Güneş Sistemi tıpkı evrenin geri kalanı gibi karanlıktadır. Mesela çok uzaklarda Neptün büyüklüğünde (Plüton’u saymazsak) dokuzuncu bir gezegen daha bulunuyor olabilir. Bu başka bir yazının konusu olsa da, böyle bir gezegenin varlığı araştırmacıların kafasını hep kurcalıyor. Güneş Sistemi’nde varlığından kesin olarak emin olduğumuz ama gidip göremediğimiz şeyler de var, mesela yer altı okyanusları. Ama Dünya okyanuslarının bile büyük bir kısmı hâlâ keşfedilmemişken, Güneş Sistemi’nde bulunması muhtemel yer altı okyanusları hakkında ne söyleyebiliriz? Güneş Sistemi’nin bile keşfedilecek sayısız mucize ve felaket içerdiği ortada. Zaman upuzun bir sarmal hâlinde çözünerek bizlere pek çok yeni soru ve mevcut sorulara da cevaplar getirecektir.
Şimdilik Güneş Sistemi ile ilgili bildiğimiz şeyler, aşağı yukarı hangi yerlerin mucizelerle dolu olduğunu, hangi yerlerin ise her gün durmadan devam eden bir kıyamet yaşadığını göstermektedir. İşte karşınızda Güneş Sistemi’ndeki en tehlikeli 10 yer…
Io
Sülfür maddesi cehennemle ilişkilendirilir. Yandığı zaman sönmek bilmez ve berbat bir koku saçar. Nahoş bir rengi vardır, meşhur bir yazarın ifadesiyle “ölümün sarı dişlerinin” rengi. Çölü, ıssızlığı, ölümün çıkardığı sayısız biçimdeki ektoplazmayı andırır. İşte Jüpiter’in uydu sistemindeki en iç bölgede yer alan Io, sülfür ile kaplanmış hâldedir. Ölüm bu küçük dünyada volkan görünümündeki 400’den fazla kazanda durmaksızın felaket kaynatır ve bunu yüzlerce kilometre yukarıya fırlatır. Io’da hemen hemen her an bir volkan patlar. Bu patlamalar öyle güçlüdür ki, gelişmiş bir teleskop ile Dünya’dan bile gözlemlemek mümkündür.
Io, Güneş Sistemi’ndeki jeolojik anlamda en aktif cisimdir. Bunun sebebi ise komşusu olan Europa, Callisto ve Ganymede gibi uydular tarafından maruz kaldığı yerçekimi kapanıdır. Bu yüzden Io, konum itibariyle Güneş Sistemi’nin hem en tehlikeli hem de en talihsiz yerlerinden biridir. Sürekli baskı altında tutulan, zehirlenen, aşağılanan bir görünüme sahiptir. Komşuları ve bağlı olduğu Jüpiter, Io’yu öyle çok sıkıştırır, çekirdeğini öyle çok zorlar ki, yüzeyinin altında büyük bir magma okyanusunun oluştuğu düşünülüyor. İşte bu magma, Io’nun kaderine karşı duyduğu bir kin ve isyan hâlinde, yüzlerce volkanın ateşini harlar ve Io sapsarı bir cehenneme dönüşür. Yakıcı sülfür nehirlerinden, cehennem kaplı düzlüklerinden ve volkanlarından uzak güvenli bir kovuk bulmak mümkündür belki… Fakat bu sefer de radyasyonu hesaba katmak gerek. Io, Jüpiter’e o denli yakındır ki korkunç düzeylerde radyasyona maruz kalır. Yüzeyi her gün 3600 rem civarında radyasyon alır. Dünya yüzeyinde radyasyon düzeyi ise olsa olsa her yıl 0.1 rem civarındadır…
Venüs
Venüs bir güzellik tanrıçasının ismini taşıyor olmasına rağmen, oldukça utangaç olduğu söylenebilir. Atmosferi o denli kalındır ki, yüzeyinde ne olup bittiğini dışarıdan görmek imkânsızdır. Sovyetler, Venera Programı’nı başlatıp Venüs yüzeyine bir araç gönderene kadar, orada egzotik bir uzaylı türünün bulunabileceği umut ediliyordu. Gelgelelim Venüs’te dehşet haricinde hiçbir şey yok, Venüs yüzeyi sonsuz bir kıyametle kaplıdır. Yine de belki Venüs’ü cehenneme çeviren sülfürik atmosferin yukarı katmanlarında, zehirli bulutların üzerinde uçan bir şehir inşa edilebilir.
Venüs’te kurulacak bir yerleşim ancak uçarak hayatta kalabilir zaten, çünkü yüzeyde Dünya’daki pek az şeyle karşılaştırılabilecek türden korkunç bir atmosfer basıncı vardır. İkincisi, basıncı bir şekilde atlatmak mümkün olsa bile, Venüs aşındırıcı bir özelliğe sahiptir, atmosferindeki sülfürik asit, eritir ve kimyasal bir kalıntı bile bırakmayıncaya dek tüketir. Üçüncüsü, Venüs atmosferi korkunç bir sera gazı etkisine sahiptir. Gezegen o denli sıcaktır ki, korkunç bir cehennem fırınından hâllicedir. Geçmişte Venüs’te korkunç bir şeyler yaşanmıştır belki de. Bir zamanlar (milyarlarca yıl kadar önce) Venüs’ün de okyanuslara sahip olduğu düşünülüyor. Şimdi ise Dünya’nın çarpık bir klonu gibi. Aynaya bakınca görünen kötücül bir yansıma.
Kuyruklu Yıldızlar
Kuyruklu yıldızların ömrü, çoğu zaman karanlıkta süzülerek geçer. Çakıl taşları ve toz parçacıklarından ibaret ölümcül bir (sözde) atmosfere sahiptirler. Peşlerinde milyonlarca kilometre uzunluğunda bir toz kuyruğu bırakırlar. Güneş’e yaklaştıklarında en parlak zamanlarını yaşarlar ama bu onları azar azar tüketir. Yaşamın getirdiği tüm sefalete ve acılara rağmen eğlenmeyi bilen insanları andırırlar.
Bir kuyruklu yıldızın üzerinde durmak son derece tehlikelidir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi kuyruklu yıldızlar sürekli çözünerek toz parçacıkları ve çakıl taşları savurur. Bu onları ölümcül bir zarfla çevreler. Aynı zamanda bir kuyruklu yıldız Güneş’e yaklaştığı zaman adeta kendi ölümünü kutlayan bir havai fişeğe dönüşür. İçinde donmuş hâlde sıkışıp kalan bütün gazları ve suyu dışarı püskürtür. Bu esnada bir kuyruklu yıldıza yanaşmak çok tehlikelidir.
Plüton
Neptün’ün ardında artık çarpık görünümlü cüce gezegenlerin ve karanlığın içinde tekinsiz dönüşler yapan irili ufaklı gök cisimlerinin hakimiyeti başlıyor. Plüton, bu bölgedeki en bilindik yerlerden biri. Ürpertici yüzeyi, uyduları ve yörüngesi ile son derece ilgi çekici. Plüton için zaman son derece yavaş akıyor olmalı. Bir Plüton senesi, bizim hesabımızla 248 yıla denk geliyor. Mevsimler kozmik boyutlarda uzun. Yeni bir mevsimin başlayıp bitmesi, Dünya’daki yeni bir kültürün ortaya çıkıp yok olmasıyla aynı süreyi içeriyor olabilir.
Plüton kimi zaman Güneş’e yaklaştığında yüzeyindeki buzlaşmış tabakalar eriyip atmosfere karışıyor ve Plüton son derece kalın bir atmosfere kavuşuyor. Ama unutmamak gerek ki Güneş en iyi durumda bile, bir dolunayın yaydığı kadar sıcaklık ve aydınlık sağlıyor Plüton’a. Dolayısıyla en iyi ihtimalle bile, Plüton çelik gibi katı hâlde donmuş bir oksijen tabakasıyla kaplanmış durumdadır. Zaman zaman bu egzotik mevsimlerin birinde, Plüton yüzeyinde sıvı hâlde neon gölleri oluşuyor olabilir.
Satürn’ün Halkaları
Satürn’ün halkaları saf enerjiden ibaret intihar pilotlarının binlerce yıl süren araba yarışları yaptığı kozmik bir yarış pistini andırıyor. Fakat gerçekte orada ne bir pist var ne de tutunacak sağlam bir zemin.
Satürn’ün halkaları katman katmandır ve tüm bu halkalar neredeyse tamamen su buzundan ibaret milyonlarca parçacık tarafından bir araya getirilmiştir. Arada küçük kayalıklar ve hatta bu halkaların içinde kaybolan küçük uyducuklar var. Orada bir uzay aracını indirecek bir yer bulunsa bile, her an çeşitli yönlerden gelen kaya ve buz yağmuru tarafından delik deşik edilmek işten bile değil.
Titan
Titan, umut vaat eden bir yer. Dünya’ya son derece benziyor. Düşük yerçekimi ve yoğun atmosfer sayesinde Titan’da biteviye uçmak bile mümkündür. Bu iş için bir tepeye çıkıp kanat benzeri teçhizatlar giyinmek ve boşluğa atılmak yeterlidir. Bir engelle karşılaşılmadığı müddetçe, Titan’ın yüzeyi bu şekilde baştan başa uçarak kat edilebilir. Gelgelelim, Titan’ın diğer özellikleri hiç de iç açıcı değil…
Titan hakkında konuşurken, bu uydunun ne kadar soğuk olduğunu hesaba katmak istemiyoruz sanki. Oysa burası öyle soğuktur ki, gökten koca koca etan ve metan damlaları yağar, bunlar yerde birikir, nehirlere ve göllere dönüşür. Üstelik Titan’daki düşük yerçekimi insanların iskelet sistemi için hiç de sağlıklı değildir. Buna ek olarak Titan atmosferi hem zehirli hem de oksjilenle karıştığı anda patlamalar yaratacak yapıdadır. Buraya gönderilen insanlı bir araçtan yanlışlıkla oksijen sızdığını düşünün…
Jüpiter’deki Hidrojen Denizi
Jüpiter’in içine yaklaşık 1200 Dünya sığabilir ama aynı zamanda Jüpiter, tüm bu Dünyalar’daki yaşamı sonlandırabilecek kadar da tehlikelidir. Bu tehlikeli hâline rağmen, Jüpiter ölü doğmuş bir yıldız gibidir, yörüngesinde onlarca uydu döner. Karanlık bir lahide kapatılmış donuk bir sistem.
Jüpiter özellikleriyle de Güneş’i andırır. Tıpkı Güneş gibi Jüpiter’in de içeriğinde bolca hidrojen ve helyum bulunur. Daha derinlerde, yüksek basınç ve sıcaklık artışı sayesinde hidrojen sıvılaşır ve Güneş Sistemi’ndeki en büyük okyanus ortaya çıkar. Eğer bir insan, kendini tek bir saniye için orada bulacak olursa, Jüpiter’in korkunç baskısı altında ezilip yok olmadan hemen önce bu okyanusun manzarası karşısında dehşete kapılıp çoktan ölmüş olacaktır.
Europa
Europa, yüzeyinin altındaki muhtemel okyanus ile insanlara yeni yaşam arayışında umut veriyor. Gelgelelim bu, Europa’nın insanlara nazik davranacağı anlamına gelmiyor…
Europa, Jüpiter’in ölümcül radyasyon alanının içinde bulunuyor. Europa yüzeyine inen herhangi bir şey öylesine korkunç düzeyde radyasyona maruz kalacaktır ki, eğer ciddi anlamda devrim yaratacak bir koruması yoksa, yok olacaktır.
Enceladus
Enceladus çoğunlukla sudan oluşuyor ki, bunu düşünmek bile insanı heyecanlandırıyor. Su demek (hemen hemen) yaşam demektir. Oysa Enceladus için durum biraz farklı. Yüzeyin altında büyükçe bir okyanus olduğu bilinse de yerçekimi işleri biraz karamsarlaştırıyor… Birincisi, Enceladus yüzeyindeki basit bir sıçrama hareketi insanı neredeyse 40 metre kadar yukarı fırlatabilir. Ve güney kutbunda, ki burada Enceladus’un okyanusu hemen hemen ulaşılabilir hâldedir, gayzerler korkunç bir hızla püskürür…
Satürn yüzünden oluşan yer çekimi etkisi Enceladus yüzeyi altındaki o muhtemel okyanusu durmadan çalkalamaktadır. Bahsettiğimiz şey bir gaz devinin etrafında dönen, donuk bir akvaryum ve durmadan korkunç dalgalarla sarsılıyor. Oraya bir denizaltı indirip yüzdürmek, nasıl mümkün olabilir ki?
Merkür Yüzeyinin Büyük Kısmı
Merkür, Güneş’e en yakın gezegen, atmosferi yok ve Güneş’in etrafında delicesine bir hızla dönüyor. Bir Merkür yılı 88 Dünya gününe eşittir. Fakat daha da ilginci, bir Merkür gününün 116 Dünya günü kadar sürmesidir. Yani bu, gece ve gündüz arasında kalan aydınlanma çemberinin yürüyerek bile takip edilebilecek kadar ağır ilerlediği anlamına geliyor.
Sonsuz bir akşam boyunca yürüyüş yapmak kulağa romantik gelse de Merkür, Cannibal Corpse’u bile pop ikonu gibi gösterebilecek kadar metaldir. Bu gezegen Güneş’e o denli yakındır ki, oraya basit bir uzay aracı göndermek için bile devasa miktarda çaba sarf etmek gerekir, aksi takdirde uzay aracı Merkür’e değil Güneş’e doğru çekilecektir… Oraya iniş yapıldığı takdirde bile, Merkür’ün güneş ışığı alan yüzü, Güneş’in kör edici ışığıyla kavrulmaktadır, gece tarafı ise ölümcül biçimde soğuktur. Aydınlanma çemberinde dolanmak da pek tavsiye edilmez çünkü Merkür korkunç miktarlarda radyasyon almaktadır. Yine de Merkür’deki aydınlanma çemberini daima takip eden ve sonsuz bir akşam üzerine araştırmalar yapan mobil bir istasyon kurulabilir…
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade
Yararlanılan Kaynaklar: