Takvimler 21 Ekim 2015’i gösterirken, Back to the Future‘da Marty McFly’in zamanda yolculuk yaptığı 2015 senesi ile günümüz dünyasını karşılaştırma fırsatı bulduk. 1980’lerin ünlü bilimkurgu serisinin ikinci filmi, birkaç şeyi yanlış öngörmüş olsa da doğru tahmin ettiği teknolojiler de bulunuyor. Gerçi teknolojinin filmden esinleme olasılığı da yüksek. Bu ise daha çok bilimkurgu ve bilim arasındaki ilişkiye işaret ediyor. Günümüz teknolojisinin büyük bir kısmı, ister bilinçli ister bilinç dışı bir şekilde olsun, bir bilimkurgu eserinde öngörülmüştür. Bunlar kitaplar, filmler veya televizyon programları olabilir. Bilimkurgu, geleceği şaşırtıcı bir şekilde çoğu zaman doğru tahmin eder. O halde bilimkurgu, gelecekteki savaşlara hazırlanmak için de kullanılabilir, değil mi?
ABD ordusunun Laboratuvar ve Gelecek Çalışmaları Kurulu’ndaki yetkililer de bunu anlamış olsa gerek ki, geçen yıl bir bilimkurgu yarışması düzenlediler. Yarışmanın amacı, yaratıcılığı teşvik etmenin yanında askerlerin tehditlere başka yönlerden bakmalarını sağlamaktı. 84 kişiden geriye kalan 18 finalist, Atlantik Konseyi’nin de destekleriyle bir atölyeye alındılar. Adaylar atölyede, aralarında World War Z‘nin senaristi Max Brooks’un da bulunduğu profesyonel bilimkurgu yazarları ile eşleştiler.
Aylar süren çalışmalardan sonra ortaya üç hikaye çıktı. Bu hikayeler, “Science Ficton Futures: Marine Corps Security Environment Forecast 2030-2045” adı altında bir bilimkurgu seçkisinde çevrimiçi olarak yayımlandı. Eser gerçekten ilgi çekici konular barındırıyor. Bu senaryolarda, günümüz askeri teknolojileri (mekanik dış iskelet, elektromanyetik atış silahları ve savaş robotları gibi) jeopolitik karışıklıklarla birleştiriliyor, böylece gelecekte tohum verecek olası sorunların öngörülebilmesi isteniliyor.
Hikayelerden ilki olan Water’s a Fightin’ Word, küresel çapta doğal su kıtlığının baş gösterdiği sıralarda Afrika’da geçiyor. Diğer hikaye Double Ten Day, çok şiddetli bir deprem sonrasında Çin ve Tayvan güçleri arasında çıkan bir iç savaşı konu ediniyor. Üçüncü hikaye olan The Montgomery Crisis ise, genetik modifikasyonla üretilen bir silahın ABD’de büyük yıkıma sebep olmasını anlatıyor. Askerlerin bu tarz öngörüleri deneyimlemesi, en azından akıllarının bir köşesinde yer etmesi açısından yararlarına olacaktır; bunlar yazılı senaryolar bile olsa. Kuşkusuz bu, askeri taktikleri çalışmak için de oldukça modern bir yöntem.
Laboratuvar ve Gelecek Çalışmaları Kurulu üyesi Tuğgeneral Julian Dale Alford, WIRED’a yaptığı bir açıklamada şunları söylüyor: “Tarih çalışmalarına ağırlık versek de, artık bilimkurgu çalışmaları yapmaktan daha fazla söz etmeye başladığımızı da belirtmem gerek. Her çeşit gelecek teknolojisini deneyip kullanmaya çalışıyoruz. Yeni bilgiler ışığında birliklerimizi yeniden düzenliyoruz. Yıl boyunca birçok deney ve testler yapıyoruz.”
Bilimkurgu sayesinde ordunun yüksek rütbeli subayları, strateji uzmanları ve üniformalı personeli olağan planlama döngüleri ile sınırlı değil artık. ABD istihbarat kurumlarının detaylı 10 yıllık öngörüleri ile birlikte, bahsettiğimiz bilimkurgu senaryoları gerçek yaşamın savaş oyununa dönüşüyor. Askeri danışman Eric Simpson şöyle diyor: “İstihbarattakilerin çoğu geleceği hesaba katmıyor. Alınan istihbaratın çoğu bilindik tehditlerden türüyor. Bilindik tehditler, yeni bulgulara karşı. Kurgu, yeni bulgulardan ortaya çıkacak sorunlar hakkında düşünmemizi sağlayacak güzel bir alan…”
Bilimkurguyu yaratıcı bir planlama aracı olarak kullanan ilk ordu ABD’nin değil elbette. Lowe’s, Hershey, Del Monte gibi kurumlar çoktan bünyelerine bilimkurgu danışmanları katmaya başladılar. Hatta bu çalışmalar, çeşitli iklim senaryolarına hazırlıklı olmak için kullanılıyor. Kendimizi bilimsel veya teknolojik olarak şu an için mümkün olan şeylerin ötesinde düşünmeye zorlarsak, gelecekte sürprizlere karşı daha hazırlıklı olabiliriz. Belki de Back to the Future ayakkabıları gibi, geleceği en sıra dışı tahminlerimize göre kendimiz şekillendirebiliriz…
Hazırlayan: Burak Avcı | Kaynak: Futurism