Gezegenler arası bir tür olmanın önünde pek çok büyük engel var, ancak biri diğerlerinden daha zorlayıcı olabilir. 1950’de Nobel ödüllü fizikçi Enrico Fermi, meslektaşlarına ünlü bir soru sordu: “Neredeler?” Fermi, evrenin enginliği üzerine kafa yoruyordu ve sorusunda “onlardan” kastı dünya dışı varlıklardı. Evrende neredeyse akıl almaz sayıda yıldız ve gezegen varken, içlerinde akıllı uygarlıklara ev sahipliği yapanlar mutlaka olmalıydı. Ancak ortada kimseler yoktu.
Fermi Paradoksu, yaşam ihtimali açısından yeterince zengin olması gereken bir evrendeki yalnızlığımıza vurgu yapar. İstatistiksel açıdan evrenin gelişmiş dünya dışı uygarlıklarla dolup taşması lazımdı, oysa şimdiye dek uzaylı teknolojisine işaret eden herhangi bir belirti ile karşılaşmadık. İşte buna Fermi Paradoksu adı verilir ve çözmek için birçok hipotez önerilmiştir. Bu hipotezlerden biri de 1990’larda Robin Hanson tarafından formüle edilen Büyük Filtre‘dir.
Gezegenler Arası Yaşamın Önündeki Engeller
Basitçe ifade etmek gerekirse Büyük Filtre, akıllı yıldızlararası yaşam formlarının önce birçok kritik adım atması gerektiğini ve bu adımlardan en az birinin son derece nadir olarak atılabildiğini söyler. Büyük Filtre’nin ön kabulü, neredeyse hiçbir türün onu aşıp bir sonrakine geçemeyeceği kadar zorlu en az bir engelin olduğu fikridir. Ancak Büyük Filtre terimi, bir tür dışsal varlığın bilinçli eylemini öne sürse de belirli olayların kendi doğal seyrinde gerçekleşmesi veya gerçekleşmemesinin göreceli olasılığı hakkında düşünmenin bir yoludur.
Peki gerçekten gelişmiş, uzayda yolculuk eden bir medeniyet olmak için hangi temel engellerin aşılması gerekir? Hanson, engellerden birkaçını aşağıdaki şekilde ifade eder:
- Bir yıldızın yaşanabilir bölgesinde yaşam barındırabilecek bir gezegen oluşmalıdır.
- Hayatın kendisi o gezegende gelişmelidir.
- Bu yaşam formları, DNA ve RNA gibi molekülleri kullanarak çoğalabilmelidir.
- Basit hücreler (prokaryotlar) daha karmaşık hücrelere (ökaryotlar) evrilmelidir.
- Çok hücreli organizmalar gelişmelidir.
- Genetik çeşitliliği büyük ölçüde artıran eşeyli üreme olmak zorundadır.
- Aletleri kullanabilen karmaşık organizmalar evrimleşmek zorundadır.
- Bu organizmalar, uzay kolonizasyonu için gerekli olan ileri teknolojiyi yaratmalıdır. (Bu, kabaca insanlığın bugünkü konumuna denktir.)
- Uzayda yolculuk eden türler kendini yok etmekten kaçınırken, diğer dünyaları ve yıldız sistemlerini de kolonileştirmeyi sürdürmelidir.
İnsanlık olarak henüz anlamlı sayılabilecek ölçüde yıldızlararası seyahat etme yeteneğine sahip değiliz, ancak gelişmiş radyo astronomi teknikleri kullanabiliyoruz, yani nispeten teknoloji meraklısı bir uygarlığız. Elbette her uygarlığın teknolojik sıçramaları gerçekleştirmesi zaman alacaktır, ancak evrenin yaşı göz önüne alındığında şimdiye kadar içinde yaşadıkları galaksinin tamamını kolonileştirmeyi başarmış en az birkaç gelişmiş tür keşfetmeliydik. Ne var ki gökbilimciler, bu tür uygarlıklara dair hiçbir kanıt bulamıyor. Adeta sağır edici bir sessizlikle karşı karşıyayız.
Galaktik Bir Uygarlık Olmanın En Büyük Zorlukları
Öyle görünüyor ki bir şey ya da bir şeyler, türlerin aşırı derecede gelişmesini engelliyor. Bir nevi türler, evrim süreçlerinin bir noktasında aşamadıkları bir filtreye takılıp eleniyor. Peki ama bu Büyük Filtre ne olabilir? Belki de abiyogenez (kabaca canlılığın cansızlıktan ortaya çıkması) çok nadirdir. Belki de bu olayın aşırı nadirliği aslında Büyük Filtre’dir. Öte yandan belki de yaşamın kendiliğinden ortaya çıkması yaygındır, ancak yaşamın ezici çoğunluğu asla basit tek hücreli organizmaların ötesine geçemiyordur. Belki evren sahiden de bakterilerle doludur, ne var ki bakteriler yıldız gemileri inşa edemez ve bizlere “merhaba” mesajı yollayamaz.
Alternatif olarak, Büyük Filtre teknolojinin kaçınılmaz bir sonucu olabilir. Belki de gelişmiş uygarlıklar genellikle kötü niyetli yapay zekâ, nanoteknoloji veya kıyamet günü makinesi gibi bir tür çılgın teknoloji aracılığıyla kendilerini yok ediyorlardır. Şöyle bir düşünecek olursak, şu an insanlık da kendini yok edebilecek teknolojiye sahip. Yani önemli ölçüde gelişen ve teknoloji üreten bir türün kendi kendini yok etmesi ezelden beri gerçekleşip duran bir kaçınılmazlık olabilir.
Ayrıca Büyük Filtre dışsal bir olay da olabilir. Öyle ya, evren sayısız tehlikeyle dolu. Dev bir asteroit, yıldız sistemine giren haydut bir gezegen, yakındaki bir gama ışını patlaması veya bir süpernova… Tüm bu etkenler, potansiyel olarak uygarlıkları yok oluşa sürüklüyor olabilir. Bugün elimizdeki hiçbir teknoloji, önceden uyarılmış olsak bile bu tür felaketleri engellememizi sağlayamaz. Ya da basitçe her uygarlık, yıldızlararası yolculukta ustalaşmak için gereken teknolojik düzeye ulaşmada çeşitli sıkıntılar yaşıyor olabilir.
İnsanlık Büyük Filtre’yi Geçti mi?
Eğer Büyük Filtre’yi geçtiysek, bu türümüz adına sevindirici bir gelişme; evren fethedilmek için bizi bekliyor olabilir. Ama eğer Büyük Filtre hâlâ önümüzde duruyorsa bir sonraki aşamaya hiç geçemeyebiliriz. İyi tarafından bakıldığında, bazı bilim insanlarına göre kendimizi ıssız bir evrende bulmamız dar boğazı güvenli bir şekilde aştığımızı göstermesi açısından önemli. Başka bir deyişle yalnızlığımıza sevinmeliyiz. Çünkü diğer uygarlıkların bir türlü aşamadığı o büyük engeli aşmayı başarmışız demektir. Dolayısıyla evrendeki yalnızlığımızı bir nimet olarak yorumlayabiliriz. Hatta kulağa çılgınca gelse de, Büyük Filtre’yi aşan ilk tür biz bile olabiliriz (sonuçta her şeyin bir ilki olmalı).
Öte yandan eğer süper gelişmiş bir medeniyetten sinyal alırsak, bu Büyük Filtre’nin hâlâ önümüzde olduğu anlamına gelebilir. İnsanlık olarak hangi konuya çalışacağımızı bilmediğimiz zorlu bir kozmik teste hazırlanmaya başlasak hiç fena olmaz. Evet, Büyük Filtre sadece bir hipotez. Ancak Fermi Paradoksu’na makul ve de mantıklı bir açıklama sunması bakımından ilgi çekiciliğini sürdürüyor.