Gelecekte eğer insanlar uzayı fethetmeye koyulursa, en cazibedar noktalar Jüpiter ve Satürn uyduları. Örneğin Titan, bugün bile astronomik boyutlardaki çabaya ve maliyete değer görülerek kapsamlı keşif çalışmalarının hedefi hâline gelmiş durumda. Bu gezegenlerin etrafında dolanan uyduların pek çoğu buz kaplı olsa da, yüzey altında akla hayale sığmaz büyüklükte okyanuslar saklıyor olabilirler. Belki de gelecekte oradaki okyanuslar hareketli su altı şehirleriyle donatılır. İnsanlık tarihi yer altı yerleşimlerine yabancı değil nasıl olsa. İnsanların şimdiye kadar yer altına kurduğu yaşam alanlarının en büyük motivasyonu gizlenme ihtiyacı. Nitekim uzay çağında da gizlenmemiz gereken pek çok tehlike olacak. Asteroit çarpışmaları gibi ekstrem risklerden kozmik radyasyona kadar pek çok tehlike… Ve kalın bir yüzey katmanın altında nispeten korunaklı yerleşimler…
Dolayısıyla Jüpiter ve Satürn, nispeten daha ulaşılır ve vaat ettikleri pek çok kaynakla birlikte uzay çağındaki insanların en çok ilgisini çekecek noktalar. Neptün ötesi cisimler ise terk edilmişliğin, ıssızlığın ve karanlığın içinde, tam bir tur atması asırlar süren o tuhaf yörüngelerinde, insanların ilgisinden uzak kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Peki, gerçekten böyle mi olacak? Bugün bile Neptün ötesi cüce gezegenler bütün önemsizliklerine rağmen, insanda merak duygusunu kamçılıyor. Örneğin ıssızlıklarını paylaştıkları o büyüleyici uydular… Bu uydular, nispeten küçük ve şimdilik açıklanamayacak ölçüde esrarengiz olmalarına rağmen Güneş Sistemi’nin oluşumu hakkında tarih öncesinden kalma izler taşıyor. O izler, uyduların ve cüce gezegenlerin donuk yüzeylerinde, birlikte yaptıkları o tuhaf, karmaşık yörünge dansı esnasında kâh siliniyor, kâh duman ile karışık bir kar olup tekrar yüzeye dökülüyor…
Charon: Plüton’un Kasvetli Yoldaşı
Plüton, kendi kalbini kendisi dövmüş bir demirci. Bir zamanlar “dokuzuncu gezegendi”, sonra göz ardı edilmeye başlandı. Ardından ilginç hiçbir özelliği olamayacağı düşünüldü. Derken New Horizons bize Plüton’un nefes kesici görüntülerini gönderdi ve gözler tekrar zihinleri yorarcasına karanlığa dikildi. Orada, cılız bir ses ile çığlık atan ve belki de duymamız gereken şeyler sayıklayan bir ışık zerreciği var, Plüton.
Plüton’un dehşet verici yalnızlığını paylaşan bir dizi uydusu mevcut, bunlardan Charon o kadar büyük ki, Plüton’un da yörüngesini etkilemiş durumda. Şu an Charon ve Plüton için aslında bir ikili sistem demek daha doğru olabilir. Bu göksel çift, Neptün’ün ötesindeki donuk cisimlerle dolu ıssız bir bölge olan Kuiper Kuşağı’nda, gezegen sistemlerine dair anlayışımızı zorlayan karmaşık bir vals yapıyor. Charon’un yüzeyi, geniş kanyonlardan çarpışma sonucu açılmış kraterlere kadar ilgi çekici özelliklerle bezeli ve bu özellikler, ıssız ikilinin jeolojik tarihine ışık tutuyor. İkilinin varlığı bize Güneş Sistemi’nin en uzak noktalarında bile henüz tam olarak anlaşılamayan göksel harikaların bulunduğunu hatırlatıyor.
Dysnomia: Eris’in Sırdaşı
Kuiper Kuşağı’ndaki bir diğer önemli cüce gezegen olan Eris, Dysnomia olarak bilinen yalnız bir aya ev sahipliği yapıyor. Dysnomia, Eris’in kendisinden çok daha küçük ama bu uzak sistemin oluşumu hakkında çok değerli ipuçları sunuyor. Dysnomia’nın keşfi ve üzerine yürütülen çalışmalar, cüce gezegenlerin kozmik yoldaşlarını “nasıl edindikleri”, bunun Güneş Sistemi’nin son derecede kaotik olan erken evresi hakkında neler ortaya çıkardığı konusundaki bilgimizi genişletmeye devam ediyor.
Eris, mitolojide fitneci bir tanrıçadır. Donuk yüzeyi ile uzak bir köşeye sinmiş, Güneş Sistemi’nin geri kalanını kindar yörüngesinde seyrediyor ve sanki uydusuyla karanlık sırları paylaşıyor gibi. Bir gün oraya giden bir keşif seferi, ikilinin arasındaki gezegensel çekim ağında bu sırların etkisine kapılacaktır belki de.
Hi’iaka ve Namaka: Haumea’nın Kızları
Kuiper Kuşağı’ndaki bir başka cüce gezegen olan Haumea, âdeta bir uydu ailesine sahip. Bu uydulardan en büyükleri Hi’iaka ve Namaka, cüce gezegenlerinin etrafında onu âdeta neşelendirmeye çalışır gibi dans ediyorlar. Sanki geçmişte yaşadıkları korkunç trajediyi annelerine unutturmaya çalışır gibi bir hâlleri var. Haumea çok ilginç bir şekle sahip, belki de o ilginç şekil (Haumea’nın aşırı şekilde hızlı dönmesi ve en sonunda biçminin uzamasıyla sonuçlanan) trajediden arta kalmıştır.
Bu uydular (ve anneleri olan Haumea’nın etrafında seyrettikleri yörüngeleri) bize Haumea Çarpışma Ailesi’nin oluşumu ve tarihi hakkında fikir veriyor. Haumea ve uydularının aslında şiddetli bir çarpışma sonucu ortaya çıktığına dair pek çok delil var. Aralarındaki karmaşık ilişki, hem gökbilimcilerin hem de gezegen bilimcilerin hayal gücünü harekete geçirerek geçmişlerinin gizemlerine ışık tutarken, gerçekliğimiz hakkında da bize bilgi sağlıyor.
Quaoar ve Yoldaşı Weywot: Kuiper Kuşağı’nın Ketum İkilisi
Kuiper Kuşağı’nda yer alan ve daha az bilinen cüce gezegenlerden Quaoar’a, Weywot uydusu eşlik ediyor. Bu nesnelerin her ikisi de uzak ve nispeten keşfedilmemiş olsa da, Kuiper Kuşağı’nın dinamiklerini ve bu gizemli nesnelerin tarihini anlamanın anahtarlarını taşıyorlar.
Quaoar’ın yüzeyi oldukça az bir yansıtıcılığa sahip, belki de taze su buzu yüzeyden kaybolduğu içindir. Quaoar yüzeyinin kırmızımtrak bir renge sahip olacağı düşünülüyor. Âdeta kurumuş kan rengi bu donuk dünyanın, ketum uydusu Weywot kim bilir ne tür bir esrara ev sahipliği yapıyor. Weywot, âdeta Quaoar’ın fısıltısını dinlemek için kulağına eğilmiş kadar yakın bir yörüngede seyrediyor ana-cüce-gezegenine… Weywot da kırmızımtrak bir tonda olabilir. Zira Charon’da da, Plüton’da mevcut olan yüzey özelliklerini gözlemleyebiliyor. Belki de çarpışmalar sonucu Quaoar’ın yüzeyindeki malzemeler Weywot’a da taşınmıştır. Tıpkı duyulmayan fısıltıların iki gezegen arasında dolaşması gibi.
Orada bir yerlerde, halkalara, şaşırtıcı zenginlikteki uydu sistemlerine ev sahipliği yapan cüce gezegenler, âdeta tüyler ürpertici bir göç yolculuğu gibi egzotik yörüngelerini turlamaya devam ediyor. Bizden bir şeyler saklıyor olabilirler, belki de umutsuz ölçüde çoraklardır. Ama kesin olan bir şey var ki, şu an Kuiper Kuşağı’nın zifiri karanlığında hayal gücünü harekete geçiren büyük bir güçle dolaşıyorlar.
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade