İlk Doğan Hipotezi: Ya Samanyolu’ndaki İlk Gelişmiş Uygarlık Bizimkisiyse?

1950’de İtalyan-Amerikan fizikçi Enrico Fermi, Manhattan Projesi kapsamında 5 yıldır çalıştığı Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’nda iş arkadaşlarıyla yemek yiyordu. Bazı kaynaklara göre konuşmanın konusu uzaylılara ve o dönem oldukça revaçta olan UFO söylentilerine geldi. Bunun üzerine Fermi, tarihe geçecek olan şu sözleri söyledi: “Herkes nerede?” Aslında oldukça basit bir soru olan bu cümle, Fermi Paradoksu’nun da temelini oluşturacaktı. Öyle ya, şu an galaksinin yaşamla dolup taşması gerekirken ortalarda kimseler yoktu. İşte Fermi Paradoksu, bu tezatlığın bilim literatüründeki adı hâline geldi. Fermi’den sonra bu paradoksa çok sayıda çözüm önerisi getirildi. Bunlardan biri de, insanlığın galaksimizde ortaya çıkan ilk zekâ sahibi uygarlık olabileceğini öne süren İlk Doğan Hipotezi‘ydi.

İlk Doğan Hipotezi, insanlığın bilinen evrendeki ilk zekâ sahibi uygarlık olduğunu söyleyerek “Büyük Sessizlik” sorununu da bir çözüm getiriyordu. Bazı açılardan Hart-Tipler Varsayımı gibi savlarla da benzerlik gösteriyordu. Ne var ki onların aksine, zekâ sahibi yaşamın (hatta genel anlamda yaşam olgusunun) hiç var olmadığını değil de, kompleks yaşam formlarının insanlığın ortaya çıkışına kadar nadir biçimde görüldüğünü söylüyordu. Fermi Paradoksu’nun ardındaki temel varsayımlardan biri, evrende yaşamın filizlenmesi için sayısız fırsatın ortaya çıkmış olması gerektiğidir. Nitekim, çapı 200,000 ışık yılı olan, içinde 100 ila 400 milyar arası yıldız barındıran, kendi yıldızlarının yaşanabilir bölgesinde 60 milyar gezegen bulunan, bu gezegenlerin de 6 milyarı “dünya benzeri” sayılan kendi küçük galaksimizde bile yaşamın ortaya çıkma ihtimali çok yüksek.

Tabii yaşam varsayımını güçlendiren önemli bir unsur daha var: Zaman. Evrenimiz tahminen 13.8 milyar yıl yaşında. İlk galaksiler 13 milyar yıl önce ortaya çıktı ve kısa süre sonrasında gezegenler oluşmaya başladı. Kendi Güneş Sistemimizin yalnızca 4.6 milyar yıl yaşında olduğu göz önüne alınırsa, insan yaşamın ortaya çıkabilmesi için bolca zaman olduğunu düşünmeden edemiyor. İyi ama, ya gerçekten de çıkmadıysa? Ya yaşamın mümkün olabildiği kozmolojik bir zaman penceresi dilimindeysek ve bundan önceki dönemlerde şartlar yaşamın ortaya çıkamayacağı kadar zorlu olmuşsa? Fermi Paradoksu’na çözüm olarak buna benzer savlar pek çok araştırmacı tarafından öne sürüldü. Bu savlar, uzayda yaşamın bizim gelişmişlik seviyemizi geçmek şöyle dursun, bize yetişmeye bile yetecek zamanı bulamadığı varsayımından hareket ediyordu.

evren-ve-insan

Hipotezi destekleyen temel konsept Antropik İlke‘dir. Yaşamın tüm evrende rastlanan ortak bir olgu olduğunu, insanlığın sıra dışı bir konumda bulunmadığını öne süren Kozmolojik İlke‘nin (Kopernik Prensibi veya “Sıradanlık İlkesi” olarak da bilinir) aksine, Antropik İlke Evren hakkında yapılan tüm gözlemlerin tamamen yaşamın ortaya çıkmasını sağlayacak nedenlere bağlı olduğunu iddia eder. Antropik İlke ilk defa, teorik astrofizikçi Brandon Carter tarafından 1973 yılında Polonya’nın Krakov şehrinde, Kopernik’in 500. doğum yılı onuruna düzenlenen bir sempozyumda ortaya atılmıştır. Bu sempozyumda Carter, Kopernik Prensibi’ne cevaben, “İnsanlık olarak merkezî bir konumda yer almasak da, kaçınılmaz şekilde öncelikli bir konumdayız,” demiştir.

Carter özellikle, Kopernik Prensibi’ne dayanılarak Evren’deki devasa boşlukların (hem zaman hem uzay anlamında) istatistiksel açıdan aynı olduklarının öne sürülmesine karşı çıkar. Bu olgu, Durgun Hâl Hipotezi‘nin de temel dayanaklarından biriydi, ta ki Kozmik Mikrodalga Arkaalan Işınımı’nın varlığının keşfiyle hipotez çürütülene dek. David Brin, daha sonra Fermi Paradoksu tartışmaları kapsamında bunu şöyle açıklayacaktı: “Sıradanlık ilkesinin felsefi anlamda karşıtı ‘Antropik İlke’dir. Bu ilke, devasa ve sayısız çeşitlilik barındıran bir evrende dahi bir gözlemcinin özel bir zaman ve uzaya şahitlik etmesinin mümkün olduğunu öne sürer, bilhassa da bu ‘özellik’ o gözlemcinin orada bulunuşunun temel şartı ise. Sıradışılığı savunanlar Dünya’da gördüğümüz zekâ sahibi yaşamın evrende ender rastlanan bir şey olduğu önermesini gayet doğal karşılarlar.”

Bu ilke, insanlığın Evren’de yalnız olduğu (veya Samanyolu Galaksisi içerisinde ortaya çıkmış ilk zekâ sahibi yaşam formu olduğu) önermesinin temel dayanağıdır. Basitçe evrenin bir dengesizlik durumunda olduğunu, çetin şartların yumuşayarak yaşama uygun hâle geldiği bir zaman aralığında bulunduğumuzu söyler. Dolayısıyla insanlık sadece bu dönemde ortaya çıkmıştır ve ardından benzer pek çok zekâ sahibi yaşam formu da gelecektir.

evrende yalnız mıyız

İlk Doğan Hipotezi’nin ortaya çıkış zamanını kestirmek zor olsa da, yıllar boyunca yapılan pek çok çalışma buna örnek gösterilebilir. Bunların en önemlilerinden biri olarak, Stanford Üniversitesi’nde Uzay, Telekomünikasyon ve Radyo Laboratuvarı’nda (STAR Lab) Profesör olan Lawrence Bracewell‘in 1982 yılında yaptığı “İlk Gelişmiş Uygarlığın Galaksiyi Sahiplenişi” başlıklı çalışması sayılabilir. Bu çalışmada Bracewell, bir ortamda gelişen ilk uygarlıkların kaçınılmaz olarak arkalarından gelecek olan diğerlerini baskılamaya çalışacağını öne sürer. Bu savını da insanlığın galaksimizde ortaya çıkmış ilk gelişkin uygarlık olduğuna ve bu yüzden başka bir gelişmiş uygarlıkla karşılaşmadığımıza dayanak olarak sunar. Bu görüşünü şöyle özetler:

“Dünyasal tarihimiz, araç gereç kullanabilen ve seyahat edebilen türlerin mümkün olan her alana yayılma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Türün yayılımı, o türün evrimleşmesi için gereken süreden çok daha kısa bir sürede gerçekleşir, dolayısıyla belki de insanlık galaksimizdeki ilk zekâ sahibi uygarlıktır ve galaksinin gelecekteki nüfusunu da insanlar oluşturacaktır.”

Eğer bu önerme doğruysa, insanlık “gezegensel koruma” protokollerini güncellemelidir. Belki de mikrobik yaşama ev sahipliği yapan yerlerden çekinmek veya bulaştan korunmak için robotik görevleri sterilize etmek yerine ‘Hayvanat Bahçesi Hipotezi’ni örnek alıp bu gibi gezegenlerde karantina alanları kurmalı ve buralarda yaşamın gelişim süreçlerine müdahale etmemeliyiz.

Fermi Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı’ndan James Annis de “Büyük Sessizliğe Astrofiziksel Bir Açıklama” başlıklı 1999 tarihli araştırmasında benzer bir sav ortaya atmıştır. Annis’e göre periyodik gama ışını patlamaları (GRBler) da zekâ sahibi yaşamın ortaya çıkışını engelliyor olabilir, zira bu patlamalar düzenli aralıklarla gerçekleşmektedir ve toplu nesil tükenmelerine sebep olacak kadar güçlüdür. Bu patlamalar evrende gözlemlenen en yoğun enerjiye sahip olaylardır ve devasa yıldızların süpernova safhasına geçmesiyle yaşanır. Patlamalar genelde kısa sürelidir, yıldızın rotasyon eksenlerinde görünür ve yollarına çıkan gezegenler için ölümcüldür. Öyle ki, son yapılan araştırmalar GRBlerin yaklaşık 440 milyon yıl önce gerçekleşen Ordovisiyen Kitlesel Yok Oluşu’nun sebebi olabileceğini ortaya koymuştur.

Annis, o günkü astrofizik modelleri kullanarak GRBler arasındaki sürenin bir milyar yıl kadar olduğunu tespit etmiştir. Benzer şekilde, kullandığı evrimsel modeller de zekânın ortaya çıkması için gereken sürenin aşağı yukarı aynı olduğunu ortaya koymuştur. Bu süre, çok hücreli yaşam ile modern insanların da dâhil olduğu gelişmiş primatlar sınıfının ortaya çıkışı arasındaki süreyle de tutarlıdır. Annis bu durumu şöyle özetler:

“GRB’lerin gerçekten de galaksideki yaşam için ölümcül olduğunu düşünürsek, elimizde zekânın ortaya çıkışını engelleyecek bir mekanizma var demektir, bu mekanizmanın çalışma aralıkları da zekânın evrimi için gereken süreyle uyumludur… Dolayısıyla bu model, galaksinin yaşam barındırmayan bir dengesizlik hâlinden zekâ sahibi yaşamla dolu bir denge hâline geçiş aşamasında olduğunu ortaya koymaktadır.”

insan

Belgrad Astronomi Gözlemevi’nden astronomlar Milan M. Cirkovic ve Branislav Vukotic, 2008 yılında yayımladıkları “Astrobiyolojik Hâl Geçişi: Fermi Paradoksu’nun Çözümüne Doğru” başlıklı araştırmalarında, bu model üzerine inşa ettikleri yeni bir modelde gama ışını patlamalarının ve benzer başka astrobiyolojik düzenleme mekanizmalarının kozmik saati periyodik olarak “sıfırlamasının” mümkün olup olmadığını araştırmıştır. Ne var ki bu olaylar, eksponansiyel olarak daha seyrek aralıkla gerçekleşmeye başlamış, böylece giderek daha geniş biyojenez (yaşamın ortaya çıkışı) ve noojenez (zekânın ortaya çıkışı) oluşma aralıkları ortaya çıkarmıştır. Genel olarak savları Antropik İlke’yi ve evrenin bir dengesizlik hâlinde olduğunu destekler niteliktedir. Bunu şöyle açıklarlar:

“Düzenleme mekanizmalarının evrimi, kısa hâl dönüşümü aralıklarının ortaya çıkışına yol açmaktadır: Ölü bir bölgede, gezegen yüzeylerine bağımlı düşük karmaşıklığa sahip yaşam alanları ortaya çıkmıştır, bunlar da kısa sürede (Fermi-Hart ölçeğinde) çok karmaşık yaşamla dolu hâle gelmiştir. Böylesi bir gözlem, çok düşük bir ihtimal olmasına rağmen bu küçük dengesizlik aşamasında ortaya çıkmış olmamıza neden şaşırmamamız gerektiğini göstermektedir.”

Benzer bir yaklaşım da Harvard Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden (CfA) Profesör Abraham Loeb ile Oxford Üniversitesi’nden doktora araştırmacıları Rafael A. Batiste ve David Sloan tarafından sunulmuştur. “Kozmik Zamanın Bir Fonksiyonu Olarak Yaşamın Ortaya Çıkışı İhtimali” başlıklı araştırmalarında, Loeb ve arkadaşları zaman içerisinde belli bir uzay hacminde yaşanabilir Dünya benzeri gezegenlerin ortaya çıkış ihtimalini hesaplamıştır. Büyük Patlama’dan yaklaşık 30 milyon yıl sonra oluşan ilk yıldızlardan başlayıp uzak geleceğe kadar uzanan bir aralık içerisinde, bildiğimiz anlamda yaşamın ortaya çıkışının yıldızın kütlesiyle ters orantılı olduğunu ve zaman geçtikçe ortaya çıkış ihtimalinin arttığını keşfetmişlerdir. Büyük kütleli yıldızların daha kısa ömürleri olduğunu, yani muhtemelen yörüngelerindeki gezegenlerden birinde yaşamın ortaya çıkabileceği zamandan önce öldüğünü ortaya koymuşlardır.

M-tipi kızıl cüceler gibi düşük kütleli yıldızlar daha uzun ömre sahiptir ve ana hâllerini on iki trilyon yıla kadar muhafaza edebilirler. Loeb ve arkadaşları, kızıl cüce yıldızların yörüngesindeki gezegenlerde yaşamın ortaya çıkma ihtimalinin çok daha yüksek olduğu sonucuna varmıştır. Loeb, CfA basın açıklamasında bu durumu şöyle açıklar:

“Eğer bana ‘Yaşamın ortaya çıkması için en elverişli zaman nedir?’ diye sorsanız, size ‘Şimdi’ derdim. Ama yaşamın ortaya çıkma ihtimalinin uzak gelecekte çok daha olası olduğunu keşfettik. Dolayısıyla, neden düşük kütleli bir yıldızın yanında yaşamıyoruz diye sorabilirsiniz. Bir olasılık, daha çok prematüre olmamız olabilir. Bir diğer olasılık da, düşük kütleli bir yıldızın etrafının yaşam için tehlikeli olması olabilir.”

evren insan

Bu mantığı takip edersek, “Büyük Sessizlik” diye bir kavramın var olmasının sebebi, kısa süre öncesine kadar evrende zekâ sahibi yaşam diye bir şey olmamasıdır. Basit yaşam bolca olabilirse de, gama ışını patlamaları ve diğer astrobiyolojik düzenleme mekanizmalarının oluşma sıklıkları zekâ sahibi yaşamın ortaya çıkışına izin vermeyecek kadar kısadır. Evrimsel ve kozmolojik açıdan bu çok mantıklı da görünmektedir. Her şeye rağmen, bu hipotezin yalnız Antropik değil, insanı merkeze koyan bir yapısının da olduğu söylenebilir. Galaksimizde (veya tüm evrende) yaşamın evriminin insanlığınkine benzer şekilde gelişeceği varsayımı fazla iddialıdır. Yine insanlığın uzaydan tespit edilebilecek güçte iletişim sistemleri geliştiren tek zekâ sahibi uygarlık olduğunu varsaymak da.

Bu hipotezin bir diğer sorunu ise test etmenin çok zor oluşudur. Uzaktan tespit teknikleri kullanıp pek çok işarete bakarak yaşamın var olup olmadığını algılayabiliyor olsa da, bu yaşamların zekâ sahibi olup olmadığını anlamak mümkün değildir. Bu durum zaman zaman “algae vs. alumnae (suyosunu mu, üniversite mezunları mı?) problemi” olarak da adlandırılır. Bir de tabii, GRB’lerin zamanla daha seyrek gerçekleştiği varsayımı da var. Şu an elimizde bu patlamaların daha seyrek oluşmaya başladığına dair kesin bir kanıt yok. Tersine, 4 milyar yıldan bu yana Dünya’nın yakınında 1000 kadar GRB oluştuğuna dair tahminler de bulunuyor. Üstelik Dünya’daki tüm yok oluşlar bir şekilde GRB’lere bağlansa dahi, şu anda var olduğumuza göre bu patlamaların zekâ sahibi yaşamı engelleyemediği de açık.

Sonuç olarak, Fermi Paradoksu’nun temel varsayımlarından biri, zekâ sahibi uzaylı bir uygarlığın yeterince gelişmiş ve kendi yıldız sistemlerinin ötesine geçip varlıklarına dair birtakım izler bırakmış olması gerektiğidir. Böyle bir ize rastlayamadığımıza göre, şimdilik olmadıklarını varsaymak zorundayız. Peki ya insanlık böylesi uygarlıkların ilkiyse? Bu olasılık, araştırmayı bırakmak bir yana, daha da yoğunlaşmamız gerektiğini ortaya koyuyor. Eğer gerçekten bu evrende çok erkenciysek, bizden daha gelişmiş uygarlıkların yapacağını varsaydığımız pek çok çılgınca şeyi bizim yapmamız gerektiği gerçeği karşımıza çıkıyor. Tanrı rolüne soyunabilir, evrime müdahale edebilir, bilince çok yaklaşmış türleri kendi seviyemize çekebilir veya gelişimlerini sekteye uğratabiliriz. Veya, radikal bir öneri olacak belki ama, bir kez olsun sorumluluk sahibi gibi davranabiliriz! Eğer İnsanlık gerçekten de evrende özel ve ayrıcalıklı bir konumdaysa, çevremize bizden daha gelişmiş uygarlıkların bize davranmasını isteyeceğimiz gibi davranabiliriz…

Kaynak: Universe Today

Yazar: Erkam Ali Dönmez

Oyun sever, oyun oynar, oyun çevirir, oyun yapar.

İlginizi Çekebilir

Evrimsel Biyolojinin Öngörü Gücü

Madagaskar’da yaşayan dev atmaca güvesi 1882’de keşfedildi. Fakat varlığı 20 yıl önce – ve yaklaşık …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin