Çağlara Dair

Tarih çağları sistemi Batı Uygarlığının gelişimini dinsel bir bakış açısından yansıttığı için artık eskimiş kabul edilmektedir.

Örneğin “Orta Çağ”da Avrupa dışındaki ülkeler hiç de karanlık çağlarda değildi. Hatta İslam coğrafyası altın çağını yaşıyordu.

Bunun dışında bu sistem ne Çin, ne Hint, ne Maya, ne Aztek ne de Afrika uygarlıklarının durumunu yansıtır. Bu nedenle evrensel bir sistem sayılmaz. Alman teologu ve tarihçisi Christoph Cellarius‘un (1634-1707) son şeklini verdiği bu sistem, artık bilimselliğini yitirmiştir. Yerini “Tarihsel Periyotlar” denen daha modern bir sistem almıştır. Bunu sonra yazarız.

Şimdilik tarihsel çağları eleştirel bir açıdan yeniden ele alalım.

İlk Çağ

Yazının bulunuşundan Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışına kadar geçen dönemdir. Bu çağda uygarlıkların, bilim, sanat ve felsefenin temeli atılmış; Mısır, Babil, Sümer, Eski Yunan uygarlıkları gelişmiş, Roma ve Makedon İmparatorlukları yükselmiştir. Bu çağda bronz ve demir işlenmeye başlanmış, ticaret çok gelişmiş, büyük mimari yapıtlar ortaya konmuştur.

Yine bu çağın bir özelliği, insanlığın çocukça düşünme alışkanlığından kurtulup, akıl yürütmeyi keşfetmesidir. Bu yeni düşünce tarzı kendini özellikle felsefe, matematik ve astronomide gösterir. Bu çağda yetişen büyük filozof, matematikçi ve astronomlar İskenderiye kütüphanesinin yıkılışına kadar önemli çalışmalara imza atılmışlardır.

Bu çağda Dünya’nın merkezi Akdeniz’dir. Paganizm (putperestlik) egemen dindir. (Yahudilerin dini bile pagan özellikler taşıyordu. Yapılan araştırmalar, İsraillerin başlangıçta tek tanrıcı olmadığını göstermiştir. Tek tanrıcılık yavaş yavaş evrimleşmiştir. Bkz. B. Russell, Batı Felsefesi Tarihi.) Tapılan tanrılar farklı olsa da paganizm aşağı yukarı her yerde benzer özellikler taşıyordu. Çok tanrıya inanılıyor, tanrılar arasında bir tür panteon, yani hakimiyet, güç ve denge sistemi bulunuyordu.

Tek tanrıcı dinler de temelini paganist dinlerden aldılar. Zamanın paganlarının sünnet, örtünme gibi bir çok adeti ve tapınak törenleri sonradan tek tanrıcı dinlerin bünyesinde yaşamaya devam etmiştir. Söz gelişi namaz ile bir güneş kültü ritüeli olan Zerdüşt tapıncı arasında; benzer şekilde, Kabe’yi tavaf geleneği ile Kibele (Ana tanrıça) kültünün tapınak tavafı arasında büyük benzerlikler vardır.

Bu çağın sonunda çok tanrıcı dinlerin yüzeyselliği anlaşıldı. Bu durum peygamberleri dinde reform yapmaya zorladı. Pagan inançlarına nefretle saldırıldı ve somut tanrıların yerini soyut tanrılar aldı. Nihayetinde, paganizm, yok olmuş değildir, tek tanrıcı dinlerin ritüelleri içinde şekil değiştirmiş olarak yaşamaya devam eder. Örneğin bugün Hıristiyanlıkta kutlanan bir çok yortu ve bayramın kökeni pagan adetlerine ve dinlerine dayanır.

İlk Çağla ilgili şu da not edilmelidir ki bu çağı sonlandıran olay olarak MS 476’da Batı Roma devletinin kuzeyli barbarlar tarafından yıkılması gösterilir. Anlaşılan batılı tarihçiler suçu kuzeyli barbarların üstüne atmayı daha uygun gördükleri için bu olayı seçmişler… Gerçekte İlk Çağ bilim ve uygarlığının sona erişini daha iyi temsil eden İskenderiye kütüphanesinin Hristiyanlar tarafından yıkılışı daha doğru bir seçim olurdu,

Orta Çağ

Yine batılı tarihçilere göre Orta Çağ, bir Türk boyu olan Hunlar yüzünden başlamıştır. 3. yüzyıldan itibaren güneye akın eden Hunlar diğer kavimleri önlerinde sürerek Roma’nın yıkılışına neden oldular. Peki ama bu çöküşte yeni yayılan Hristiyan yobazlığının ya da Romalı yöneticilerin delilik boyutları varan yozlaşmasının payı yok muydu?

Ayrıca Orta Çağ, sanılanın aksine bir yozluk ve karanlıklar çağı değildir. Yaklaşık bin yıl süreyle insanlığın duraklaması ve gerilemesi zaten düşünülemez. Bu dönemde Avrupa zayıflama sürecine girmiştir ama diğer uygarlıklar için böyle bir durum söz konusu değildi.

Orta Çağda tek tanrıcı dinler egemendi. (Hristiyanlık ve Müslümanlık.) Hristiyanlık Roma’yı fethetmişti. O güne kadar daima kovuşturmaya uğrayan ve eziyet gören Hristiyanlar, İmparator Konstantin’in kabul etmesiyle imparatorluğun resmi dini oldu. Büyük bir kilise kuruldu (Roma kilisesi) ve yüzlerce yıl boyunca tek dinsel düşünüş biçimi dinsel egemenlik altında gelişme ve yayılma fırsatı buldu.

Orta Doğu coğrafyasında ise paganizme bir alternatif aranıyordu. Ancak, peygamber Muhammed Hristiyanlığın eksik yönlerinin farkındaydı ve bu nedenle yeni bir din kurdu. Hristiyanların yanlışlarına düşmek istemedi. Hristiyanlıkta tek tanrıcılık, üçleme [teslis] denen bir anlayışla İsa’yı tanrılaştırmış ve dini paganlaştırmıştı. Ayrıca kilise kurumlaşmış, hiyerarşik ve katı bir düzen içinde örgütlenmişti. Bunda Roma İmparatorluğunun devlet yapısı içinde yer edinmesinin de etkisi vardı. Papazlar dilediklerini dinden çıkarıyor, günahları bağışlıyor, para karşılığında cennetten yer satıyorlardı. Dinde özgürlük yoktu. İnsanlar papaz olmadan evlenemiyor, dine giremiyor (vaftiz), hatta ölemiyorlardı bile. Kilisenin gömmediği cesetler, cehennemlik kabul ediliyordu. Bütün bunlar Muhammed’in gözünden kaçmamıştı. Kabilesine din olarak Hristiyanlığı seçmedi; vicdan özgürlüğüne dayalı bir din kurmak istedi. Bu dinin temel özelliği, tanrı ile kulu arasına bir ruhban sınıfının girmemesiyi. Getirdiği dinin kurumsallaşmasını önlemek adına, ölmeden önce kendi yerine bir halife göstermeyerek serbest seçime gidilmesini istedi. Bu konularda aslında yazacak, söylenecek daha çok söz varsa da şimdilik bu kadarı yeter.

Orta Çağların temel özelliği tek tanrıcı dinlerin egemenliğidir demiştik. Tek tanrıcı dinler gerek kılıç gücüyle, gerek fetihlerle, gerekse ikna yoluyla yayılmışlardır. Keşişler tarafından birçok bilimsel ve teknik buluş yapılmıştır. Bin yıl boyunca feodallerin yönetiminde kalan Avrupa, doğudaki güçlü devletler yüzünden (Osmanlı) köşeye kısılmış gibiydi. Denizlere açılamamasının da etkisiyle oldukça zayıf bir duruma düşmüştü. Sonunda dönüp dolaşıp, içine düştüğü bu durumdan dinsel fanatizmi sorumlu tutmuş ve nihayet dinde reforma gitmiştir.

Sonunda kilise bölündü. Kuzey Avrupalı krallar papanın gücüne baş kaldırdılar. Vatikan’dan bağımsız olmak için, radikal, yenilikçi din adamlarını desteklediler. Bunun sonucunda Protestanlarla Katolikler arasında büyük savaşlar çıktı. Bu savaşların sonunda kilisenin gücü zayıflamış, egemenlik, güç ve iktidar özellikle Atlantik’e kıyısı olan ülkelerde (İngiltere, Hollanda ve sonradan Almanya) kralların eline geçmiştir. Bu gelişmelerle birlikte bir tür serbestlik ortamı doğmuş, düşünce alanında atılımlar başlamıştır. Denizcilekteki gelişmeler (pusula, enlem boylam hesabı, mekanik saat, haritacılık vs.) sayesinde Atlantik’e kıyısı olan ülkeler (sırasıyla İspanya, Portekiz, İngiltere ve Hollanda) açık denizlere ve okyanuslara açılmaya cesaret etmişler, bunun sonucunda da büyük sömürge imparatorlukları kurmuşlardır.

Bu arada Doğudaki zenginliklere göz dikilmiştir. 12. yüzyıldan itibaren Moğollarla anlaşan Hristiyanlar, doğuya büyük Haçlı Seferleri düzenlemişlerdir. Papa ile Cengiz Han’ın anlaştığını biliyoruz. (Birbirlerine yazdıkları mektuplar eldedir.) İslam dünyası doğudan ve batıdan saldırıya uğrayarak felç oldu. Esasında Türk devletleri Haçlıları büyük oranda durdurmuş da olsa, Moğolların baskısına direnemediler. Moğolların Bağdat’ı işgal etmeleri, Bağdat kütüphanesinin yağmalanması İslam dünyasındaki bilimsel hareketleri sona erdirdi. Böylece İslam için bir tür karanlık çağ başlamış oldu. (Halen de devam etmektedir.)

Kısaca bir yandan yeni bilimsel ve coğrafi gelişmelerle güçlenen batıya karşılık, doğu yakılıp yıkılmıştır. Endülüs Devleti’nin de yıkılmasıyla büyük İslam ilerleyişi durmuştur. Osmanlı İmparatorluğu ancak 1700’lü yıllara karşı batıya karşı bir güç odağı olmayı başarsa da sonunda o da bilimsel gelişmelere ayak uyduramadığı için etkisini kaybetmiştir.

Yeni Çağ (Rönesans)

Kilisenin çökmesiyle ortaya çıkan manevi boşluğu Humanizm doldurmuştur. Bu nedenle Yeni Çağ, tek tanrılı dinlerin ortadan kalkmasa bile zayıfladığı, artık dünyevi işlerden elini eteğini çektiği bir çağdır. Dünyevi işler bilimlerin, sanatların ve pratik teknotratların eline kalmıştır. Bunlar da mümkün olduğunca akla dayalı bir sistem kurmaya çalışmışlardır.

Yakın Çağ

Yakın Çağ, yani günümüz, tektanrılı dinlerin artık büsbütün gerilemesi, dinin çökmesi ile karakterize olur. Artık din olabildiğince bireyselleşmiş, sadece öte dünyanın kurtuluşu için, ya da bireyin manen rahatlaması açısından sığındığı pek de rasyonel olmayan, ama üzerinde de çok kafa yorulmayan bir mefhuma dönüşmüştür. İnsanlar dinlerini gizler, kamusal alanda ortaya koymaz. Yargı verilirken dine baş vurulmaz. Onun yerini kamusal alanda bilimler almıştır: sosyoloji, psikoloji, hukuk, tıp vs.

Her ne kadar Yakın Çağ’da dinler ortadan kalkmamışsa da Ateizm, belirgindir. İnsanlar bir dine inanmadan da ahlaklı ve erdemli olunabileceğine inanmışlardır. Bunun insan doğasında doğuştan bütünleşik olduğu kabul edilir. Suçlular, istatistik sapmalar, ya da kusurlardır. Hedonizm ön plana çıkmıştır. Bu arada dünyanın küreselleştiği, tek örnek bir yapıya doğru evrimleştiği, iletişimin her şeyden daha önemli hale geldiği, dünyanın küçüldüğü bir çağdır bu.

Yine de en sorunlu çağ budur. Çünkü insan nüfusu inanılmaz derecede artmış, doğa katliamı başlamıştır. Artık dünya insanın faaliyetlerinden etkilenmekte, insanın yarattığı tahribat ve kirliliği tolere edememekte, dengesini koruyamamaktadır.

Öte yandan, bütün bir bilgi ve iletişim patlamasına rağmen, insanlar yalnızlaşmakta, güçsüzleşmekte, aptallaşmaktadır. Sadece bununla da kalmaz, insan emeğinin sömürüsü çeşitli aşamalardan geçerek (kölelik, serflik, işçilik vs.) daha da gelişme imkanı bulmasına rağmen, yoksulların durumunda pek de büyük bir iyileşme görülmez. Zengin fakir arasındaki uçurum geri kalmış ülkelerde giderek derinleşir. Batılı ülkeler, diğerlerine göre gelişmiş olmalarına rağmen, onlarda da halkın durumu kötüleşmektedir. Emekçiler yoksullaşmaya devam ederler. Yaşanan onca gelişmeye rağmen Yakın Çağ’da insanın insanla ve insanın doğayla çelişkisi çözümlenememiş, aksine giderek yıkıcı bir hale gelmiştir.

Bu çağın insanı olan bizler, eski çağlara oranla, çok daha derin çelişkiler içinde yaşamaya alışmakta ve onca kalabalığa ve ileri teknolojiye karşın, gittikçe yalnızlık batağına daha çok gömülmekteyiz.

Kaynaklar:

  1. Tarihin Çağlara Ayrılmasında “Üç”lü Sistem ve “Avrupa Merkezci” Tarih Kurgusu;
    Necmettin ALKAN
  2. Batı Felsefesi Tarihi; Bertrand RUSSELL
  3. Haçlılar, Moğollar ve Ortadoğu’da Haçlı – Moğol Münasebetleri; Özgür TÜRKER ve S. Serkan ÜKTEN
  4. History By Period; Wikipedia

Yazar: Sinan İpek

Yazar, çizer, düşünür, öğrenir ve öğretmeye çalışır. Temel ilgi alanı Bilimkurgu yazarlığıdır. Bunun dışında Matematik, bilim, teknoloji, Astronomi, Fizik, Suluboya Resim, sanat, Edebiyat gibi konulara ilgisi vardır. Ara sıra sentezlediklerini yazı halinde evrene yollar. ODTÜ Matematik Bölümü mezunudur ve aşağıdaki başarılarıyla gurur duyar:TBD Bilimkurgu Öykü yarışmasında iki kez birincilik, 2. Engelliler Öykü yarışmasında birincilik, Ya Sonra Öykü Yarışması'nda finalist, Mimarlık Öyküleri Yarışması'nda finalist, 44. Antalya Altın Portakal Belgesel Film Yarışmasında finalist. Ithaki yayınları Pangea serisinin 5. üyesi "Beyin Kırıcı" adlı bir romanı var.

İlginizi Çekebilir

Skolastik Çağda Bilim ve Bilimkurgu

“Tarihi kazananlar yazar.” Napoleon Bonaparde’a atfedilen bu söz gerçekten de çok doğrudur. Çünkü galip taraf, …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin