Eğitim, Hayal Gücü ve Bilimkurgu Üzerine

“Eğitim sadece kitaplardan öğrenmek, birtakım olguları ezberlemek değildir. Nasıl bakılacağını, kitapların söylediklerinin nasıl dinleneceğini, söylediklerinin doğru mu yanlış mı olduğunu bulmayı da öğrenmektir. Tüm bunlar eğitimin parçasıdır. Eğitim sadece sınavlardan geçmek, bir konum ve iş edinmek, evlenmek ve yerleşmek değildir. Eğitim kuşları dinleyebilmek; gökyüzünü, bir ağacın, bir tepenin şeklinin olağanüstü güzelliğini görebilmek ve hissetmek; bunlarla gerçekten ve doğrudan ilişkide olmak demektir.” – J. Krishnamurti

Çocukların ilk öğretmenleri genellikle anne babalarıdır. Yani anne ile baba, çocuğun dünya görüşünü şekillendirmeye başlayan ilk kişilerdir. Çocuğunun düşüncelerine önem veren, anlattıklarını dinleyen, onu yetersiz bir canlı olarak değil, aksine kendi fikirleri olan bir birey olarak gören aile çok şeyi değiştirebilir. Çocuğa bir şey anlatırken ona yukarından bakmak yerine eğilip onunla aynı hizada durmak, odasına girerken kapıyı çalmak gibi küçük ayrıntılar bile aslında çok önemlidir.

Maalesef toplumumuzda örneklerine sık rastladığımız bir durum değildir bu. Çocuk çocuktur ve çocukluğunu bilmelidir. Ondan beklenen denileni yapması ve toplumda kendisine biçilen rolü yerine getirmesidir. Otur denince oturmalı, kalk denince kalkmalı, çeneni kapa denince susmalıdır. Çocuklar, toplumumuzda genellikle doyduğunu bile anlamayacak canlılar olarak görülür. Hepimiz küçükken annemizden “Bir lokma daha ye. Bu kadarla doyulur mu? Aç bakalım ağzını,” gibi cümleler işitmişizdir. Hatta büyüyünce bile kurtulabildiğimiz cümleler değillerdir bunlar.

Boy blowing dandelion clock

Ailesi tarafından bu şekilde yetiştirilen bir çocuk kendine ne kadar güvenebilir? Ayakları üzerinde nasıl sağlam durabilir? Ve kendi düşüncelerinin de önemli olduğunun farkına nasıl varabilir? Elbette varması güçtür. Hatta imkânsızdır. Ailesi onun yerine düşünmekte, karnının ne zaman doyup doymadığına bile karar vermektedir.

Bu durum okulda da devam eder. Öğretmen her şeyi bilen ve söylediği her şey doğru sanılan üstün bir varlık olarak görülür. O ne diyorsa doğrudur ve söylediğinin üstüne bir şey söylemek yanlıştır. Hep birlikte ilkokul çağlarımıza dönelim. Kaçımız öğretmenin söylediği bir şeye katılmadığımızı ve ondan farklı düşündüğümüzü dile getirmişizdir? Şöyle bir cümleyi aramızdan kaçı kurmuştur?

“Öğretmenim bu konuda yanlış düşünüyorsunuz.”

Eğitim sistemimiz ezbere dayalıdır. Öğrenciler konuları ezberler, sınava girer ve sonra da ezberlediklerini unuturlar. Ezberledikleri şeylerin doğru olup olmadığına kafa yormazlar. Çünkü onlardan buna kafa yormaları beklenmez. Amaç bir şey öğrenmekten çok, dersleri geçmek ve aslında bir kâğıt parçasından fazlası olmayan diplomaya ulaşmaktır.

hayal gücü

Şimdi bu anlattıklarım bilimkurgu ile ne ilgisi var diye soracak olursanız, size bu anlattıklarımın en başta hayal kurmak ile ilgisi olduğunu söylerim. Yukarıda bahsettiğim şekilde yetiştirilmiş birinin kendi dünya görüşünü oluşturmasına imkân yoktur. Onun doğruları başkalarının doğru saydıklarıdır. Gerçekleri, başkası tarafından kesilip şekillendirilmiş ve kafasının içine yerleştirilmiştir. Böyle birinin içinde bulunduğu toplumun çarpıklıklarını tespit etmesi, daha iyi bir dünya düşlemesi ve bunun için mücadele etmesi ne kadar olasıdır? Daha kendi dünyasını keşfedememiş biri nasıl evrenin ötelerine gittiğini hayal edebilir? Böyle biri, daha kendi fikrini dile getiremezken nasıl farklı yaşam formlarıyla iletişim kurduğumuzu düşleyebilir? Böyle biri nasıl George Orwell’ın 1984’ü, Hayvan Çiftliği ya da Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451’i gibi bir roman kaleme alabilir? Yazmayı geçtim, böyle biri bu romanları nasıl okuyabilir ve özümseyebilir? Böyle birinin “Yakmak büyük zevkti,” diyen itfaiyeci Guy Montag’dan ne farkı vardır? Ona kitaplar kötü denildiyse kitaplar kötüdür. Kitapların yakılması gerektiği söylendiyse kitaplar yakılmalıdır.

İnsanın başına gelecek en kötü şeylerden biri merak duygusunun körelmesidir. Her şey merak etmeyle başlar. Merak eden kişi sorular sorar, araştırır, sorgulamaktan korkmaz, doğruya ulaşmak için çaba sarf eder. Bu açıdan bakınca günümüz gençlerinin çok daha şanslı olduğu düşüncesindeyim. Elbette internetin yeni nesil ile önceki nesiller arasında müthiş bir kırılma yarattığı doğru. Daha önce yaşanmamış büyüklükte bir kırılma bu. Bir uçurum da denebilir. Bu durum bir bilimkurgu romanındaki kadar ürkütücü bile sayılabilir. Bu yüzden ailelere ve öğretmenlere daha büyük sorumluluklar düştüğü bir gerçektir. Aklı hür, vicdanı hür, merak eden, sorgulayan bir birey yetiştirmek için artık teknolojiye adapte olabilmek gerekmektedir ki dijital göçmenlerin (yani bu teknolojinin içine doğmayıp, onunla sonradan tanışanların) işi oldukça güçtür.

k-bigpic

Ama ben olaya iyi tarafından bakmak ve dijital yerliler olarak adlandırılan yeni nesilden umutla söz etmek istiyorum. Artık yirmi birinci yüzyılda, Bilişim Toplumu’nun içinde ve inanılmaz bir enformasyon bombardımanı altında yaşıyoruz. Bilgi kirliliğine rağmen çocuklar ve gençler kendilerine doğru diye dayatılan şeylerin aslında yanlış olduklarını bir tık ile öğrenebiliyorlar. Belki daha çok okumuyorlar ama çok izliyorlar, gözlemliyorlar, daha çok kişiyle iletişime geçiyorlar, daha çok şey işitiyorlar, kendilerine daha çok güveniyorlar, çok ama çok daha fazla enformasyona anında ulaşabiliyorlar.

Ve en önemlisi, artık sözün büyüklerin tapulu malı olmadığını biliyorlar.

Yazar: Kadri Kerem Karanfil

Bu hesap, artık hayatta olmayan bir yazara aittir. (1980-2021)Bilimkurgu Kulübü emektarı. Yalnız bilimkurguyla değil, korku ve çocuk edebiyatıyla da ilgili. Stephen King'in sadık okuyucusu. Ray Bradbury'nin büyük hayranı. 80'lere ait korku filmlerinin tutkunu.

İlginizi Çekebilir

Saatleri Ayarlama Enstitusu

Türkiye’deki Toplumsal Dönüşümün Ütopyası: Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Sanayi Devrimi sonrası yeni siyasal, ekonomik ve toplumsal akımların ortaya çıkması ile edebiyatta da güncele …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et