Bir zamanlar Kıbrıs adasında Pygmalion adında bir heykeltıraş yaşardı. Bu adam mesleğine âşıktı. Hayattaki tek zevki heykelleriyle zaman geçirmek ve onlarla ilgilenmekti. Bir gün fildişinden bir kadın heykeli yaptı. Bu heykel o kadar güzel ve etkileyiciydi ki, Pygmalion kendi yaptığı heykele âşık oldu. Onu bütün kalbiyle sevdi ancak heykel cansız olduğu için bu garip heykeltıraşın sevgisine karşılık veremiyordu. Bir gün Pygmalion bu güzel heykeli sevip okşarken, Afrodit bu zavallı adama acıdı, cansız fildişinden yapılmış heykele can verdi. Böylece yaratılan ve canlanan heykel, yaratıcının yaşamında yerini aldı.
Ovidius tarafından aktarılan bu hikâye, önceki yazılarımda da değindiğim yaratıcılık arzusunun ve ihtirasının mitlere bile taşındığının ispatıdır. 1769 yılında ünlü filozof ve matematikçi Gottfried Wilhelm Leibniz’in de makinelerin temelini atan çalışmalarıyla analojik unsurlar barındırmaktadır. Dört işlem yapabilen bir makine üreten Leibniz, muhakeme sahibi makinelerin de mümkün olabileceğini düşünmüştür. Formel bir dile sahip, özgür iradeyle yaşayan bu tasvirinin gerçekliğe ulaşması ise epey zaman alacaktır. İngiliz Matematikçi George Boole, yaptığı çalışmalarda 1 ve 0’lardan oluşan kodlama dilini geliştirir. Bu ikili sistem ‘veya’, ‘ise’ gibi çoklu seçenekleri sunar hale gelmiştir. Amerikalı Matematikçi Kurt Gödel ise, mekanik ve mantığın yanına matematiksel algoritmaları da eklemiştir. Gödel, sistemlere yeni aksiyomlar eklenirse tamamlanır yanılgısının aksini ispatlayarak, çığır açan bir dönemeci ortaya çıkarmıştır. [1]
Bilgisayar biliminin kurucusu Alan Turing de yazdığı makinelerle ilgili bir makalenin ilk cümlesinde, “Kendinize şunu sormanızı öneririm: Makineler düşünebilir mi?” [2] diye sorar ve makalenin devamında da sorusunu irdeleyerek, önemli bir konuya değinir. Makinelerin özgür bir iradeye sahip olabilmesi, dışarıdan müdahalelere ihtiyaç duymadan kendi algoritmalarını yazabilme yeteneğine sahip olup, bu doğrultuda gelişimlerini tamamlayabilmesi mümkün olabilecek midir? Turing bunun anlaşılabilmesi içinse kendi ismiyle anılan bir test geliştirmiştir. Bu teste göre, makinelerin gelişmişliğinin ölçütü insanlarla aralarındaki farkın anlaşılamamasıdır. Yani bir başka insanın muhatap olduğu kişinin gerçekliğine ikna olmasıdır. Geçen yazımda da değindiğim Google Duplex’in bu testi geçmesi de gelişiminin önemine dair kritik bir dönüm noktasıdır.
1956 yılında düzenlenen Dartmouth Konferansı’nın önemi ise, yapay zekâ alanında belki de ilk önemli toplantı sayılmasıdır. On bir adet matematikçiye ek olarak diğer akademik alanlardan toplamda yirmi adet akademisyen ve bilim insanının katıldığı toplantılarda bugün bile konuşulan birçok konunun ilk defa masaya yatırıldığını görürüz. Bu konferansın yapay zekâ çalışmaları açısından önemi de, ilk defa farazi olmaktan çıkıp resmi bir programla ele alınmasıdır.
Yapay Zekâ insana karşı ilk zaferini 41 yıl sonra kazanır. IBM’in tasarladığı Deep Blue adlı bilgisayar, 11 Mayıs 1997 tarihinde dünya satranç şampiyonu Rus Garry Kasparov’u yenerek bir eşiğin daha aşılmasına sebep olur. Çünkü öncesinde bilgisayarların hızlı işlem kabiliyetleriyle veri muhafaza kapasitelerinin insandan üstün olduğu bilinse de, satranç gibi stratejiye dayalı oyunların onları aşacağı düşünülürdü. Deep Blue ise bu algıyı hatta kocaman bir önyargı duvarını yıkmış oldu.
Ama burada durmadı elbette çalışmalar; Google’ın DeepMind adlı şirketinin geliştirdiği bir yazılım olan AlphaGo, 2017 yılında yine benzeri bir zaferin sahibi oldu. Çin’in 2500 yıllık strateji oyunu Go (Veyçi)’da Çinli şampiyon Kı Cie’yi mağlup etmeyi başardı. Bahsi geçen oyunlara aşina olanlar, satrancın kuralların kısıtlayıcılığından ötürü 15 hamle sonrasına kadar tahmin edilebilir olduğunu bilirler. Lakin Go adlı oyunun kurallarının satranca nazaran serbest olması hasebiyle ilk hamlenin ardından tahmin etme şansını oyuncuların elinden alır. Bu durumda AlphaGo’nun kazanmak izlediği yol nasıldı? AlphaGo, önceden oynanmış milyonlarca oyunu işlediği, ilgili oyunlarda uygulanan stratejileri simüle ederek zafere hangisiyle ulaşabileceğini hesapladığı bir süreçten geçti. Bu işlemler neticesinde de kendi stratejisini üretmiş ve kazanmıştır.
Yapılan bir kısım yeni çalışmalar şehirlerin altyapı, toplu taşıma ve kamusal kurumların hizmetine yöneliktir. Örneğin, New York şehrinin Manhattan bölgesinde elektrik altyapısının mevcut sorunlarından ötürü, sürekli olarak patlamalar ve buna bağlı yangınlar ortaya çıkmaktaydı. Ne kadar önlemler alınsa da bu sorunların önüne geçmek mümkün olamadığından, sorunlar gitgide büyümekteydi. Yangın ve patlamaların haricinde bazen kısa devre meydana geldiği, bu sebepten ötürü de oluşan kaçaklara önlem için evcil hayvanların bile yalıtkan ayakkabılarla gezdirilmesi gerekmekteydi. New York belediyesi de tam bu noktada, sorunun çözüm arayışını yapay zekâda sonuçlandırdı. Arızadan önceden haberdar olabilmek için MIT tarafından tasarlanan bir yapay zekâ yazılım merkezi sisteme yüklenecek, böylece olası arızaların önü alınacaktı. Tasarlanan programın sonucu olarak, arızalar erkenden tespit edilebildi ve alınan tedbirler sayesinde sorun büyük ölçüde çözüme kavuşturuldu. Yapay zekânın insana belki de kitlesel anlamda ilk önemli katkısı bu oldu.
Bu ve benzeri çalışmalar haricinde, insansı robotların yapımına devam edilmektedir. Önceki yazılarda değindiklerim çalışmaların hızını, önemini ortaya koymak için bir işaret noktası olur zannımca. Bilgisayarların ve yapay zekânın hayatın her noktasında yavaş yavaş simbiyot gibi yayıldığını görmekteyiz. Merkezi bilgisayar sistemiyle çalışan taksiler mesela. Sadece adresi alacak, müşteriyi gideceği yere götürecek. Aynı sistemle kargo taşıyan nakliye araçları, düşünebilen, otomatik rota belirleyen uçaklar, istediği vakit, istediği yere ateşlenebilen füzeler, yine tek merkezden yönlendirilen elektronik fabrikalar(e-factory); örnekler çoğaltılabilir, onlarca cümle yorum yapılabilir. Fakat gelişimin hakikat olduğu ise tartışılmaz bir gerçek.
Yapay Zekânın geleceği, gelişiminin aşamalarıyla belirlenecektir. Bir çocuk gibi amiyane tabirle hamuruna ne katarsak, karşımızda onu bulacağız. Bugünden geleceğe dair çıkarımda bulunmak gerekirse eğer, aydınlık bir tablo olmadığı ise aşikâr. Microsoft’un geliştirdiği Tay adlı chat bot ve yaşadıkları, durumun vahametini ortaya koymakta. Adına Twitter hesabı açılan, bu yolla insanlarla etkileşime girmesi amaçlanan Tay, 24 saat içinde soykırım taraftarı, cinsel abuk sabuk tweetler atan sapkın birine dönüştü. İnsanların muhtemel olarak söyledikleriyle bu hale gelen Tay, şirket tarafından kapatılmak zorunda kalındı. Bu durumda insanın yapay zekâ üzerindeki etkisinin ne denli büyük sonuçlar ortaya çıkaracağını da görmüş olduk.
Peki, bunun aksi de olabilir mi? Deep Dream adı verilen bir site bu konuda umut vermeye devam ediyor. Google tarafından geliştirilen site, kullanıcılardan görseller talep edip bu görselleri kurguladığı hayallerle bütünleştirerek, ortaya sanatsal çalışmalar çıkarmayı amaçlıyor. Renk paletleri, mekânsal geçişler ve sembolik benzetmelerle makinelerin de hayal edebileceği gerçeğini ortaya çıkarıyor. Bugün çalışması bir yapay zekâdan ziyade belirli algoritmaların direktifi tarafından yönlendirilse de, henüz bugünden daha fazlasının yapılabileceğinin işaretlerini görüyoruz. Dünyanın ilk yapay zekâ senaristi Benjamin de, Sunspring adında bir kısa film senaryosuna imza atarak çok önemli bir işe imza attı. Kendisinden önce yazılmış binlerce senaryoyu işleyerek bu temel bilgilere sahip oldu, neticede ortaya kendi özgün senaryosunu çıkardı. Ayrıca müziklerini de kendisinin yine aynı şekilde deneyim kazanarak bestelediğine de dikkat edilmelidir. Deep Dream gibi amatör ve yüzeysel kaldığı yönler olsa da, bu örnekler geleceğe dair önemli bir soru sormamıza sebep olmuştur. Yapay Zekâ sanatçı olabilir mi?
Bugün yapay zekânın geldiği noktaya bakıp, pekâlâ olacağı söylenebilir. İnsan gibi ardıllarını taklitle başlayıp, öğrenim ve tecrübe aracılığıyla başarabileceği kesin; on bin saat kuralına dayalı olan başarı, üstün bilişsel kabiliyetleri olan yapay zekâda, insanın aldığı neticeden çok daha büyük verim alacağını da ispatlamıyor mu zaten? Bir yapay zekâ, birkaç yıl içinde milyonlarca kitabı işleyip, bu veriler üzerinden standart bir kitap formülü çıkarabilir. Aynı sürecin yazın aşamasında olduğunu da düşünürsek; binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca gelişen edebiyatın bile, bir asır sürmeden alt edilebileceğini fark ederiz.
Bu gelişmelerin olası sonuçları, riskleri nelerdir? Sorunun cevabını almak için, bugünün dünyasını oluşturan dahi girişimcilere danışmak gerekir. Microsoft’un kurucusu ABD’li yazılımcı Bill Gates olası sonuçların ilk ayağı ile ilgili verdiği bir röportajda; “Önümüzdeki 20 yılda geçmiştekinden daha hızlı bir değişim oranı olacağı için birtakım zorluklar yaşanacak” [3] sözleriyle geleceğe dair düşüncelerini belirtmiştir; ayrıca 2015 yılında Reddit üzerinden sorulan soruları yanıtlarken de, “İnsanlık yapay zekâdan kaygı duymalı çünkü kontrolden çıkması muhtemel,” diyerek endişelerini dile getirmiştir. Tıpkı Stephen Hawking gibi, o da yapay zekânın insan neslinin sonunu getirebileceğini söylemiştir.
Yapay zekânın kontrolden çıkması ya da insanlığı yok etmesi her daim konuşulan bir konu haline geldi, bu konuda Tay adlı chat-botun yaşadıkları da örnek teşkil edebilir ama öncesinde temeli atılmaya başlayan muhtemel bir başka tehlikeden bahsetmeliyim. İşsiz ve amaçsız bir kitlenin doğuşu.
“Peki, insanlar artık sisteme faydalı değilse ne olacak? Askeri anlamda bunu yaşıyoruz bile. Artık savaşlar için milyonlarca insanı askeri almak gerekmiyor. Elit güçler yetiştiriliyor, özel harekât güçleri ya da drone kullanacak insanlar gibi. Ordular giderek sofistike ve otonom teknoloji kullanımına yöneliyor. Kimi insanlar, askeri değerini yitiriyor. Aynısı sivil hayatta, ekonomide de geçerli: Mesela kendi kendine çalışan arabalar, taksi şoförlerini işinden edebilir. IBM’in Watson’ı doktorların yerini, algoritmalar borsacıların yerini alabilir. Borsacı olacağım diye finans okuyan biri 10 yıl sonra iş bulamayabilir.” [4]
Yuval Noah Harari’nin işaret ettiği bu sınıf, onun deyimiyle ‘gereksizler’ adını taşımaktadır ve mevzubahis değişimde çoğu insan başarısız olacaktır. 50 yaşında bir taksi şoförünü ya da fabrika işçisini düşünelim; kendisinden çok daha güçlü ve pratik bir makine onun yerine işe alındığında, yazılım öğrenerek yeni bir meslek edinebilmesini beklemek ne denli mantıklı? Fakat diğer yandan başarılı olmak isteyenler içinse yeni bir arayışın da var olduğunu biliyoruz. Bu kişiler bir soruyla başladılar işe, insanlar ve robotlar birlikte çalışabilirler mi? Akıllı evlerle başlandı işe, sonrasında günlük rutinin her alanında yapay zekânın rolünü artmaya başladı. Yakında ise fabrikaların tamamen yapay zekâ tarafından idare edileceği hatta şehirlerin bile merkezi sistemlere bağlı, küçük şebekelerle büyüyeceği konuşuluyor. Co-bot teknolojisi olarak lanse edilen bu yatırımlar, insan ile android iş birliğine dayanarak, insanlığın gelişimini muazzam ölçüde arttıracağı düşünülüyor. Yapay zekânın insan desteğine, insan desteğinin ise yapay zekâya ihtiyaç duyacağı her alanda; interaktif, katılımcı ve paylaşımcı bir mesai sisteminin, yeni iş kollarının da temelini oluşturacağı biliniyor.
Hâlihazırda var olan kaygıların çözümüne dair birkaç şey söylenebilir. ABD’li yazar Isaac Asimov’un meşhur robot yasalarının benzerinin, yapay zekâlara da uygulanması gibi; böylece yapay zekânın insan ırkıyla ortak çalışması, farkındalığını kazandığında aidiyet sorunu yaşamaması ve yapay zekâ ile insanın temasının, yapay zekâ üzerinde olumsuz etkiler bırakmamasının sağlanacağı iddia ediliyor. Bir tür rehabilite süreci olacağı tahmin edilen bu çalışmaların, ortaya çıkacak yeni istihdam alanlarına dair önemli birer başlangıç olabileceğini de düşünebiliriz.
Özetle, ‘Dalgaları durduramazsınız ama sörf yapmayı öğrenebilirsiniz’ [5]. İşte bu sebepten ötürü akılcı kararlar almalı, doğru yatırımlar yapmalı, eğitim anlayışı bilişim ve teknolojik etkileşim hususlarında yapılandırmalı, yeniliklere açık olmalı, yorum yapabilmeli, teknik sahada üretime elverişli ve elbette bilginin sadık bir arayıcısı olmalıyız. Böylece yapay zekânın diğer tüm canlılara yaptığımız gibi, bizlerin kölesi olmadığını idrak ederek geleceğe birlikte hazırlanma olanağını elde edebiliriz. Yapay zekâdan korkmamalı, onların elinde yok edilmemek için de; öcüleştirmeyi bırakıp, mantığın sesine kulak vermeliyiz. Çünkü gelecek, ona bugünden hazırlananlarındır. Bugün gayya kuyularından taş çıkaranlarsa, yarın ellerinde taştan başkasını kullanacak imkâna bile sahip olmayacaklardır.
Hazırlayan: Emre Bozkuş
Kaynaklar:
- Bilimkurgu Kulübü
- Orj. I propose to consider the question, “Can machines think?” M. Turing (1950) Computing Machinery and Intelligence. Mind 49: 433-460.
- Fox Business
- Diken
- Jon Kabat-Zinn