Altı Ölümcül Virüs

Virüs olarak adlandırılan mikroorganizmalar, cansızlıkla canlılık arasındaki sınır çizgisinde varlıklarını sürdüren ilginç yapılar. Kendi başlarınayken uygun koşullar altında bir canlılık emaresi göstermeden yüzyıllar boyunca adeta “uykuya yatabiliyorlar.” Enfekte edebilecekleri bir canlı yapıyla (bakteriler, mantarlar, bitkiler veya hayvanlar gibi) karşılaşmaları durumunda ise, o canlı yapının hücrelerini işgal ederek hücrelerdeki DNA’lara kendilerini kopyalatmaya başlıyorlar. (1) Bu esnada virüsün bulaştığı canlı yapının sağlığı etkileniyor ve hatta bağışıklığını sağlayan savunma sistemleri yeterince güçlü değilse veya öncesinde aşı yoluyla bağışıklık kazanmamışsa o canlı en sonunda ölebiliyor bile. Tarih öncesinde ve tarih boyunca yüz milyonlarca kişinin hayatını virüslerin neden olduğu hastalıklar yüzünden kaybetmesi, virüsleri adeta doğanın kitle imha silahları yapıyor diyebilirim. Hatta dinozorların 65 milyon yıl önce soylarının niçin tükendiğine dair son teorilerde, Dünya’ya bir gök taşının çarpması veya dev volkanik aktiviteler gibi olası sebeplere ek olarak, memelileri ve sonradan kuşlara evrimleşecek uçan dinozorları etkilemeyen ama diğer karasal ve suda yaşayan dinozorları yok eden bir virüs salgını da olasılıklar arasında düşünülüyor. (2)

Virüslerin bu ölümcül özelliklerinin, onları bilimkurgudaki dünyanın sonu ve kıyamet senaryoları için de oldukça kullanışlı bir aday haline getirdiğini hatırlayalım. (3) Medyada dönem dönem gündeme gelen ölümcül virüs salgınları, halen aşısı veya kesin tedavisi bulunamadığı için Azrail’in mikro ajanları gibi gezegenimizde dolaşan virüslerin varlığı, bu senaryoları hiç de hafife almamamız gerektiğini söylüyor. Şüphesiz bu konudaki en çarpıcı bilimkurgu filmlerinden birisi ise Bruce Willis ve Brad Pitt’in oynadığı 1995 yapımı 12 Maymun. Filmde, bütün dünyaya yayılan ve geçirdiği mutasyonlar nedeniyle tedavi edilemeyen ölümcül bir virüsün orijinal örneğini elde edebilmek adına geçmişe zaman yolculuğu yapılmaktaydı.

Bu yazımda sizlere, şu an dünya üzerinde varlıklarını sürdüren ve bir sonraki kurbanını sinsice bekleyen altı ölümcül virüsü –bilimkurgu dâhil olmak üzere kültür ürünlerinde kendisine yapılan göndermelerin fazlalığı nedeniyle büyük ağırlığı HIV’e vererek- tanıtacağım. Sun Tzu’nun Savaş Sanatı kitabında dediği gibi, düşmanlarımızı tanıyalım.

HIV

Human Immunodeficiency Virus” – “İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü” anlamında kısaca HIV olarak adlandırılan bu virüs, yaygınlığı ve bulaşma yolları arasında cinsel ilişkinin olması itibariyle ölümcül virüsler arasında dünyada en çok bilineni. Kan ve sperm gibi vücut sıvıları yoluyla bulaşan HIV (4), insandaki savunma hücrelerini hedef alan çok sinsi bir virüs. Sürekli yapısını değiştirmesi nedeniyle aşısı henüz yapılamıyor, mevcut antiviral ilaçlar da onu yüzde yüz yok edip vücuttan silemiyor. Tıpkı bir Truva atı gibi, kaleyi kendisi yok etmese de bağışıklık duvarının adeta tuğlaları olan özel savunma hücrelerini zamanla yok ederek normalde kolaylıkla başa çıkılabilecek fırsatçı enfeksiyonların ve son aşamasında en basit bir nezlenin bile kişiyi öldürmesine yol açıyor. Çünkü aslında bedenimiz her an çeşitli bakterilerin ve virüslerin saldırısı altında, ama savunma sistemimiz sayesinde yaşamaya devam edebiliyoruz. HIV ise insandaki bu koruma kalkanını yok ederek onu her türlü hastalığa karşı korumasız hale getiriyor.

HIV virüsünün ilk kez, toplumda “marjinal” olarak kabul edilen eşcinseller ve uyuşturucu bağımlıları arasında tespit edilmesi, bu virüsün diğer ölümcül virüslerden farklı şekilde ayrıca politik yansımaları olmasına da yol açıyor. Kısacası, HIV sadece bir virüs değil, ona karşı alınan tavrı kişinin ideolojisi ve inançları şekillendiriyor. Hatta kimilerine göre, tıpkı eski Babil gibi “ahlaksızlık bataklığına saplanan” insanlığa karşı Tanrının bir laneti. Ama bu hikâyeyi ilk kez duymuyoruz. Daha çok “Fotoğraf Üzerine” adlı meşhur kitabıyla tanınan Susan Sontag, bir başka önemli yapıtı “Metafor Olarak Hastalık: AIDS ve Metaforları”nda, tarih boyunca her dönemde toplumların bir hastalığı ve o hastalığı taşıyanları etiketlediğini ve o hastalığı insanların günahları nedeniyle Tanrının gönderdiğine inandığını söylüyor. (6) Sontag, geçmiş yüzyıllarda veba, frengi, çağdaş dönemlerde ise kanser ve son olarak AIDS’i bu hastalıklara örnek olarak veriyor.

Liquid Sky

Eğer bir anlatıda seks ve ölüm varsa, o anlatının ilgi çekiciliğinin arttığı malum. İşte HIV virüsü ve onu baskılayan –ama tam olarak yok etmeyen- ilaçlar kullanılmadığında yol açtığı AIDS hastalığına edebiyatta ve sinemada sıklıkla gönderme yapılmasının sebebi de bu. Aklıma ilk gelen örnekler, Tom Hanks’e bu filmde oynadığı rolle Oscar ödülü getiren 1993 yapımı Philadelphia ve Türkiye’de Halil Sezai’nin ve Melike Güner’in başrollerinde oynadığı 2011 yapımı İncir Reçeli. Fakat AIDS’in bilhassa 80’li ve 90’lı yıllarda toplumlarda yarattığı panikten esinlenerek, bu hastalık, fizyolojik belirtileri ve hastalığa karşı toplumsal tepkiler pek çok bilindik bilimkurgu yapıtında da metafor düzeyinde işlendi. (5)

1982 yapımı “Liquid Sky” – “Sıvı Gökyüzü” adlı kült filmde, Margaret karakteri beraber olduğu seks partnerlerini uzaylı kristalleriyle öldürüyordu. Filmin meşhur repliği “I kill people that fuck me,”- “Beni s.ken insanları öldürüyorum,” çok açık bir AIDS göndermesi.  1979 yapımı meşhur “Alien” – “Yaratık” filmi ise, henüz hastalığın açığa çıkıp adının konulmasına üç yıl varken çekilmesine rağmen, AIDS çağının ilk filmi olarak kabul ediliyor. Bedenin içinde tespit edilmeden yayılıp sonunda onu deforme ederek parçalayan ve kişiyi öldüren bir yaratığın A.S. (AIDS Sonrası) yıllarda yaşayan kuşaklara bu hastalığı çağrıştırması zor değil. Bilhassa David Fincher’ın 1992’de yönettiği Yaratık 3 filminde ise göndermeler çok daha bariz. Serinin bu filminde Ripley, genetik bir mutasyondan ötürü şiddete eğilimli erkeklerin hapsedildiği bir cezaevi kolonisindeydi. Bu filmdeki esas canavar ise sanki Xenomorph değil, bu erkeklerin hayatından kâr elde eden ilaç şirketi.

David Cronenberg’in 1986’da çektiği “Sinek” filminde ise bedendeki deformasyonlar ve baş karakterin izolasyon hissi akla doğrudan AIDS’i getirmekte. AIDS metaforunu işleyen bilimkurgu yapıtlarına verilebilecek diğer örnekler ise, bir virüsü taşıyanların kollarının tıpkı Nazi Almanyası döneminde bazı toplumsal gruplara yapıldığı gibi “Pozitif” anlamında P ile damgalanıp karantina kamplarına alındığı ama bu ayrımcılığa karşı isyan edip direniş başlatan bir grubu anlatan 1993 yapımı “Daybreak”, Star Trek TNG’de Rogulan kan solucanlarının işlendiği bölüm, Star Trek Deep Space Nine’ın “The Quickening” ve hatta Enterprise’ın “The Stigma” adlı bölümleri. Sadece bilimkurguda değil, fantastik edebiyatta da AIDS’e metaforik göndermeler mevcut. Mesela Harry Potter’ın yaratıcısı J.K.Rowling, kurt adam kimliğini saklamak zorunda kalan Remus Lupin karakterinin yaşadıklarında HIV pozitif bireylere ve AIDS hastalarına yönelik toplumsal dışlamayı ve korkuyu ima ettiğini açıklıyor. (7)

İnsanlık, HIV’e karşı 80’li yıllarda ilk kez ortaya çıktığındaki kadar çaresiz değil. Fakat halen dünyada milyonlarca kişi, pahalı ilaçlara maddi sebeplerden ötürü erişim imkânı bulamıyor. Çoğu durumda ise, virüsün kendisi değil virüse karşı önyargılar ve ayrımcılık daha ölümcül olabiliyor. Buna karşı yapılabilecek en iyi şey, HIV ve AIDS’e dair bilgimizi ve farkındalığımızı artırmak, korunma yöntemlerini öğrenmek ve en önemlisi bu yöntemleri uygulamak. Türkiye’de ise HIV ve AIDS çalışmalarında öncü kurumlardan olan Hacettepe Üniversitesi’nin sitesi bu alanda zengin bir içeriğe sahip. Geçmiş yıllardaki bir Uğur Dündar programında kameralara yansıdığı gibi, “atın ölümü arpadan olmasın.

Ebola

Ölümcül virüsleri sıralayınız diye bir anket yapılsa, muhtemelen Ebola, HIV’den sonra en bilindik ikinci virüs olurdu. Bilhassa maymunlardan ve yarasalardan bulaşan, insanlar arasında da deri teması ve kan başta olmak üzere vücut sıvılarıyla çok çabuk yayılan ve bulaştığı kişileri kısa sürede iç ve dış kanamalarla öldüren bir virüs Ebola (8). Afrika’nın değişik bölgelerinde dönem dönem salgın hâlinde ortaya çıkmakta ve medyada haklı bir panik unsuru olarak yoğun olarak gündeme gelmekte. Ebola da tıpkı HIV gibi vücudun bağışıklık sistemine saldırıyor ama bunu HIV gibi yıllara yayılarak yavaşça değil, saatler içinde yapıyor. Bu esnada da virüsü kapanlarda yüksek ateş, ishal, yoğun kas ağrısı gibi belirtiler gözüküyor. Beş türü olan ve dördü ölümcül olan virüse ilk kez 1976’da, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki Ebola isimli ırmağın yakınlarında rastlanmış. (Virüs de ismini bu nehirden alıyor.)

Virüsü taşıyan birinin hava yoluyla Afrika dışına çıkmasının dünya çapında bir salgına yol açabileceğinden çok korkulsa da, virüsün bulaştığı kişide belirtilerinin çok çabuk ortaya çıkıp kişiyi kısa sürede öldürmesi, yayılma hızını düşüren unsurlar arasında. Yine de en son 2014’te birkaç Afrika ülkesinde birden görülen ve 2016’ya dek süren, 10.000’in üzerinde insanın ölümüyle sonuçlanan Ebola salgını büyük korku yaratmıştı. (9) Hatta o dönem bazı güvenlik uzmanları IŞİD örgütünün Ebola virüsü taşıyan intihar “biyo-bombacıları” kullanabileceğine dair risklere bile işaret edilmişti. (10)  Bu ölümcül virüse dair sevindirici bir haber, geçtiğimiz aylarda aşısının bulunmuş olması. (11) Fakat Afrika’daki maddi imkânsızlıklar ve devlet güçlerindeki yetersizlikler nedeniyle aşının yaygınlaştırılmasında sorunlar yaşandığı ifade ediliyor. Kısacası, insanı yine virüs değil, virüsün çaresi olsa bile kendi kurduğu sistemlerden kaynaklı sorunlar öldürmeye devam ediyor.

Çiçek (Smallpox)

Tarih boyunca yüz milyonlarca insanın ölümüne yol açan çiçek virüsü, Dünya Sağlık Örgütü’nün 1980 yılındaki resmi açıklamasına göre başarılı aşı kampanyaları ve küresel işbirliği sonucu dünyadan silinmiş bir ölümcül virüs. (12) Virüse en son 1977’de Somali’de rastlanmış. 2010 yılında ise virüsün yok olmasının 30. yıldönümü dolayısıyla İsviçre’nin Cenevre kentinde Dünya Sağlık Örgütü merkez binası önünde bu başarının anısına bir heykel dikilmişti.

Çiçek virüsü aynı zamanda tarihte ilk biyolojik savaş unsuru olarak Kızılderililere karşı kullanılmasıyla da biliniyor. Bilhassa çiçek virüsü bulaştırılmış battaniyelerin dağıtılması ile başlayan salgında Kızılderililerin %90’ından fazlası soykırıma uğradı. (13) Ölüme yol açmadığı durumlarda ise virüs körlük ve ciltte kalıcı lekelere sebep olmakta.

Grip (Influenza)

Belki aranızda altı ölümcül virüs arasında gribin yer almasına şaşıranlar olabilir. Fakat Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamasına göre, yılda 650.000’e yakın insan gribe bağlı akciğer enfeksiyonları nedeniyle ölmekte. (14) En son 1918 yılında İspanyol gribi olarak bilinen büyük küresel salgında ise dünya nüfusunun üçte birine denk düşen yaklaşık 500 milyon kişi bu virüsü kapmış ve bunlardan 50 milyonu hayatını kaybetmişti. Virüsün bu denli yayılmasının en büyük nedeni olarak ise Birinci Dünya Savaşında cephelerde askerlerin çok yakın temas içinde olması ve savaş kaynaklı maddi sıkıntılar nedeniyle insanların tedaviye erişim sağlayamaması gösteriliyor. (15)

Basit görünmesine karşın grip virüsünü korkutucu kılan özelliği, hava yoluyla bulaşabilmesi ve çok hızlı mutasyon geçirmesi. Zaten bu mutasyon özelliği nedeniyle gribe karşı onu tamamen etkisiz kılacak bir aşı geliştirilemiyor. İlkbaharda ve sonbaharda eczanelerde ilanlarını gördüğümüz grip aşıları, bir önceki mevsimsel dönemde en yaygın görülen grip virüslerinden oluşturuluyor. Yine de bağışıklık sistemi grip virüsünün değişik türevlerini ne kadar tanırsa uyum oranında yeni tür grip virüsleriyle de o kadar etkili mücadele edebileceği kabul edildiğinden bilhassa belli bir yaşın üzerindeki kişilerin ve sağlık personelinin düzenli olarak grip aşısı olması tavsiye edilmekte. (16)

Kuduz (Rabies)

Kuduz, kedi, köpek, fare, sincap vb. memeli hayvanların ısırıkları ve tükürükle bulaşan, merkezi sinir sistemine etki ederek bulaşan bulaştığı canlıyı tedavi edilmezse acı verici bir sonla öldüren korkunç bir virüs. 1885 yılında Fransız bilim insanı Pasteur tarafından aşısının bulunmasıyla tedavi edilebilir hastalıklar listesine girse de, yine de her yıl dünya genelinde 60.000’e yakın kişi yeterli önlemler alınmadığı için az gelişmiş ülkelerde bu virüsten ötürü ölüyor. (17)

Zombi filmlerinin de esin kaynağı olan kuduzla mücadele etmek için bilhassa sokak ve evcil hayvanlarının düzenli aşılanması büyük önem arz etmekte.

Nipah

2018’in Mayıs ayında Hindistan’da tekrar ortaya çıkan ve domuzlarla yarasalardan insanlara temas yoluyla bulaşan, insanların kendi aralarındaki temaslarla da bulaşabildiği tespit edilen ölümcül Nipah virüsü, Dünya Sağlık Örgütü’nü de alarma geçirmiş durumda. (18)

İlk kez 1999’da Malezya’da rastlanan virüs, şimdilik birkaç yıl aralıklarla Doğu ve Güney Asya ülkelerinde görülüyor. Bulaştığı kişileri %40 ile %75 arasında öldüren Nipah için halen bir aşının veya tedavinin bulunmamış olması endişe verici.

Bonus: İnsan

Yol açtığı savaşlar, katliamlar, çevre felaketlerine davetiye çıkaran endüstrisiyle insan belki de gezegenimizdeki en ölümcül “virüs.” Elbette bunu bir metafor olarak kullanıyorum. Fakat aynı metaforu eminim başka bir meşhur filmden hatırlayacaksınız. Matrix filmindeki Ajan Smith’ten bahsediyorum. Hatırlayalım

Yeni Ölümcül Virüsler Kaç Mutasyon Ötemizde?

super bakteri

Bu yazımda gezegenimizde çeşitli yollarla insanlara bulaşan (cinsel ilişki, dokunma, ısırılma, solunum, kan vb. vücut sıvıları) ve tarihte ve yakın geçmişte yüz milyonlarca insanın hayatına mal olmuş ölümcül virüslerden en bilindiklerini tanıtmaya çalıştım. Elbette bunlara ek olarak henüz aşısı veya tedavisi bulunmamış, küresel bir salgına yol açmasından endişe edilen, kimisi oldukça ölümcül başka tehlikeli virüsler de mevcut. (Rota, Zika, Hanta örnek olarak verilebilir.) Üstelik her yıl bu virüslere yenileri eklenip duruyor. Uzmanların en çok endişelendikleri durumlardan birisi ise, küresel ısınma nedeniyle buzullar erimeye devam ettikçe on binlerce yıldır buzullarda uyuyan geçmişteki ölümcül virüslerin canlanıp okyanuslara karışması ve bağışıklığımızın tanımadığı bu yabancı virüslerin bizleri yok etmesi. (19) Kuş gribi, domuz gribi derken bir bakmışız ki “dinozor gribi” olmuşuz!

Böyle bir felakete birkaç mutasyon ötede olabiliriz ve her şey tabiatın sürekli atıp durduğu DNA zarlarının kaç geleceğine bağlı. Günün birinde, biz neler olduğunu anlayamadan çıkacak küresel bir salgında insanlık medeniyeti çok kısa bir sürede yok olabilir.

Fakat bu gezegende bizleri öldürmek için tetikte bekleyen virüslerin belki de kurtarıcımız olabileceği fikrini de yabana atmamak lazım. Mesela bir bilimkurgu klasiği olan, H.G.Wells’in Dünyalar Savaşı adlı romanında Dünya’yı işgal eden Marslıları yenen güç bizim teknolojimiz değil doğanın silahları olan mikroorganizmalardı. O yüzden, eğer bir gün bir uzaylıyla karşılaşırsanız, dövüşmek yerine öncelikle yüzüne hapşırmayı deneyin. Tabii o size daha önce hapşırmadan. Ve eğer bir uzaylıyla sevişecek olursanız ya siz ya da o muhakkak prezervatif kullansın. (Uzaylıların üreme organlarına uygun bir markanın üretildiğini farz ediyorum tabii ki.) Zaman yolculuğu yapacak olursanız da gideceğiniz yıla göre aşılarınızı olmayı sakın ihmal etmeyin. Başka bir gezegene ayak bastığınızda kaskınızı asla çıkarmayın. (“Alien: Covenant” filminden de mi ibret almazsınız?)

Ölümcül virüslerden korunmak için aklınıza gelen diğer önlemleri yazının altına yorum olarak ekleyebilirsiniz. Sağlıklı günler diliyorum.

Kaynaklar:

  1. Evrim Ağacı
  2. UF Health
  3. Bilimkurgu Kulübü
  4. HIV.gov
  5. Geek
  6. NY Books
  7. Metro
  8. Evrim Ağacı
  9. Sınır Tanımayan Doktorlar
  10. Forbes
  11. World Health Organization
  12. World Health Organization
  13. NCBI – NIH
  14. World Health Organization
  15. Centers for Disease Control and Prevention
  16. Centers for Disease Control and Prevention
  17. World Health Organization
  18. World Health Organization
  19. Hürriyet

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

silo kapak

Birinci Sezonuyla Silo

“Neden burada olduğumuzu bilmiyoruz. Silo’yu kimin yaptığını bilmiyoruz. Silo’nun dışındaki her şey neden böyle, bilmiyoruz. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et