Dünya’da İnsan Öncesi Gelişmiş Bir Uygarlık Var Olmuş Olabilir mi?

Yok olmuş medeniyetler denince aklımıza ilk gelen deniz dibindeki batık heykeller, toprağa gömülmüş kalıntılar ve höyükler gibi şeylerdir. Birkaç bin yıllık bir zaman diliminden söz edildiğinde sorun yok. Ancak milyonlarca yıl söz konusu olduğunda işler değişiyor. Bir endüstriyel uygarlığın doğrudan kanıtını mı arıyorsunuz? Şehirler, fabrikalar ve yollar gibi şeylerin kalıntılarını bulabileceğiniz jeolojik kayıtlar, Kuaterner olarak adlandırılan dönemin (2,6 milyon yıl öncesi) ötesine geçemez. Dünyada bilinen ve en eski büyük ölçekli katman Negev Çölü’ndedir ve sadece 1,8 milyon yaşındadır. Bundan daha eski yüzeyler çoğunlukla bir uçurumun yüzü veya kaya oyuklarının enine kesitlerinde görülebilir. Kuaterner döneminden daha eski dönemlere ait kayalar çoktan toza dönüşmüş durumdadır.

Zaten Kuaterner döneminden daha eskiye gittiğimizde artık insan uygarlıklarından bahsedemeyiz. 300.000 yıl öncesine kadar gezegende Homo sapiens diye bir tür bulunmuyordu bile. Demek ki bu döneme ait bir kalıntı bulunursa, bunun insanlara ait olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İşte bu fikrin ışığında Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsü’nün yöneticisi Gavin Schimidt, akıllı sürüngenlerle ilgili eski bir Doctor Who bölümünün de verdiği esinle Silüriyen Hipotezi‘ni ortaya atmıştır.

O hâlde sorulacak soru şudur: Bizden çok daha önce nispeten kısa ömürlü bir endüstriyel uygarlık yaşadıysa, bunun varlığına dair kanıt bulunabilir mi? Diyelim ki ilk memeli türlerinden biri, 60 milyon yıl önce Paleosen döneminde kısa süreliğine bir medeniyet geliştirmiş olsun. Elimize ne kadar fosil geçecektir sizce? Canlı yaşamının çok küçük bir bölümü fosilleşir. Fosilleşme hızı zamana ve habitata bağlı olarak çok değişkenlik gösterir. Bu nedenle, yalnızca 100.000 yıl süren bir endüstriyel uygarlığı gözden kaçırmak işten bile değildir. Oysa 100.000 yıl hiç de kısa bir süre sayılmaz, kesin konuşmak gerekirse endüstriyel uygarlığımızın 500 katı uzun bir süredir bu. Milyonlarca yıl içinde kanıtların çoğu ortadan kalkacaktır. Peki, hâlâ ne tür kanıtlar geriye kalabilir? Bu soruyu yanıtlamanın en iyi yolu, insan uygarlığı şu anki gelişme aşamasında çökerse geride hangi kanıtları bırakacağımızı araştırmaktır.

Küreselleşen uygarlığımızın kolektif faaliyeti, bilim insanları tarafından 100 milyon yıl sonra tespit edilebilecek birçok iz bırakmaktadır. Yoğun gübre kullanımı buna bir örnektir. Uygarlığımız 7 milyar insanı besliyor. Bu da gezegenin nitrojen akışını gıda üretimine yönlendirdiğimiz anlamına geliyor. Geleceğin araştırmacıları bunu tortul kayalardaki nitrojen birikiminde görmelidir. Aynı şekilde, elektronik aygıtlarda kullanılan nadir toprak elementlerine olan bitmek bilmeyen açlığımız yüzünden bu maddeler şu an yoğun kullanımdalar. Bu da demek oluyor ki izleri gelecekteki tortul kayaçlarda ortaya çıkabilir. Sentetik steroidleri bile o kadar yoğun üretiyor ve kullanıyoruz ki, bundan 10 milyon yıl sonra jeolojik katmanlarda saptanabilecekler.

Hele iş plastiklere gelince durum çılgınlık boyutuna erişiyor. Araştırmalar kıyılardan derin havzalara, Kuzey Kutbu’ndan okyanus tabanına kadar her yerde plastik “deniz çöpü”nün biriktiğini göstermiştir. Rüzgar, güneş ve dalgalar iri plastik parçalarını öğüterek denizlere yolluyor. Sonunda okyanus tabanına yığılacak mikro plastik parçacıklar jeolojik zaman ölçeklerinde kalıcı bir katman oluşturacaktır. Asıl soru, uygarlığımızın bu izlerinin ne kadar kalıcı olacağı. Ürettiğimiz atıkların sonunda jeolojik katmanlarda görünme olasılığı vardır. İronik bir şekilde, insanlığın gelişmiş bir uygarlık olarak varlığının en bariz işareti, kirli faaliyetlerinin atıkları olacaktır.

Fosil yakıtları yaktığımızda, canlı dokuların ham maddesi olan karbonu atmosfere geri salıyoruz. Bu karbon, o elementin doğal olarak oluşan üç izotoplarından birine ait olacaktır. Ne kadar çok fosil yakıt yakarsak, bu karbon izotoplarının dengesi o kadar değişir. Atmosfer bilimciler bu değişimi Suess Etkisi olarak adlandırıyorlar. Fosil yakıt kullanımına bağlı olarak karbonun izotop oranlarındaki değişimi görmek çok kolaydır. Sıcaklıktaki artış da izotoplar üzerinde iz bırakır. Bu değişimler, açıktaki kaya katmanlarını kimyasal olarak analiz eden gelecekteki bilim insanları için apaçık olacaktır. Antroposen katmanı; nitrojen, mikro plastikler ve hatta sentetik steroidlerin belirgin izlerini içerecektir. Bunlar medeniyetimizin geleceğe bırakmak zorunda olduğu işaretlerdir.

sanayi

Elli altı milyon yıl önce, Dünya Paleosen-Eosen Termal Maksimumu (PETM) denen bir süreçten geçti. PETM sırasında, gezegenin ortalama sıcaklığı bugünkünün 9 derece üzerindeydi. Kutuplarda tipik yaz sıcaklıkları 21 derece civarındaydı. Bu, neredeyse buzsuz bir dünyaydı. PETM’den elde edilen izotop kaydına bakan bilim insanları, gerek karbon gerekse de oksijen izotop oranlarının tam olarak Antroposen kaydında görmeyi beklediğimiz düzeyde arttığını söylüyorlar. Dünya tarihinde PETM gibi, varsayımsal Antroposen izleriyle benzerlik gösteren başka olaylar da var. Bunlar arasında, PETM’den birkaç milyon yıl sonra gerçekleşen ve Kökeni Bilinmeyen Eosen Katmanı olarak adlandırılan bir olay ile Kretase döneminde bin yıldan fazla süre ile okyanusu oksijensiz bırakan devasa bir olay da yer alıyor.

Bu olaylar insan öncesi endüstriyel uygarlıkların izleri olabilir mi? Kesinlikle hayır. PETM’nin büyük miktarda karbon salınımının bir sonucu olduğuna dair kanıtlar mevcutsa da, önemli olan bu değişikliklerin zaman içindeki ölçeğidir. PETM dönemine ait izotop zirvesi birkaç yüz bin yıl sürmektedir. Antroposen’i Dünya tarihi açısından bu kadar şaşırtıcı kılan şey, fosil karbonu atmosfere atma hızıdır. Atmosferdeki CO2 jeolojik dönemler boyunca sürekli değişmiştir. Hatta bugün olduğu kadar yüksek veya daha düşük olduğu dönemler olmuştur. Ancak gezegenin milyarlarca yıllık tarihinde atmosfere hiç bu kadar çok karbon bu kadar kısa süre içinde salınmamıştır. Dolayısıyla jeolojik kayıtlarda gördüğümüz izotop yükselmeleri, Silüriyen hipotezinin öngörüsüyle uyumlu olacak kadar ani olmamıştır.

okyanus

Burada bir paradoks var. Eski bir türün endüstriyel faaliyeti kısa ömürlüyse, bunu görmek kolay olmayabilir. PETM’deki ani artışlar, Dünya’nın tepki verme hızını yansıtır. Bu nedenle, eski tortullarda gerçekten kısa ömürlü bir olayın kanıtını bulmak için özel ve yeni tespit yöntemlerine ihtiyaç duyulur. Başka bir deyişle, açıkça aramıyorsanız göremeyebilirsiniz. İşte bu bulgu, yapılan çalışmaların en somut sonucu olabilir. Medeniyet inşa etmek, gezegenden enerji toplamak anlamına gelir. Bir medeniyet küresel ölçeğe ulaştığında, kendisine hayat veren (hava, su, kaya) gezegen ekolojisi hakkında üzerine düşen sorumluluğu da üstlenmelidir. Bu, özellikle bizimki gibi teknolojik merdiveni tırmanmaya devam eden genç uygarlıklar için geçerlidir. Başka bir deyişle, bedava yemek yoktur. Düşük yoğunluklu olsalar bile, güneş enerjisi gibi gezegene zarar vermeyecek enerji kaynaklarını seçmek ve geliştirmek zorundayız.

Yani uygarlığınız ne kadar sürdürülebilir olursa, gelecek nesillere bırakacağınız sinyal o kadar küçük olur. Kısacası enerji kaynaklarımızı ve endüstrimizi, jeolojik katmanlarda iz bırakmayacak şekilde seçmeliyiz. Temiz olana, doğa üzerinde iz bırakmayana yönelmeliyiz.

Öte yandan bir gezegende uygarlıkların yükseliş ve düşüşlerini tetikleyen bir fosil yakıt döngüsü de var olabilir. Demek istediğimiz şudur: Bir uygarlık fosil yakıtları aşırı kullandığında iklim değişikliğini tetikler ve bu da okyanustaki oksijen seviyesini düşürür. Bu koşullar altında (oksijensiz ortamda) okyanuslarda yeni fosil yakıtların oluşması kolaylaşır. Yani bir uygarlık okyanusları oksijensiz bırakıyor, bu da yeni fosil yakıtların oluşmasını tetikliyor, böylece milyonlarca yıl süren bir çevrim meydana geliyor. Bir uygarlık kendini yok ederken, kendinden milyonlarca yıl sonra ortaya çıkacak bir başka uygarlığın enerji kaynağı olacak yakıtın oluşmasına neden oluyor. Bu hipotetik döngünün gerçekleşme ihtimali bulunmaktadır. Zamanın derinliği içinde kaybolmuş medeniyetleri araştırmak, medeniyetlerin ortaya çıkışı dâhil, biyosferlerin evrimine rehberlik eden evrensel yasaları araştırmak anlamına gelir. Belki kamyonet kullanan Paleosenliler hiç olmadı… ama yine de gezegenlerin potansiyelinin ne kadar zengin olabileceğini ancak şimdi öğreniyoruz.

Kaynak

Yazar: Sinan İpek

Yazar, çizer, düşünür, öğrenir ve öğretmeye çalışır. Temel ilgi alanı Bilimkurgu yazarlığıdır. Bunun dışında Matematik, bilim, teknoloji, Astronomi, Fizik, Suluboya Resim, sanat, Edebiyat gibi konulara ilgisi vardır. Ara sıra sentezlediklerini yazı halinde evrene yollar. ODTÜ Matematik Bölümü mezunudur ve aşağıdaki başarılarıyla gurur duyar:TBD Bilimkurgu Öykü yarışmasında iki kez birincilik, 2. Engelliler Öykü yarışmasında birincilik, Ya Sonra Öykü Yarışması'nda finalist, Mimarlık Öyküleri Yarışması'nda finalist, 44. Antalya Altın Portakal Belgesel Film Yarışmasında finalist. Ithaki yayınları Pangea serisinin 5. üyesi "Beyin Kırıcı" adlı bir romanı var.

İlginizi Çekebilir

farkli dunyalar

Kısa Animasyon Filmi: Farklı Dünyalar

Doğa, denge üzerine kuruludur. Ancak bu denge, insanın doymak bilmez hırsı yüzünden gitgide bozuluyor. Dünya …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin