Uzayın derinliklerine, yıldızlara, sayısız galaksiye ve Büyük Patlama‘dan arta kalan parıltının uçsuz bucaksız genişliğine bakıp bir gün insanın doğa yasalarını bütünüyle anlayacağını ve gözlerinin önünde uzanan bu muhteşem enginliği keşfetmenin bir yolunu mutlak bulacağını hayal edebilirsiniz. Neden keşfetmenin bir sınırı olsun ki? Füzyon motorlu, anti-madde depolayabilen ve karanlık madde itişli gemilerimiz olamaz mı? Böylesi muazzam enerji kaynaklarıyla gezegen, yıldız ve hatta galaksiler arası yolculuklar yapabilirdik. Işık hızına yaklaşabildiğimiz kadar yaklaşmak için aylar, hatta yıllar boyunca hızlanarak olağanüstü mesafelere ulaşmak mümkün olabilirdi. Büyük hızlarda hareket edebilirsek bir insan ömrü içinde tüm galaksiyi dolaşmak pek de güç olmazdı.
Ama ne yazık ki hangi teknoloji ya da enerji kaynağını kullanırsak kullanalım, ulaşabileceğimiz mesafenin bir sınırı vardır. Evren durağan, sabit ve değişmez olsaydı, er ya da geç uzayın her noktasına erişebilirdik. Ama durum böyle değil, evren soğuyarak genişliyor. Büyük Patlama denilen dehşetli sıcak ve yoğun bir başlangıçtan uzaklaşarak kütle çekiminin etkisiyle faz değiştiriyor.
Bizler, tarihin şanslı bir anında sayılırız, çünkü etrafımıza baktığımızda içleri yüz milyarlarca yıldızla dolu, trilyonlarca galaksiyi ve Büyük Patlama’dan arta kalan soğuk arka plan ışımasını görebiliyoruz. Bu parıltı bir zamanlar öyle sıcaktı ki atomları iyonlaştırıyor, çekirdekleri parçalıyor ve hatta geçici olarak madde ve anti-maddeyi yaratıyordu. Evrenin genişlemesi onu soğuttu. Bugün mutlak sıfırın 3 derece Kelvin üzerinde, elektromanyetik spektrumun mikrodalga bölgesine değin soğumuş bulunuyor. Bu ışık, Büyük Patlama’dan beri yolculuk ediyor. Madde için nihai sınır olan ışık hızında, belki de evrenin en uzun süren ve en uzun mesafeli yolculuğudur. Bu fosil ışık o kadar kırmızıya kaymış ki tümüyle mikrodalgaya dönüşmüş durumda.
Kütle çekimi evrenin genişlemesini frenleyerek galaksilerin bizden kaçışını yavaşlattığı için ışıkları bize ulaşabildi. Bu nedenle bu kadar çok galaksiyi görebilmekteyiz. Ancak evren 6 milyar yaşındayken hacmi öylesine büyüdü ki içindeki madde ve enerji yoğunluğu hissedilemeyecek seviyeye düştü. Bu aşamada yeni bir enerji türü kendini belli etmeye başladı. Karanlık enerji adı verilen bu yeni biçim, esasında boşluk enerjisi olarak da adlandırılabilir. Boş uzayın sahip olduğu bu enerji biçimi, maddeyi iterek evrenin genişlemesini hızlandırıyor, galaksileri birbirlerinden giderek artan bir hızla uzaklaşmaya zorluyor.
Tabii ki bu genişleme, kütle çekimin büzücü etkisini büsbütün yok edemiyor. Yakın mesafede kütle çekim kuvveti maddeyi topaklıyor. Atomlar bir araya gelerek yıldızları ve gezegenleri; yıldızlar bir araya gelerek galaksileri ve onlar da galaksi gruplarını ve yerel kümeleri oluşturuyor. Samanyolu, Andromeda, Triangulum ve 50 diğer küçük galaksiyi içeren yerel grubumuz, karanlık enerji belirgin hâle gelmeden çok önce birbirine bağlanmıştı ve karanlık enerji bu yapıları parçalayacak güce sahip değil.
Zamanla yerel grubumuzdaki galaksiler kaynaşarak Samandromeda (Milkandromeda) adında dev bir eliptik galaksi oluşturacak. Yaklaşık 4 milyar yıl içinde Samanyolu-Andromeda birleşmesi gerçekleşerek Dünya’nın en muhteşem gökyüzü manzarasını bize hediye edecek.
Ancak yerel grubumuzun ötesindeki tüm galaksi, grup ve kümeler birbirinden uzaklaşacak. Yeterince zaman geçtikten sonra yerel grubumuzun ötesindeki en yakın galaksiler bile bizden o kadar uzaklaşmış olacaklar ki en güçlü teleskoplarla bile onları göremeyeceğiz. Büyük Patlama’dan arta kalan parıltı ise silinip gidecek. Bize sadece kendi galaksimizdeki yıldızlar kalacak. Bunlar trilyonlarca yıl boyunca ışık saçacaklar ve katrilyonlarca yıl sonra bile yeni yıldızlar doğmaya devam edecek.
Uzak bir gelecekte doğacak bir insan için evrenin kökenine dair tüm izler silinecek. Büyük Patlama, diğer galaksiler ve bunları ortaya çıkaran süreçler tamamıyla görünmez olacak. Uzaklardaki yıldızları keşfetmek için bugün ışık hızına yakın hızlarda yola çıksak bile gözlemlenebilir evrenin sadece %3’üne ulaşabiliriz. Erişebileceğimiz alan her geçen an daha da küçülecek. Yaklaşık yüz milyar yıl sonra Samandromeda evrenden bize kalan tek şey olacak. O noktada yaşayan herhangi bir yaratık, eğer bu hızlı genişlemeyi saf dışı bırakabilecek bir seyahat teknolojisi icat edemezse kendi yerel grubunun ötesine asla ulaşamayacak. Dolayısıyla bugünkü konumumuzun kıymetini bilmeliyiz. Çünkü gelecek kuşaklar bizim gördüğümüz bu muhteşem evren manzarasını asla göremeyecek.