Bilimkurgu filmlerinde veya romanlarında yapay zekâ ile insanın ilişkisine sayısız kez tanık olduk. Terminator serisinde insanlık olarak yapay zekâ ile savaşa girdik. Matrix serisinde bize sağladıkları yapay dünyanın içinde yaşadık. TAU filminde yapay zekâ ile bir kızın dostluğunu, Her filminde bir adamın yapay zekâya aşık olmasını izledik. Hatta Robot & Frank filminde yapay zekâ ile birlikte suç işleyen bir adamın macerasına şahitlik ettik. Artifficial Intelligence filminde yapay zekâ bir aileye evlat oldu, I, robot filminde ise cinayet zanlısına dönüştü.
Uzun sözün kısası, bilimkurgu eserlerinde insan ve yapay zekâ, yapılabilecek ne varsa hepsini yaptı.
Filmlerde gördüğümüz bu yapay zekâ – insan ilişkileri yavaş yavaş yaşamımıza da girmeye başladı. Özellikle cebimizdeki akıllı telefonlar ve Siri, Google Asistan gibi programlar ile artık elimizdeki telefonlar basit bir iletişim aracı olmanın ötesine geçti ve adeta bir sekretere evrildi. Filmlerde gördüğümüz düzeye henüz ulaşmamış olsa da, yapay zekâ ile ilişkimiz artık iyice ilerlemeye başladı.
Elbette her şey gibi bu durumun da bir başlangıç noktası, bir ilki vardı. Bizim davranışlarımıza göre değişik tepkiler veren, o tepkilere yönelik karşılık bekleyen ve aldığı karşılığa bağlı olarak da başka ve yeni tepkiler sergileyen, yani bir bakıma duygu simülasyonu yapan bir sanal oyuncak neredeyse 30 yıl önce hepimizin cebine girmişti.
1996 yılında Aki Maita ve Akihiro Yokoi adlı iki mucit, sanal bir ev hayvanı simülasyonu geliştirdi. Bu simülasyonu da çipe yükleyip anahtarlık şeklinde bir oyuncak olarak piyasaya sürdü. Kedi, köpek, kuş, balık ve hatta dinozor gibi seçenekler söz konusuydu. Tıpkı gerçek bir evcil hayvan gibi acıkıyor, susuyor, ilgi bekliyor ve zaman zaman oynamak istiyordu. Beklentisini bize, farklı frekanslardaki uyarı sinyallerinin çalması ile iletiyordu. Uyarı sesi çalınca, oyuncaktaki ilgili tuşlara basarak Tamagotchi’ye istediğini verebiliyorduk. Ancak istediğini vermez veya zamanında gerçekleştirmezsek, bu kez Tamagotchi mutsuz oluyor ve yaşam enerjisi düşüyordu. Eğer enerji sıfıra inerse de ölüyordu. Bir Tamagotchi ölünce yenisini almak gerekiyordu.
Buraya kadar her şey normal gibi görünse de, Tamagotchi gecenin bir yarısı, uykunun en tatlı yerinde acıktım alarmını çalabiliyordu. Dersin veya bir iş toplantısının ortasında benimle oyna diyebiliyordu. Siz araba kullanırken yıkanması gerekebiliyor veya evde misafir ağırlarken tuvaletinin geldiğini söyleyebiliyordu. İstediğini yapmak bir dert, yapmamak başka bir dertti… Eğer iyi bakılırsa sanal hayvanın ömrü oyuncağın pil ömrü ile eş zamanlıydı. Ancak bu dijital ev hayvanı da tıpkı gerçek bir hayvan gibi zamanla büyüyor ve ihtiyaçları artıyordu. İlerleyen dönemdeyse neredeyse tüm gün kendisiyle ilgilenmek gerekiyordu.
Tamagotchi yüzünden ciddi ciddi bunalıma giren, hatta intihar eden insanlar bile olmuştu.
1996’da çıkan ve ülkemiz dâhil dünyaya 1997 yılında yayılan dijital oyuncak tam 83 milyon adet sattı. Hatta mucitlerine 1997’de Nobel İktisat Ödülü kazandırdı. Bu ödülün yanı sıra hem mucitlerine hem de üretici firma Bandai’ye çuvalla para kazandırdı. Tamagotchi, insanla doğrudan iletişime geçen yapay zekânın ilk ve ilkel bir örneği olarak tarihteki yerini aldı. Yaklaşık on yıllık bir dönemde dünya çapında üne kavuştu. Yakın geçmişte iyice geliştirilmiş bir sürümü piyasaya çıksa da, 1996 – 2004 arası dönemdeki gibi tutmadı. Günümüzde çoğunlukla mobil uygulama sürümleriyle varlığını sürdürüyor.