyalamayı başarabilir. Ölümlülere “ölümsüzlük balı” satan bir şirket düşünün. Ambrosia bir ölümlüyü aniden tanrıya falan dönüştüremez, ölümsüz de yapmaz… dolayısıyla bir ölümlü bayağı uzun yaşar ama eninde sonunda ölür… dolandırıcılığın ortaya çıkması için yüz yıllar gerekecek…
Ya da uzak gelecekte çok güçlü teknolojiler ve genetik özelliklerle donanmış bir grup tanrısal süper-insanın kendini tanrı ilan ettiğini düşünün. Fakat bayağı uzak bir gelecekten bahsediyorum, öyle ki insanlık artık ‘insan’ sıfatından çok uzak. Kardashev Ölçeği‘ne nanik yaparcasına muazzam bir medeniyeti düşünün. Bu medeniyetin sadece birkaç yüz ferdi kalmış. Onlar da henüz evrenin termal ölümünü durduracak kadar gelişmemiş ne yazık ki. Ne yapacaklar? Başka bir evren yaratıyorlar. Son soruyu sora sora bir de bakıyorlar ki Olimpostalar.
Ya da bu kadar uzak bir geleceğe gitmeye gerek yok. İnsanlığın galaksiler arası bir medeniyete dönüştüğünü varsayalım. Çok uzak saçma sapan bir galaksinin epey gözden ırak bir köşesinde bir gezegen var. Orada yüksek teknolojili bir insan topluluğu, daha aşağıdaki bir insan topluluğuna ‘tanrılık’ yapıyor. Evet, insanı aşağı, yukarı diye sınıflandırmak kimisine sinir bozucu gelebilir ama bu bir gerçek, kimisi yukarıda, kimisi aşağıda. Eğer çok büyük bir devrim yaşanır da her şey eşit ve birbirine denk olursa, bu da bambaşka bir bilimkurgu senaryosuna yol açar… belki de bir sonraki yazı Commiepunk tarzı bir şey olur? Mantıklı. Böyle bir şey sanırım ilk Bilimkurgu Kulübü’nde ortaya çıkacak ya da Reddit’in anlamsız bir köşesinde çoktan ortaya çıkmış ve yüzüne nanik yapılıp öylece bırakılmış da olabilir.
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade