Zdzislaw Beksinski(1929-2005)
Zdzislaw Beksinski(1929-2005)

Evrende Tek Başına: Kozmoloji Tarihinde Kısa Bir Yolculuk

Bilim tarihi biraz da insanın yalnızlaşmasının tarihidir. Yola kalabalık çıkmıştır oysa. Hem de her şeyin tam ortasındadır. Evren yakın çevresidir önce. Mağarasıdır, karşıdaki tepedir, avlandığı ormandır, yağmur ve arkasından gelen gökkuşağıdır. Gece beliren üzerinde çok düşünmediği yıldızlar da evrendir. Işık yılı, parsek gibi sözcükler yoktur dünyasında. Yıldız, deprem, orman belki aynı uzaklıktadır. Kimi animist kültürde hepsinin ruhları vardır. İnsan evrenle konuşur, ondan ister, ondan af diler. Aralarında diyalog vardır. Evren ona volkanlarla, depremle, yağmurla, cezayla, ödülle cevap verir.  Evren yakın, canlı, tepki veren belki bunlardan dolayı her şeye rağmen sıcak her şeye rağmen dosttur.

Yıldızlara baktığında kendi kültürünü görür. Her gece gördüğü mevsime göre alçalan yükselen ama dağılımları her nasılsa değişmeyen, ne olduklarını asla bilemeyeceği o pırıltılı noktalara balıkları, keçi başlı balık kuyruklu mitolojik yaratıkları, aslanları yerleştirir. Bazen aynı grup yıldızlar başka kültürlerde yılana, fareye, ejderhaya dönüşür.

Zaman ilerledikçe çevreye, çevrenin ne olduğuna, aslında her şeyin ne olduğuna ilişkin ilk teoriler belirmeye başlar. İlk Evren tasarımlarında din ve fizik iç içedir. Babil kozmolojisinde birkaç ayrı Dünya’dan da bahsedilir. Anlatılara dayanılarak yapılan çizimlerde Dünya merkezdedir. Evren, yıldızların ötesinde suyla doludur.

Fikirler bugünkü kadar hızlı olmasa da o zaman da Dünya’da yayılır. Kültürlere karışır, onlardan alır onlara verir, yeni coğrafyalara açılır. Yunan medeniyeti Ege Denizi’nin iki yakasında bağımsızca ve mucizevi bir şekilde belirivermemiştir. Babil, Sümer ve Mısır’ın izleri Eski Yunan uygarlığında izlenebilir. Eski Yunan, bilgi trenini biraz düzene koyar. Matematik, geometri işin içine girer. Mantık, akıl yürütme, diyalektik evren tasarımı araçları olmaya başlar. Geometri, belki Öklid’in beş kusursuz katı cismi Evren tasarımını etkiler. Eski Yunan kültüründe evreni oluşturduğu düşünülen toprak, su, hava ve ateşin yanına beşinci element olarak eklenir. Bu arada gözlem, akıl yürütmeyle ürünlerini vermeye başlar. Plato’nun fizik evrenin arkasında olduğuna inandığı mükemmel yapılar, idealar Aristo’nun gözlemleriyle birleşir.

escherplatonic
Platonik Katılar (Escher Yorumu)

Bırakılan nesneler yere düşer. Çünkü her şey özüne dönmek ister. Serbest düşmeye bırakılan taş, izlediği yolla bu yüzden evrenin merkezini bir pusula gibi gösterir. Dünya sabittir. Aksi halde hareket hissedilirdi. Bu idealize evren, gözlemlenebilen dört elementten yapılmıştır. Bazılarına göre bu gün bile insanlar hava, su, toprak, ateş gurubuna girer. Birkaç yüz yıl sonra Batlamyus, Aristocu bu evreni mükemmel bir forma kavuşturur. Evrenin merkezi olan Dünya’nın çevresindeki her şey mükemmel dairesel yörüngelerde dönmektedir. Dairesel yörüngelere uymayan hareketler alt dairesel yörüngelerle açıklanır. Gezegenler, Ay, Güneş kusursuz kürelerdir. Bunlar ve diğer her şey Dünya’nın çevresinde dönerken gerektiğinde sanal bir merkezin etrafında da küçük kusursuz daireler çizerler. Sınırları belirli Dünya merkezcil bir kozmoloji ortaya çıkar. Dünya’nın ortada olması Evren’in varlığını insana endeksler. İnsan düşen cisimlerin merkezini gösterdiği evrenin tam ortasındadır, önemlidir.

Yunan uygarlığında Güneş merkezcil görüşe sahip olan doğa filozofları da görülür. Aristarkus bunlardan biridir. Ama söyledikleri gözlemlerle desteklenmez. Dünya’nın hareket etmediği açıktır. Üstelik yıldızlarda paralaks gözlemlenmemektedir. Aristarkus paralaks yoksunluğunu yine o dönemin sağduyusuna aykırı enfes bir öngörüyle karşılar. Yıldızlar uzak çok ama çok uzaktır! Ama Batlamyus sistemi zamanla, akademiye, kiliseye yerleşir. Kilise de insanın evrenin merkezi olduğunu söylemektedir.

1500’lü yıllarda siyasi gelişmeler özellikle Kuzey Avrupa’da kilise baskısının görece azalmasına neden olur. Kopernik, yıldızların Dünya’nın çevresindeki hareketini basitçe Dünya’nın kendi çevresinde dönüşüyle açıklar. Bu görüş Dünya’yı evrenin merkezinden itiverir. En azından her şey Dünya’nın çevresinde dönmek zorunda değildir. Kopernik, Aristakrus’tan bin sekiz yüz yıl sonra Dünya’nın güneş çevresinde döndüğünü de söyler. Ona göre evrenin merkezi Güneş’tir. Ama ideal formlar hala baskındır ve bu dönüş kusursuz dairesel yörüngeler üzerindedir. Kusursuz dairesel yörüngeler varsayımı Batlamyus’ta olduğu gibi astrologların bugün bile kullandığı gezegenlerin ters hareketlerinin gözlemlenmesine neden olur.

babylonian
Babil Evren Tasarımı

Merak, gerçeği bilme isteği enteresan bir yakıttır. Tarih boyunca olmadık şartlarda olmadık işler başartır insana. Tycho Brahe bu insanlardan biridir. Teleskobun icat edilmediği bir dönemde sadece gözleri, birkaç sekstant ve kaba metal açıölçerle yaptığı gözlemleri, ayrıntıcı arşivciliği ile birleşince gökyüzündeki cisimlerin o güne kadar yapılmış en doğru ve zengin kataloğu ortaya çıkar. Bu başarıda Brahe’nin Danimarka’lı bir soylu ve Kral’ın sadık bir hizmetkarı olmasının sekstant ve diğer aletlerini sabitleyeceği şatolarda yaşamasının payı olduğu da doğrudur. Ama sabır ve merak en önemli özelliğidir. Şatolarda, Kuzey Denizi’ndeki adalarda geçirdiği soğuk ve berrak gecelerde yaptığı teleskopsuz gözlemler Kepler’e veri olacaktır. Brahe, sadece gözlemle ve kayıtla yetinmez. İnsan zihni gördüğünü basite indirgemek, sınıflandırmak ister. Brahe,  Kopernik’in öğrencisi olmasına rağmen gönlü Dünya’nın kenara itilmesine razı olmaz. Hibrit sisteminde Dünya’yı yeniden merkeze kaydırırken Güneş’in çevresine Merkür ve Venüs’ü verir. Güneş çevresindeki bu iki gezegen ve dış gezegenlerle beraber Dünya’nın çevresinde döner.

Johannes Kepler bir astronom, astrolog, matematikçi ve teologdur. Kopernik’in Güneş merkezli sistemini geometrik mükemmellikle açıklama işine soyunur. Elbette işin içine eski dostlar Platonik çok yüzlü katı cisimler girecektir. Engin hayal gücü, ilahi mükemmellik arayışı, beş Platonik cismi çevreleyen altı küresel katman gözlemlenebilen gezegenlerin sayısıyla çakışınca bir aydınlanma yaşar. Evren, ortasında Güneş olan iç içe geçmiş beş platonik cismin köşelerine teğet altı küresel katman üzerindeki yörüngelerde dolaşmakta olan altı gezegenden oluşmaktadır. Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter ve Satürn; iç içe geçmiş küp, dört yüzlü, sekiz yüzlü, on iki yüzlü ve yirmi yüzlü şekillerin içine, varsayılan yörüngeleriyle de uyumlu bir şekilde oturuverir. Evren düzgün kesilmiş bir elmasa benzer. Eşsizdir, göz kamaştırıcıdır. Ünlü kitabı  Mysterium Cosmographicum böyle doğar.

mysterium
Kepler Evren Tasarımı (Mysterium Cosmographicum, 1600)

Kepler, Tycho Brahe’nin astronomik gözlemleri ve Mars’ın yörüngesi üzerinde çalışmaya devam eder. Ama olgular inatla teorik mükemmellikle çarpışır ve onu yıpratır. Kepler sonunda dairesel yörünge ısrarından vazgeçer. Elips, bir sürü çelişkiyi çözüvermiştir. Eliptik çözüm diğer gezegenlere de yayılıverir. Olgular ideaları bastırmış daireler yassılarak elipse dönüşmüştür. Kepler’in sonraki eserinin adından Mysterium sessizce kaybolmuş, Astronomia Nova ortaya çıkmıştır.

Tam o dönemlerde ilk teleskoplar geliştirilir. Bir boru içine yerleştirilmiş bir iki mercek ve içbükey aynayla insan gök cisimlerini kendine doğru çekiverir. Bu basit optik ışık toplayıcı borunun ilk hedefleri Ay ve Güneş’tir. Evrenin merkezi kusursuz Güneş’in yüzeyinde karaciğer lekeleri beliriverir. Ay’ın kusursuz beyaz cildi aslında sivilceli ve delik deşiktir.

galileo moon
Galileo’nun Ay Çizimleri, 1610

Teleskoplar, gözlemciler çoğalır. Literatür genişler, sorular, cevaplar yeni sorular treni geçmeye başlar. İnsan gözlerini Güneş sistemi dışına çevirir. Paralaks tekniği iyice geliştirilince 19.yy’da yıldızların uzaklık ölçümleri yapılır. Evren genişlemeye o dönemlerde insan zihninde başlar. Mesafeleri ölçmek için mil, kilometre değil ışık yılları kullanılır. Evrenin ve yıldızların bir sonu olup olmadığı tartışılır. Evren zaman ve mekanda sonsuza dek uzanıyorsa, sonsuz sayıdaki yıldızdan sonsuzdan beri gelmekte olan ışığın evrenin her köşesini neden doldurmadığı, gökyüzünün neden beyaz yerine siyah olduğu sorusu ortaya atılır. Edgar Allan Poe, Eureka‘da cevabı uzay ve yıldızların sayısına sonluluk atayarak verir. Bu, 20 yy kozmolojisine ilham olur. Spektroskopinin geliştirilmesiyle birlikte nebulalarla galaksiler birbirinden ayrışır. Samanyolu evrendeki tek galaksi değildir artık!

20. yy’da Edwin Hubble evrende Samanyolu gibi milyarlarca yıldız içeren on binlerce galaksi olduğunu söyler. Üstelik evrendeki yıldızlar oldukları yerde sonsuzdan beri durmuyordur. Evren büyüktür büyük olmasına da büyümeye devam etmektedir. Evrendeki her nokta bir diğer noktadan uzaklaşmaktadır. Bu göründüğü kadar korkutucu değildir ama. Büyük Patlama’nın doğal sonucudur. Genişleme giderek yavaşlayacak, evrenin öncü yıldızları önlerindeki karanlık okyanusta gün gelecek daha fazla ilerlemeyi reddedecek, bir an duracak sonra geldikleri yolu önce yavaş sonra hızlanarak geri almaya başlayacaktır. Evren, yayıldığı her yerden çocuklarını kütle çekimiyle geri çağıracak, dev ateş küreleri varsa çevresindeki gezegenlerle birlikte başladıkları noktaya geri dönecek, büzülecek, çökecek ve belki yeniden patlayacak; periyodu milyarlarca yıl olan bir sarkaç gibi bu şekilde sonsuza kadar salınacaktır. Kepler’inki kadar olmasa da romantik bir başka çözümdür bu.

Gelgelelim 20. Yüz yıl sonlarında yapılan bir keşif evrendeki genişlemenin sanıldığı gibi yavaşlamadığını aksine hızlandığını gösterir. Bu hareket devam ederse madde yoğunluğu azalacak, yıldızlar, galaksiler arasındaki mesafeler artacak, uzak olan daha da uzak olacaktır. Kavuşma diye bir şey yoktur. Evrenin başlangıcından beri uzayı doldurduğu düşünülen kozmik arka plan ışıması günün birinde ölçülemeyecek kadar zayıflayacak, evrendeki son ışık da böylece sönecektir. Termodinamik ölüm adı verilir buna.

seti
SETI(Search for Extraterrestrial Intelligence) Projesi Radyoteleskop Sinyal Analizi Ekranı

Hikaye elbette burada bitmez. Teoriler, karşı teoriler gelip gidecektir. Bütün sorular cevaplanmamıştır. Çözümler yeni sorular getirmiştir. Dünya evrenin merkezinde değildir belki. Ama evreni ve dolayısıyla yaşamı var eden bir kaç hassas fiziksel sabitin ortasındadır. Bu sabitler nereden gelmiştir o halde? Neden evren maddenin kararlılığına izin veren hassas sabitler üzerinde yapılanmıştır? Bazıları daha kolay sorularla uğraşır. Madem evrenin büyük bölümü biyolojik organizmalara izin vermiyor ama kütleçekimi, elektronun yükü, protonla büyüklük ilişkisi, bazı başka diğer temel fiziksel büyüklükler hayatı mümkün kılıyor, o halde bunun başka bir yerde olmaması için neden var mıdır?

Böylece radyoteleskoplar gökyüzüne çevrilir. Hubble teleskopu hassas merceklerini yakın yıldızlara odaklar. Bugün yaşayan ve beş yüz yıl sonra yaşayacak insanların büyük olasılıkla asla gidemeyecekleri mesafelerde, çevresinde döndüğü yıldıza yakınlığı Dünya-Güneş ilişkisine, büyüklüğü Dünya’ya benzeyen gezegenlerin keşfi, onlarca yıldır radyoteleskop ekranlarını kaplayan akıldan yoksun sinyallere ait çirkin grafiklerin yarattığı inatçı hayal kırıklığını biraz olsun hafifletir. Yıldız ışıklarının birbirlerine ulaşamadıkları soğuk bir evrende, karanlığın ortasında tek başına kalacak olmanın dehşetini biraz olsun unutturur.

Kapak Resmi: Zdzislaw Beksinski (1929-2005)

Hazırlayan: Selim Erdoğan

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

uzayzaman

Uzay mı, Zaman mı: “Uzayzaman” Kavramından Ne Anlamalıyız?

Birisine uzayın ne olduğunu sorduğumuzda bilmemiz gereken şey, esasında bir balığa denizin ne olduğunu sormakla …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin