Güneş Sistemi dışından geldiği kanıtlanan ilk asteroit, saatte 140.000 kilometre hızla sistemimizden geçip giderken, bilim insanları onu incelemek için çabalayıp duruyorlardı. Nasıl bir cisimdi bu? Mars ile Jüpiter arasında yer alan kuşaktaki asteroitlere benziyor muydu? Yoksa büsbütün farklı bir yapıya mı sahipti? Yabancı olan her şey gibi merakımızı cezbeden bu yıldızlar arası yolcu, uzaylı bir tür tarafından tasarlanmış bir teknolojinin ürünü müydü? Kim bilir belki de bir uzay gemisiydi. Ama şimşek hızıyla yanımızdan geçerken onu detaylıca incelemek için yeterli zaman ve imkâna sahip değildik ne yazık ki. (Beyin Kırıcı adlı romanımda okuyucular için bu konuda bir sürpriz yer almaktadır.)
Yine de Breakthrough Initiatives (Atılım Girişimleri) adlı araştırma programı, asteroitten bir miktar veri toplamayı başardı. Hemen söyleyelim, cismin üzerinde yaşam bulunduğuna ya da yüksek bir teknoloji tarafından üretildiğine dair hiçbir kanıt yoktu. Böylece uzaylılar konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradık.
Ancak NASA araştırmacılarından Ellen Stofan, 2050 yılına kadar uzaylı yaşamın kesin kanıtını bulacağımıza inanıyor. Muhtemelen uzayın ya da Güneş Sistemi’nin bir köşesinde, Dünya’nın ilkel hâlini andıran bir gezegen ya da uyduda organik madde içeren çamurlu bir havuz bulacağız. Belki içinde mikroplar da olacak. Hayal gücümüzü biraz daha zorlarsak, bilgelik bahşeden zeki varlıklarla karşılacağımızı bile iddia edebiliriz. Arthur C. Clarke’ın Çocukluğun Sonu (Childhood’s End) adlı romanındaki uzaylılar Dünya’yı suç, savaş ve hastalıktan kurtarır. (Ama sonunun biraz farklı bittiğini de söylemek gerek.) Carl Sagan’ın Mesaj’ında (Contact) uzaylılar insanlığa evren hakkında çığır açıcı yeni bir anlayış sağlar. Geliş’te (Arrival), uzaylıların hediyesi, zamanı yeni bir gözle kavrayıştır. Tüm bu öykülerde insanlar uzaylılarla adalet ve dürüstlüğe dayalı, anlamlı ilişkiler kurarlar.
Ne var ki Liu Cixin’in ödüllü Dünya’nın Geçmişi (Remembrance of Earth’s Past) üçlemesi, NASA’ya şu soruyu sorduruyor: Uzaylılara hangi mesajı gönderelim? Beatles’ın Across the Universe şarkısına ne dersiniz? Peki ya Güneş Sistemi’nin ötesine varlığımızı belli eden sinyaller göndermek aptallıktan başka bir şey değilse?
(Uyarı: Bu yazının devamı, Dünya’nın Geçmişi üçlemesine dair sürprizbozan içerir.)
Liu’nun kurgusu, Fermi Paradoksuna ürkütücü bir bakış sunuyor: Uzaylılarla temas kurmak iyi bir fikir mi gerçekten? Kitapta, Sessiz Bahar’ı okuyup umutsuzluğa düşen Çinli gökbilimci Ye Wenjie, uzaya kozmik bir SOS sinyali gönderir. (Not: Sessiz Bahar ünlü bir çevreci kitaptır.) Mesaja birisi yanıt verir. Yaşayacak yeni bir gezegen arayan bir türün temsilcisidir bu. “Teklifinizi dikkate alacağız ama bu sizin için iyi olmayacak,” diye uyarır uzaylı. Wenjie, “Şu anki hâlinden kötü olamaz,” diye yanıtlar onu. İşte her şey böyle başlar… Trisolarlılar Dünya’ya doğru 400 yıllık bir yolculuğa çıkar. Bu arada insanlık ne yapacak, bu işgal tehdidine nasıl karşılık verecektir? Trisolar teknolojisi büyük ihtimalle bizimkinden üstün olacaktır. Ancak nasıl ve hangi alanlarda? Bu bilinmeyen uzaylı teknolojiyle nasıl savaşabiliriz? Ondan gizlenebilir ya da kaçabilir miyiz?
Çözüm, Liu’nun “Karanlık Orman Teorisi” dediği üç kabule dayanıyor. İlki basittir: “Her medeniyet hayatta kalmak için ne gerekiyorsa yapar.” İkinci kabul: “Uygarlıklar nüfusça büyümeye ve yıldızlar arasında yayılmaya çalışır. Bu durum aralarındaki rekabeti kışkırtır.” Üçüncü kabul: “Evren sınırsız genişleme fırsatları sunmaz. Sonsuz büyüklüktedir ama kaynakları sınırlıdır.” Kısaca, medeniyetler sonu gelmez bir rekabet içinde olmak zorundadır.
Liu, evrenin karanlık bir orman olduğunu öne sürüyor. Sakinler, ormanı yiyecek, hammadde gibi yararlı şeyler ve bilgi bulma umuduyla araştırırken çok sessiz ve dikkatli olmak zorundadırlar. Çünkü başkalarının da aynı kaynakların peşinde olduğunu bilirler. Karanlıkta kimin veya neyin gizlendiğinden asla emin olamazlar. “Ava giden avlanır” sözü boşuna söylenmemiştir. Ormanda karşılaşabilecekleri herkes düşmandır, bu yüzden karşılaştıkları herkese ve her şeye saldırmaları gerekir. Kimse kimseyle ittifak yapmaz. Karanlık ormanda ne güven ne de işbirliği arzusu vardır, çünkü herhangi bir anda avcı mı yoksa av mı olduğunu hiç kimse bilemez… Herkes her ikisidir.
Karanlık ormanda hayatta kalmak teknolojik ustalık, hile ve saldırganlık gerektirir. Orada gürültü yapmak ölüme davettir. Birinin sizi duyma olasılığı düşük olsa da riske giremezsiniz. Biri veya bir şey sizi duyarsa yerinizi de bulabilir. Düşmanın ne kadar güçlü, akıllı ya da kötü niyetli olduğunu bilemezsiniz. Başka bir türün size göre daha gelişmiş olduğunu kabul ederek önlemlerinizi almanız gerekir. Ama en iyi strateji gizlenmektir. Eğer varlığınız açığa çıkarsa o zaman silahınızı ateşleyin, meşaleleri yakın, olabildiğince bağırın. Böylece belki sizi dinleyenleri korkutabilir ve bir süre daha hayatta kalabilirsiniz.
Liu’nun teorisi ürkütücü ama gerçeğe yakındır. Büyük Patlama yaklaşık 13,7 milyar yıl önce meydana geldi. Dünya 4,5 milyar yıl önce oluştu. Dünya yüzeyinde temel yaşam biçimleri 3,5 ila 3,9 milyar yıl önce gelişti. O hâlde bizden önce diğer dünyalarda hayatın gelişmesi için yaklaşık dokuz milyar yıllık bir zaman vardı. Bütün bu zaman boyunca biz yoktuk. 2003 yılında, Hubble Teleskobu 13 milyar yıllık bir gezegen belirledi. Bunun gibi daha kaç gezegen olduğunu bilmiyoruz. Peki ya bunlardan kaçı akıllı yaşam barındırıyor?
Dünya, kozmik olarak genç sayılabilir. Evrenin başka yerlerinde hem zeki, hem de bizimkinden çok daha yaşlı ve teknolojik olarak bizden ileri seviyede varlıklar bulunabilir. Işık hızında yolculuk edebilen bir uygarlığa roketlerimiz bakkalda satılan kız kaçıranlar gibi görünecektir.
Bizden iki kat yaşlı bir türün ne gibi teknolojik sıçramalar yaptığını hayal edemezsiniz. Belki de böyle bir uygarlık biyolojik yaşamı terk edip, dijital varoluşa geçmiştir. Daha başka anlayamadığımız, farkına varamadığımız ne gibi yenilik ve ilerlemelere imza atmış olabilirler? Bunları düşündükçe, karanlık orman daha da ürkütücü hâle geliyor. Hayal gücümüzün ötesinde gelişmiş teknolojiye sahip bir uzaylı türle yüzleşmekten ne kadar ciddi biçimde kaçınmak gerektiğini bir düşünün: Gizli silahlar geliştirmeli, etrafımıza yanıltıcı işaretler bırakmalı, gizli karakollar inşa etmeliyiz. Bunun için de çok çaba sarf etmemiz gerekecektir.
Karanlık ormanda gizlenmiş uygarlıklar düşüncesi, Fermi Paradoksuna olası bir çözüm sunar. Mademki uzayda birçok yaşam formu var, neden onların varlığına dair hiç kanıt bulamıyoruz? Fermi Paradoksu, işte bu sorunun ifadesidir. Enrico Fermi, paradoksun uzaydaki tek akıllı yaşamın bizler olduğunu kanıtladığını söylemişti. (Onları bulamıyoruz, çünkü yoklar.) Karanlık Orman Teorisi ise tersine, uzaylıların gizlendikleri olasılığını gündeme getiriyor. Gizleniyorlar çünkü ya bizden korkuyorlar ya da bizi avlamak istiyorlar. Üzerimize doğru gelen bir uzaylı filosunu tespit edersek ne yapabiliriz? Liu’ya göre fazla seçeneğimiz yok. Trisolarlıların ana gezegeni Dünya’dan 400 ışık yılı uzaklıkta ve bu mesafeyi kat edecek araçlar elimizde yok. Ayrıca gezegenleri silahlarımızın eriminin dışında kalıyor. Peki, karanlık ormandaki bir varlık, daha güçlü bir avcının takibi altında olduğunu anlarsa ne yapar?
Liu’nun kitabına göre en iyi seçenek gürültü yapmaktır. Dünya’nın yerini belli ettiği için riskli bir harekettir bu, yine de başka bir uygarlığın yerini ortaya çıkarma ihtimali vardır. Böylelikle karanlık ormandaki avcıların kime saldıracaklarını seçmesi gerekecektir. Üstelik saldırdıkları an kendi koordinatlarını da belli etmiş olacaklardır. Bu riske değecek midir?
Stephen Hawking, uzaylı sinyallerine yanıt vermememiz konusunda bizi uyarmıştı. İnsanlık ile dünya dışı bir tür arasındaki buluşma, Kolomb ile karşılaşan yerlilerin kaderine benzeyebilir. Ancak astronom ve eski SETI araştırma direktörü Seth Shostak aynı fikirde değil. Shostak, uzaylıların niyetlerini bilemeyeceğimizi söylüyor. Darwinci bir sistemde saldırganlığın iyi bir strateji olabileceğine itiraz etmiyor; ancak gizlenmek için geç kaldığımızı hatırlatıyor. Radyo ve televizyon yayınlarımız ile radar sinyallerimiz uzayda epeyce yol kat etmiş durumda. Zarar verme potansiyeli olan herhangi bir gelişmiş tür, sinyallerimizi çoktan tespit etmiş olmalı.
Shostak’a göre üyesi olduğumuz galaktik karanlık orman milyarlarca yıldır var. Ama bizler zayıflığımızı ve kırılganlığımızı yeni fark ediyoruz. Üstelik bunu fark etmiş olmamız, onların bizi avlaması ihtimalini azaltmıyor. “Evet, her şey mümkün. Ancak bu, her şeyin makul olduğu anlamına gelmez,” diyor Shostak. “Elbette, Marslılar yakın gelecekte Dünya’ya bir saldırı düzenleyebilir. Ama bu durumu uykumu kaçıracak kadar ciddiye alamam.” Zeki bir dünya dışı türle temas olasılığı, birçok kişiyi heyecanlandırıyor. Bir yandan da olağanüstü yeteneklere sahip sayısız kadim türün yaşadığı karanlık orman düşüncesi ödümüzü patlatıyor. Korkmamız da normal, çünkü bu ormanın içinde henüz doğmuş bir bebek kadar genç sayılırız.
Kaynak: The Smart Set, Joelle Renstrom