Geçmişteki kitlesel yok oluşların hiçbirisi tek bir türün etkisi ile olmamıştır. Bugün yaşanan durum ise böyledir. Gelecek birkaç yüzyıl içinde çeşitlilik daha önce hiç görülmediği kadar hızlı bir şekilde kaybolacaktır. Yeryüzü biyolojik çeşitliliği üzerindeki insan tehdidi, insanın güçlü teknolojisi ve nüfus artışı nedeniyle her zamankinden daha fazladır. Bu tehdit, 2004 yılı itibari ile 6.4 milyara ulaşan ve yılda tahmini olarak 76 milyon artan insan nüfusunun üstel büyümesi sonucu sürekli olarak artmaktadır. Birey başına nüfus artışı, tropik ve alttropiklerdeki gelişmekte olan ülkelerde en yüksektir. Oysa, çevreye birey başına verilen zarar, sanayisi gelişmiş ülkelerde daha yüksektir. Örneğin ortalama bir Amerikalı, Kenya’lıya kıyasla çevre üzerinde 140 kat daha fazla baskı yaratır. Çünkü Amerika, tüm dünyada üretilen kaynakları ve enerjiyi bol bol tüketmiştir. Biyolojik çeşitlilik üzerinde hoyratça işletilen madenler ve denizlerin petrolle kirletilmesinden, böcek ilaçlarına ve küresel ısınmaya neden olan sera gazlarının üretimine dek gelişmiş sanayileri olan ülkelerin büyük etkileri vardır.
Bazı türler avcılık ve aşırı avlanma baskısı ile bazı türler ise insan türünün yeni alanları istilası nedeniyle tehdit altındadır. Fakat şimdiye dek, yok oluşun en önemli nedeni yaşam alanı kaybıdır. Bu yüzden Kuzey Amerika tatlısu balıklarının % 29’u yok olmuş ya da yok olma tehdidi altında olup, bütün kuş türlerinin % 10 kadarı da Uluslararası Kuş Koruma Konsey‘i tarafından tehdit altında olan türler olarak değerlendirilmektedir.
Büyük olasılıkla tropik yağmur ormanlarında kaybolan tür sayısı en yüksektir ve tropik yağmur ormanları gittikçe artan bir hızla harap olmaktadır. O.Wilson‘ın da dediği gibi;
“1989 yılı yağmur ormanları Amerika Birleşik Devletlerinin 48 eyaleti kadar bir alan işgal etmişken, her yıl Florida eyaleti kadar azalmaktadır.”
Bazı yazarlara göre yeryüzündeki tür miktarının % 5-10 kadarına sahip olan yağmur ormanlarındaki türlerin % 10-25 kadarının gelecek 30 yıl içinde yok olacaktır. Bu sayıya zengin mercan resiflerindeki türlerin kaybı, diğer sucul yaşam alanlarındaki kirlilik, Madagaskar ve Güney Afrika Cape Province gibi çok sayıda bölgeye özgü türü barındıran yerlerdeki habitat kayıpları da eklenmelidir.
Uzun dönemde, biyoçeşitlilik üzerindeki en baskın tehdit, taşıl yakıtların aşırı kullanımı ve karbondioksit gibi sera gazlarının üretimi sonucu oluşan küresel ısınmadır. İklim değişiklikleri farklı bölgeleri farklı etkilemesine karşın (bazı yerler şu an bile sıcaklık artışından zarar görmektedir), kar örtüsü, buzullar ve kutup bölgesi buzulları hızla azalmakta, bazı tropik alanlarda kuraklık belirtileri görülmektedir. Bu değişiklikler, geçmişteki değişikliklerden çok daha hızlı gerçekleşmektedir. Bazı türler genetik değişikliklerle duruma uyum sağlayabilse de, şimdiden pek çok türün dağılım alanlarının değiştireceği yönünde kanıtlar vardır. Dağların doruklarında ya da kutuplarda yaşayan türler için böyle değişiklikler zor ya da imkansızdır. Pek çok diğer türün de yaşam alanları ve yaşam alanları arasındaki koridorların tahrip olması nedeniyle dağılım alanlarını değiştirmesi olanaksız görünmektedir. Isınma hızları ve türlerin yayılım yeteneklerine ilişkin çeşitli senaryolara dayalı bilgisayar benzetimlerine göre, gelecek 50 yıl içinde % 18-35 kadar tür yok olmaya doğru gidecektir.
Fakat Carl Sagan‘ın da değindiği noktayı unutmamamız gerekir;
“Neslin tükenmesi bir kuraldır. Asıl istisna olan hayatta kalmaktır.”
Peki geçmişte de kitlesel yok oluşlar doğal olarak olmuş ise, niye bu kadar sorun yapıyoruz? Büyük ihtimalle her insan kendi bakış açısıyla soruyu yanıtlayacaktır. Bazıları ekoturizmin ekonomik değerine ve kuş gözleminin önemine değinirler. Biyologlar, binlerce türün zararların kontrolünde yararları olabileceğini ya da tıbbi bileşiklerin kaynağı olabileceklerini hatta endüstriyel değerini tartışacaklardır. Omurgalılar ve damarlı bitkiler gibi çok iyi bilinen birkaç tür dışında, pek çok tur hala tanımlanmamıştır. Çok daha azı ekolojik ve olası sosyal değerleri çalışılmıştır.
Biyoçeşitliliği korumanın mantığı tamamen faydacılık değildir. Pek çok kişi gelecek kuşakların kaplanlardan, deniz kaplumbalarından ve parlak renkli papağanlardan yoksun kalacağı düşüncesin katlanamaz. Milyonlarca kişi bozulmamış bir doğa içinde, kendini yeniden doğmuş gibi hisseder. Hatta bazıları, dünyayı paylaştığımız türlerin yok oluşlarına neden olmamızı adaletsiz olarak görür. Aslında öyledir de. Çünkü, geçmişteki kütlesel yok oluşların sebebi başta da değindiğimiz gibi tek bir tür değildir. Doğanın kendisidir. Fakat öte yandan insan da doğanın bir parçasıdır. Yani sonuç olarak yine doğa kendi kendini yok ediyor.
Koruma gittikçe daha karmaşık bir konu olmaktadır; yalnızca türler için kaygılanmanın yanı sıra yaşamları çevreye bağımlı olan insanları anlamayı da gerektirir. Sadece biyoloji anlamayı değil, yerel ekonomiyi, politikayı, kadının toplumdaki yerinden, dünya insanlarının ve hükümetlerinin seçiciliği savunan batı fikirlerine karşı olan tepkilerine kadar uzanan sosyal konuları da anlamayı gerektirir. Koruma çalışmarına giren herhangi bir kişi bu karmaşık durumla başetmek durumundadır. Yine de az da olsa yapılabilecek bir şeyler vardır. Daha az atık üretmeyi deneyebiliriz. En önemli sorun olan nüfus artışını azaltmak için insanları eğitebiliriz, koruma organizasyonlarını destekleyebiliriz. Yeni enerji kaynakları için çalışmalara daha çok yatırımlar yapabiliriz. Çevresel konulara karşı tetikte olabiliriz. Her düzeyde seçilmiş politikacılarla bağlantı içinde olabiliriz. Bilgili insanların yapacağı birkaç eylem bile yeri geldiğinde önemli olabilir.
Kaynak: Douglas Futuyma – Evrim / syf. 158