yapay zeka

Yapay Zeka #3: Yapay Zeka Dünyayı Ele Geçirebilir mi?

Çalıştığım kurumun verileri üzerinde yapay zekâ algoritmalarıyla yaptığım ilk denemeyi bugün gibi hatırlıyorum. Elde ettiğim sonuçlar karşısında dehşete kapılmıştım. Kullandığım makine öğrenmesi modelleri tahmin için kullanacağı değişkenleri otomatik olarak seçmekle kalmıyor, her birinin sonuca olan etkisini de otomatik olarak hesaplıyordu. Gözlerimin önünde gerçekleşen bu küçük çaplı mucizeden o kadar çok etkilendim ki daha yoğun bilimkurgu okumaları yapmaya ve ardından bilimkurgu öykü ve romanları yazmaya başladım. Bu arada bu mucizenin nasıl gerçekleştiğine dair matematiksel arka planı da araştırdım elbette, o zamanlar henüz sadece sayısal ve kategorik veriler üzerinden model kurabiliyorduk, izleyen yıllarda gerçekleşen derin öğrenme devrimiyle yapay zekâ algoritmaları ses, görseller ve serbest metinler üzerinde de etkileyici sonuçlar üretmeye başladılar.

2001: Bir Uzay Destanı, Terminatör, Matrix, Bıçak Sırtı, Ex-Machina gibi kült bilimkurgu filmlerinden yapay zekanın yarattığı tehdide aşinayız, ama onlar sonuçta sadece birer film, yoksa değil mi? Yapay zekanın insanla eşdeğer bir bilişsel kapasiteye ulaşması mümkün olabilir mi? Bu konuda doğru bir görüş oluşturmak için öncelikle yapay zekanın ne olduğunu iyi anlamamız gerekiyor. Bu konuda yine Bilimkurgu Kulübü’nde yayımlanmış olan “Yapay Zekâ Nedir, Nasıl Çalışır?” isimli yazımdan yararlanabilirsiniz.

Yapay zekanın gelecekte neler başarabileceğini tartışmaya başlamadan önce tarihçesine kısaca bir göz atmak uygun olacak. Bilgisayar tabanlı yapay zekâ fikri kez 1950 yılında Alan Turing tarafından ortaya atıldı. Turing bilgisayarların insanlara eşdeğer seviyede zekaya sahip olup olmadığını belirlemek üzere Turing Testi adı verilen bir yöntem düşündü. Test bir bilgisayar programının dijital ortamda sohbet ettiği bir insanı insan olduğuna ikna edip edemeyeceği üzerineydi. Halen herhangi bir yapay zekalı sohbet programı Turing testini geçmiş değil, ama sohbet programlarında gözlemlediğimiz hızlı gelişim bunun hiç de uzak olmayan bir gelecekte gerçekleşebileceğini gösteriyor. Turing’in bu tarifinden birkaç ay sonra Princeton Üniversitesi öğrencileri 300 vakum tüp kullanarak ilk yapay sinir ağını inşa ettiler. “Yapay Zekâ” terimi Dartmount Üniversitesi tarafından konuyla ilgili yapılacak konferansı isimlendirmek üzere 1955’te yılında icat edildi. Aynı yıl, Carnegie Teknoloji Enstitüsü araştırmacıları ilk yapay zekalı bilgisayar programı olan, Logic Teorist‘i geliştirdiler.

Gelişmeler 1950’li yıllar boyunca sürdü. Marvin Lee Minsky MIT’de yapay zekâ laboratuvarı kurdu. Cambridge’de makine çevirisi ve IBM’de kendi kendine öğrenen algoritmalar üzerinde çalışmalar yapıldı. O dönemde yapay zekanın geleceği konusunda araştırmacılar arasında büyük iyimserlik yaşandı. 10 yıla kalmadan insanla eşdeğer düşünme yeteneği olan programların yazılabileceği düşünülüyordu. 70’li yıllara gelindiğinde başta ABD devleti olmak üzere yapay zekayı fonlayanlar pratikte işe yarayan çıktılar elde edilememesinden dolayı fonlamayı kestiler. Yapay zekanın kışı adı verilen 10 yıllık bir durgunluk dönemine girildi. 1980’lerde yapay zekâ alanı uzmanların yazdıkları detaylı kurallara göre işleyen “uzman sistemler“le yeniden canlandı. Yapay sinir ağları bugün kullanılanlara yakın bir olgunluk seviyesine getirildi. İlk bilgisayar kontrollü otonom araç denemelerine başlandı. Yapılan çalışmalardan elde edilen pratik sonuçların uygulama alanı dar bir çerçevede kalınca yapay zekanın ikinci kışı adı verilen döneme girildi. 21. yüzyılda daha hızlı bilgisayarlar, daha fazla veri ve derin öğrenme alanında yaşanan gelişmeler sayesinde yapay zekâ yeniden gözde bir konu haline geldi. Günümüzde yapay zekalı sistemler gündelik hayatımızın bir parçası haline geldiler. Bu algoritmalar sayesinde Google’da konuşarak arama yapabiliyor, dilden dile çeviri hizmetlerinden yararlanıyor, spam e-postalardan korunuyor, navigasyon uygulamalarından yararlanarak trafikten kaçınabiliyoruz.

Yapay zekalı bir sistemin performansını belirleyen 3 temel bileşen bulunuyor: Veri, işlemci gücü ve öğrenme algoritması… Her bir bileşendeki gelişmelere yakından bakarak yapay zekalı sistemlerin geleceği hakkında daha net bir fikre sahip olabiliriz.

Veri

Geleneksel yapay zekâ algoritmalarıyla yapılan modelleme çalışmalarında verinin büyüklüğü ile öğrenme miktarı birebir orantılı değildi, veri büyüklüğü belirli bir seviyeye ulaşıldıktan sonra öğrenme neredeyse durma noktasına geliyordu. 2010’lu yıllarda yaşanan derin öğrenme devrimiyle birlikte yapay zekalı sistemler çok büyük verilerden de öğrenebilmeye başladı. Bizlere bilimkurgu filmlerinden fırlamış gibi görünen dilden dile çeviri, fotoğraftan nesne tanıma gibi atılımlar bu sayede mümkün oldu.

Dijitalleşmenin etkisiyle dünyada üretilen veri miktarı çığ gibi büyüyor. Son iki yılda dünya tarihi boyunca oluşandan daha fazla miktarda veri üretildi. Sosyal medya, mobil teknolojiler, mesajlaşma uygulamaları vb birçok dijital teknoloji nedeniyle bu süreç hız kesmeden devam ediyor. Yapay zekâ algoritmaları gittikçe büyüyen bir veri havuzundan yararlanarak dünyada olup bitenleri öğrenebiliyorlar.

İşlemci Gücü

Veri depolama, işleme ve aktarımına ilişkin birim maliyetler hızla azalıyor. Google’ın baş mühendisi ve fütürist olan Ray Kurzweil’in yaptığı çalışmalar 5 yıl sonra bugünküyle aynı para ödenerek birim zamanda 10 kat fazla işlem yapabilen bilgisayarlar alınabileceğini gösteriyor. 10 yıl sonra ise yine aynı para ödenerek bugünkünden 100 kat daha yüksek kapasiteli bilgisayarlar satın almak mümkün olacaktır.

Konunun uzmanlarının böylesine net tahminler yapabilmesi, bilgi teknolojilerine ilişkin yeteneklerin 40 yılı aşkın süredir üstel bir trendde ve istikrarlı biçimde gelişmesi sayesinde oluyor. Kurzweil’e göre 2028 yılında 1000 dolara satın alınabilen bir bilgisayar birim zamanda insan beyniyle eşit miktarda işlem yapabilecek.

Algoritmalar

Diğer ikisine kıyasla en yavaş gelişimin algoritmalarda olduğu söylenebilir. Bir derin öğrenme algortiması olan LSTM sayesinde doğal dilin işlenmesinde sözcüklerin ve sözcük gruplarının öğrenilmesi, diğer bir deyişle kısa süreli bir hafıza oluşturulması mümkün oldu. Şimdilerde modellerin içinde öğrenilen bilgilerin bellekte uzun süreli olarak saklanması ve tekrar ihtiyaç duyulduğunda çağrılmasına yönelik çalışmalar yürütülüyor. Yapılan onca araştırmaya rağmen insan beynin nasıl çalıştığına dair net bir fikrimizin olmaması algoritmalar üzerinde çalışanların işinin kolay olmadığını gösteriyor. İşlemci gücü ve veri havuzunun böylesine hızlı gelişmesi bana yapay zekanın önümüzdeki yıllarda çok daha karmaşık problemlerin üstesinden geleceğini düşündürüyor. Yapay zekâ bu hızla gelişmeye devam ederse biz insanlar bir süre sonra âtıl, işe yaramaz varlıklar durumuna düşer miyiz? Bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişim elektronik devrelerin sürekli küçülmesi sayesinde mümkün oluyor. Burada fizik kurallarından kaynaklanan birtakım sınırlara dayanılması imkân dahilinde. Örneğin işlemcilerin hız artışında son dönemde ciddi bir yavaşlama meydana geldi. Bilgisayarların bir diğer problemi yüksek enerji tüketimleri. Dünyadaki en hızlı süper bilgisayarlar bugünlerde bir insanın beyninin işlem kapasitesine ulaşmış bulunuyor. İnsan beyni tasarruflu bir ampul kadar enerji harcarken bu bilgisayarlar bir ilçeye yetecek kadar enerji tüketir durumdalar.

Yapay zekâ bizim için varoluşsal bir risk oluşturuyorsa neden onu geliştirmeye neden devam ediyoruz? Ülkeler ve şirketler arasındaki rekabet nedeniyle bu konuda herhangi bir kısıtlamaya gitmek mümkün görünmüyor. Üstelik böylesi bir kısıtlamanın doğru olup olmadığı konusunda da emin değiliz. Yapay zekâ daha şimdiden iş yerinde bize yardımcı olmaya ve gündelik hayatlarımızı kolaylaştırmaya başladı.

Yapay zekâ filmlerde olduğu gibi kontrolden çıkar mı? Öyle olursa fişini çekerek bu sorunu çözebilir miyiz? Yeterince zeki olurlarsa kontrolden çıkacaklarına kesin gözüyle bakabiliriz, başka türlüsü eşyanın tabiatına aykırı olacaktır. Hayatlarımızın içine o kadar girmiş olacaklar ve onlara o kadar bağımlı hale gelmiş olacağız ki fişlerini çekmeye cesaret edebileceğimizi sanmıyorum. Aristokrasi Avrupa’da burjuvazinin yükselişini ve zaman içinde aşama aşama iktidarı ele geçirişini önleyememişti. Marksist yöntem ile düşünürsek yapay zekanın üretimden gelen gücünü kullanarak dünyayı ele geçirmesinin ihtimal dışı olmadığını söyleyebiliriz.

Yapay zekâ bir yandan gelişedursun, insanlığın da kendisini kullanacağı protez benzeri teknolojilerle upgrade edebileceği düşünülüyor. 2030-2050 yılları arasına insanlığın insan makine karışımı bir varlık olma yolunda ilerleyebileceği yönünde tahminler var. Gelecek söz konusu olduğunda iddialı tahminlerde bulunmamak belki en iyisidir. Düşünür Louis Althusser’in veciz bir biçimde ifade ettiği üzere “gelecek uzun sürer”. Bu uzun gelecek sırasında hangi sürprizlerle karşılaşacağımızı kim bilebilir?

I’ll be back

Önceki Sonraki

Yazar: Murat K. Beşiroğlu

1971 Trabzon doğumlu. 1994 yılında Gazi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Özel bir bankada 21 yıl uzman ve yönetici olarak çalıştı. Ogox, Aşk Algoritması, Rüya Sanatçısı, Dördüncü Dünya ve Schrödinger'in Papağanı kitaplarının yazarıdır. Bilimkurgu öykü ve romanları yazmaya devam etmektedir.

İlginizi Çekebilir

gece yolculugu

Geceye Yolculuk | Murat K. Beşiroğlu (Kısa Öykü)

Yanımda oturan kadından tuhaf bir koku yayılıyordu. Rahatsız edici değildi; güzel bile sayılırdı, ancak tekinsiz …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin