Konumuz matematik, fakat korkmayın size diferansiyel, cebir, reel matematikten bahsetmeyeceğiz. Matematik, evreni anlayabilmemizin en önemli aracı ve dünya dışı medeniyetler ile anlaşabilmemizi sağlayacak belki de tek evrensel iletişim yöntemi. Matematik sadece biz insanlar için yaşamsal bir öneme sahip değil. Aynı şekilde hayvanlar da avını yakalama mesafesinden, midesini doldurduğunda koşmada ya da uçmadaki performanslarına kadar matematiği kullanmaları sayesinde hayatta kalma şanslarını artırıyorlar. Doğa bile matematiği kullanıyor. Kuşun kanat ölçüsü, beden ölçüsü ile orantılı olmalı ya da doğada fazla bulunan tür, doğal seleksiyon ile ayıklanmalı…
Bizim öteki canlılardan en büyük farkımız, yaşamsal alanlarımızda diğer insanlar ile devamlı iletişim halinde olup, alışveriş yapma zorunluluğumuz. İşte bu zorunluluk ile zorlanan beyinler giderek gelişti. Belirli konuya odaklanmış bir beynin, özellikle de büyük bir toplumun, o konu hakkında harikalar yaratabileceğini en iyi gösteren iki ülke Çin ve Hindistan‘dır. Onlar, teknoloji ve bilimin kapılarını bize açan iki uygarlık.
Mikrop ve vebanın kol gezdiği Avrupa, karanlık çağında cadı avlayıp para ile cennetten arsa satışı yaparken, Çin ve Hindistan yaşam felsefelerinde ve ülke yönetimlerinde en iyi matematikçileri kendilerine danışman atayıp, matematik okulları açıyordu. 700’lü yıllardan bahsediyoruz. İnsanlar veya toplumlar, zorluklarla ne kadar mücadele eder, ne kadar sorunlu bir coğrafyada yaşam mücadelesi verirse kapasitesini o kadar artırıyor. Bu zorlamada izlediği yol bilim olan ülkeler de, bilgi havuzuna bir kaşık daha bilgi atanların çokluğuyla saygınlığı hak ediyor.
1-9 arası sayı sistemini kullanarak ondalık, yüzdelik sayılar ile geometrik şekillerin alan hesaplarına kafa yoran Çinliler, 900’lü yıllara kadar açı hesaplarında o kadar gelişmişti ki, Güneş’in bize uzaklığının Ay’ın uzaklığından 400 kat fazla olduğunu öğrenmekle kalmayıp, Dünya’nın çevresini hesaplayabilmeyi de çok ufak hatalar ile başarmışlardı. Yalnız, “sıfır” rakamını kullanmak yerine sayı sisteminde sıfır gelmesi gereken yere boşluk bırakmaları matematikte bir eksiklikti. Burada matematiğe yüksek atlama yaptıran ülke Hindistan oldu.
İnanılır gibi değil, ama Hintliler icat etmeden önce matematikte sıfır diye bir rakamın olmaması, onun yerine boşluk kullanılması hayret vericidir. Eski Yunanlılar, Mısırlılar ya da Mezopotamyalılar için o zamana kadar sıfır diye bir rakam yoktu. İşte bu icat matematikte bir devrim yarattı. Hintlilerin sıfırı bulması belki de yaşam felsefelerinden kaynaklanıyor olabilirdi. Hiçlik ve sonsuzluk kavramları, inanç sistemlerinin temeliydi çünkü. Evrenin hiçlikten geldiğini ve amacın da hiçliğe ulaşmak olduğunu söyleyen bu insanların, “Sıfır” rakamı için hiçlik anlamına gelen “Şuya” (sunya) kelimesini kullanmaları ve söz konusu kavramı çok çabuk benimsemeleri de aslında bu açıdan bakılınca gayet anlaşılır bir durum. Öte yandan sıfırı, 780 – 850 yılları arasında yaşamış ve matematik, coğrafya, gökbilim, algoritma gibi konular üzerinde çalışmış olan Harezmi‘nin bulduğuna yönelik yanlış bir bilgi ve inanç vardır. Harezmi sıfırı icat eden kişi değildir, ancak bu bilgiyi yeniden ele alıp Batı’ya aktarması ve yaygınlaşmasını sağlaması açısından önemli bir figürdür.
Bundan elli yıl öncesine kadar Batılı oryantalistler, matematikte bütün önemli buluşları kendilerinin yaptığına insanlığı inandırmaya çalışıyordu. Bu işten epey kâr ettikleri ve geri kalmış diye yaftaladıkları ülkeleri kültürel hegemonyalarına almaya çalıştıkları malumdur. Binlerce yıldır bu felsefe ile yaşayan Hintlilerden kimin adını biliyorsunuz? Örneğin, 7. yüzyılda bir Hintli deha olan Chauhan, 1-0=1, 0+1=1, 1×0=0 gibi sonuçları matematiğe armağan etti. Günümüzde hâlâ kullanılan birçok kavramı Chauhan’a borçluyuz. 12. yüzyılda başka bir Hintli deha, 1 rakamının 0 rakamına bölündüğünde sonucun sonsuz olduğunu iddia etti. Her ne kadar bu bilgi günümüzde tam olarak doğru kabul edilmese de, bazı açılardan önemli bir adım olmuştu. Daha da ileri giden Hintliler, ticarette borçlanma kavramını matematiğe dökerek, hiçliğin bir türü olan eksi sayıları buldu. Bu buluş, kare ve iki bilinmeyenli denklemlerin her zaman iki çözümü olduğunu dile getiren Fransız matematikçi Fermat’tan yüzlerce yıl önce gerçekleşti. Avrupalı matematikçilerin çözemedikleri soruları, bin yıl önce Doğu matematikçileri çözmüştü.
Doğu, Batılıların sömürü politikaları ile yağmalanmaktan kurtulamadı. Ancak, “Bizim Doğu’dan öğreneceğimiz bir şey yok” önyargısı ile hareket eden Batılı oryantalistler, sonunda gözden düştü ve demode olmaya başladı. Bu anlayışın gelişmesi için Doğuluların da tanıtım çalışmalarına önem vermeleri ve kendi zengin tarihlerini öğrenmeleri gerekiyordu. Şu an kullandığımız yıldızlararası mesafe ölçümlerine kadar birçok teknik Çinli ve Hintlilerin kullandıkları sistemlerin geliştirilmesi ile oluşmuştur. Ancak Doğulu mucitlerin yaşam felsefelerindeki güzellikler, yeterince ön plana çıkarılmamaktadır. Şu sıralar hakkı iade edilen doğuluların sessizce birkaç bilim dergisi köşelerinde kendine yer bulması, Avrupalı egosunun biraz sönmeye başladığının göstergesi olabilir.
Bilim ve matematikteki birçok kavram, Doğulu medeniyetler sayesinde uygarlığa kazandırılmıştır. Bizler binanın şekline bakarak çok güzel ve dayanıklı derken, temelinin mükemmelliğini ve bina yapımında kullanılan tekniğin buluşçularını gözardı edip, süslemesini yapan ustalara takdirler sunarak büyük ustaların hakkını yemiş oluyoruz. Oysa herkesin katkısı takdir edilmelidir. Sadece bir ırkın ya da topluluğun emeğini görmek, tarihin çarpıtılması anlamına gelir. Sömürü travmasını henüz atlatan Hindistan ve Çin, şimdi büyük bir atak yapmakta. Yüzünü bilime dönmüş bu iki ülkenin gelişmesi olağanca hızıyla sürüyor. Önümüzdeki yıllar içinde bu halkların yeni başarılara imza atacaklarını görmek için kahin olmaya gerek yok. Şunu da eklemeliyiz ki, artık bilim tarihi oryantalist bakış açısından uzaklaşmaya başlamıştır. Bu da güzel bir gelişme olarak not edilmelidir.
Hazırlayan: İnanç Kaya | Düzenleyen: Sinan İpek