Don DeLillo

Postmodern Bilimkurgunun Öncü Yazarı: Don DeLillo

Postmodern edebiyat, 20. yüzyılın ortalarından itibaren geleneksel anlatı yapılarından ve klasik edebiyat kurallarından saparak ortaya çıkan bir akımdı. Bu edebiyat anlayışı, gerçeklik, dil, otorite ve kimlik kavramlarını sorgulayan bir bakış açısına sahipti. Modernizmin bazı ilkelerine karşı çıkıyor ve yapıyı bozarak çok katmanlı, ironik ve çoğu zaman da kuralsız bir anlatı geliştirmeyi amaçlıyordu. Postmodern bilimkurgu ise geleneksel bilimkurgu unsurlarını postmodern anlatı teknikleri ve bakış açılarıyla birleştiren, 20. yüzyılın ortalarında ortaya çıkmış bir türdü. Klasik bilimkurgunun geleceğe yönelik ilerlemeci bakış açısını sorgularken kimlik, gerçeklik, bilinç, toplum ve teknoloji ilişkilerini çok daha karmaşık ve katmanlı bir biçimde ele alıyordu. Özellikle 1960’lardan sonra, bilimkurgunun daha önce ele almadığı konulara ve deneysel anlatı yöntemlerine yönelmesiyle postmodern bilimkurgu da şekillenmeye başladı. Artık bilimkurgu, gelecek ve teknoloji tasvirlerinin ötesine geçerek modern toplumda bireyin var olma çabası veya kimlik bunalımı gibi etkenlere eğilmeye başladı.

Postmodern bilimkurgu edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri de yazımızın konusu olan Don DeLillo’ydu. Don DeLillo, 20 Kasım 1936’da New York’ta İtalyan kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Bronx’ta büyüyen DeLillo, çocukluk ve gençlik yıllarında New York’un kozmopolit yapısından ve dinamizminden etkilendi. Sıklıkla şehrin kalabalık caddelerinde dolaşıyor ve büyük gökdelenlere hayranlıkla bakıyordu. Ardındansa hâlâ mahalle kültürünün devam ettiği semtine geliyor ve kendini âdeta zamanda yolculuk yapmış gibi hissediyordu. Kendi deyimiyle şehir merkezinde yaşayanlar çoktan gelecekle buluşmuştu bile. Bu da o yıllarda yeni yeni keşfettiği bilimkurguya bakışını şekillendirdi. Ona göre bilimkurgu romanlarındaki gelecek tasviri yaşanmaya başlayalı çok olmuştu. İlk etapta bir yazar olmayı hedeflemeyen DeLillo, sinema ve edebiyatla ilgilenmeye başladıktan sonra kariyerini bu alana yönlendirdi. Fordham Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra reklamcılık alanında bir süre çalıştı, fakat ardından tam zamanlı olarak yazarlığa odaklanmak için işini bıraktı.

Pek çok yazarın aksine, kariyerine önce küçük yayın organlarında kısa öykülerle değil de doğrudan bir romanla başladı. 1971 yılında yayımlanan Americana adlı romanıyla edebiyat çevrelerinde ses getirdi. Roman, yazarın Amerikan toplumuna ve onun kültürel yapısına eleştirel bir gözle bakacağının ilk işaretlerini veriyordu. Televizyon kültürü, bireysel kimlik sorunları ve Amerikan rüyasının sorgulandığı bir eser vardı karşımızda. Romanında DeLillo, medya ve popüler kültürün bireylerin kimlik algısı üzerindeki etkilerini irdelerken, aynı zamanda Amerika’nın mitlerini de tartışmaya açıyordu. Bilimkurgusal zamanlar çoktan başladı düsturuna uygun olarak romanda, teknolojinin bireyi ve toplumu derinden etkilediği ve medyanın bir toplum mühendisliği aracına dönüştüğü vurgulanıyordu. Americana, öykülerini gelecekte anlatan 1984 ya da Cesur Yeni Dünya gibi distopik romanların aksine, yazıldığı dönemin distopyasıydı. DeLillo, ele aldığı temaları sonraki eserlerinde de tekrar tekrar işleyerek edebi kimliğinin temel taşlarını oluşturdu.

Ertesi yıl End Zone adlı üç öyküden oluşan eseri geldi. Soğuk Savaş ve nükleer kıyamet temalı bu eserinde de toplumun üç farklı tabakasından üç insanın öyküsü anlatılıyordu. Medyanın insanları sürekli olarak düşmanlarla ve olası bir nükleer saldırı ile korkutmasının toplum üzerindeki etkileri masaya yatırılıyordu. 1973’te ise Great Jones Street romanı ile bu kez de müzik piyasasını ve basınını hedefine aldı. Rolling Stone dergisini eleştirdiği romanında, müzik basınının toplumsal mühendislik planına uygun grupları nasıl parlattığı aktarılıyordu.

Don DeLillo, bu üç romanının ardından tanınan ve çok da eleştirilen bir yazar hâline geldi. Ana akım medyaya yönelik eleştirileri de dikkatlerden kaçmadı elbette. Ne var ki bu eleştiriler, yazarın bir anda halk nezdinde de ünlü olmasına ve satışlarının patlamasına yol açtı. 1976 yılında, uzaydan gelen mesajı çözmesi için görevlendirilen bir matematik dâhisinin maceralarını anlatan Ratner’s Star romanı piyasaya çıktı. 1977’de, Manhattan’a taşınarak âdeta sınıf atlayan ve bu yeni sınıfa adapte olmaya çalışan Wynant ailesinin hikâyesini okuduğumuz Players romanı geldi. 1978’de ise Great Jones Street’in devamı niteliğindeki Running Dog okurla buluştu.

1985 yılında yayımlanan White Noise romanı, DeLillo’ya geniş çapta bir ün ve National Book Award kazandırdı. DeLillo, artık romanları en çok satanlar listesinde yer alan ve onlarca dile çevrilen bir yazardı. White Noise, teknoloji teması etrafında şekillenen anlatısıyla dikkat çekti. Günlük yaşamın medya ve teknolojiyle nasıl şekillendiğini, insanların bilgi bombardımanıyla nasıl kuşatıldığını gösteriyordu. Romanın ana karakteri Jack Gladney ve ailesi, “beyaz gürültü” olarak adlandırılan, arka planda yankılanan radyo ve televizyon sesleriyle çevriliydi. Aslında bu “beyaz gürültü”, bilgi kirliliğinin ve teknolojiyle şekillenen gerçeklik algısının bir simgesiydi. Bu bağlamda DeLillo, mevcut dünyanın bile insanlık için çoktan teknolojik bir distopya yaratmaya başladığını gözler önüne seriyordu. Roman, 2022 yılında sinemaya da uyarlandı.

Don DeLillo’nun postmodern bilimkurgu türündeki diğer bir eseri ise 2003 yılında yayımlanan Cosmopolis‘ti. Genç milyarder Eric Packer’ın hikâyesini anlatan roman, modern yaşama işlemiş olan teknolojinin insan ruhunu nasıl körelttiğini ve bireyi nasıl izole ettiğini bilimkurgusal bir bakış açısıyla ele alıyordu. Romanda Eric, lüks limuziniyle kentin içinden geçerken teknolojik altyapının, kapitalizmin ve finansal sistemin bireyi nasıl yabancılaştırdığını gözlemliyordu. Cosmopolis, dijital dünyanın ve kapitalist sistemin yarattığı boşluk hissini bir çeşit distopik gelecek vizyonu ile ortaya koyarak dikkat çekmekte gecikmedi. Eric’in teknolojiyle çevrili dünyasında, insan deneyimi sanki kendi kendini yok eden bir yapıya dönüşüyordu. Tıpkı White Noise gibi bu romanı da 2012 yılında beyaz perdeye aktarıldı.

2016 yılında yayımlanan Zero K, DeLillo’nun klasik bilimkurgu temalarına en yakın eseriydi. Roman, ölümsüzlük peşindeki zenginlerin kendilerini dondurdukları bir merkezde geçiyordu. Ölümden kaçış ve insan ömrünü uzatma üzerine odaklanan eser, çağdaş bilimkurgunun edebiyat veya sinemada sıklıkla incelediği bir temaya sahipti. Zero K, insanların ölüm korkusuna karşı bir savunma mekanizması olarak gördüğü teknolojiyi ve onun beraberinde getirdiği etik ve felsefi sorunları ele almasıyla ses getirdi. DeLillo, insan doğasına dair derinlemesine bir sorgulamaya imza atarak bilimkurgunun temelini oluşturan ölüm, yaşam, ölümsüzlük ve teknolojinin sınırları gibi konulara eğiliyordu. Eserin odağında ise insanı insan yapan şeylerin genetik kodlarda mı, yoksa ruh gibi daha manevi kavramlarda mı saklı olduğu sorgusu vardı.

Don DeLillo, eserlerinde modern bilimin ve teknolojinin geleceğe dair karanlık yüzüne, özellikle teknoloji ve medya aracılığıyla şekillenen insan deneyimine odaklanarak bilimkurgu edebiyatı ile tematik bir akrabalık kurmayı başardı. Bilimkurgu türünün felsefi ve sosyolojik boyutlarını irdeleyen eserlerinde, teknolojinin birey ve toplum üzerindeki etkilerini, modern dünyanın yabancılaştırıcı atmosferini, kimlik bunalımını ve medyanın algı mühendisliğini merkeze aldı. Teknolojiyi çoğunlukla bir tehlike unsuru şeklinde betimleyen DeLillo, bilimkurgu edebiyatının da ilk postmodern yazarlarından biri olarak tarihe geçti. Tipik uzay yolculuklarından veya ileri teknolojilerden ziyade, insanın gerçekliği nasıl algıladığına ve bu algının teknolojiyle nasıl dönüşüme uğradığına yönelik anlatılara yoğunlaşarak farklı bir bilimkurgu yaklaşımı ortaya koydu…

Dilimize Kazandırılan Eserleri:

  • Beyaz Gürültü (Dost, 2002 / Siren, 2020)
  • Libra (Dost, 2002)
  • Beden Sanatçısı (Everest, 2003)
  • Oyuncular (Everest, 2006)
  • Kozmopolis (Everest, 2008)
  • Koşan Köpek (Everest, 2009)
  • Sessizlik (Siren, 2022)

Yazar: Halil Alpaslan Hamevioğlu

1980 Polatlı doğumluyum. 80'ler ve 90'lar kuşağında yetişmiş bir bireyim. O devrin her bireyi gibi ben de bilimkurguyu video kasetlerden tanıdım. Sonra özel kanallar geldi. Hayal dünyam iyice genişledi. Eh, gerçek yaşamda da dünyanın içinden geçtiği dönüşümü gördüm. Sovyetler'in bitişini, Berlin Duvarı'nın yıkılışını, popüler kültürün tüm dünyayı etkisi altına alışını... Bir gün okulum bitti ve hem gördüklerimi hem de yaşadıklarımı yeni nesillere aktarayım dedim. Öğretim görevlisi oldum. Gazi Üniversitesi’nde başlayan, Başkent Üniversitesi’nde devam eden öğreticiliğimde ülke sınırlarını aştım ve kendimi Amsterdam Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde buldum. Oldum olası yazmayı sevmişimdir. Âşık olduğum bilimkurguyu ve yazma hobimi de burada birleştireyim dedim. Şimdiden iyi okumalar.

İlginizi Çekebilir

rudy-rucker-kapak

Bir Yazar ve Matematikçi: Rudy Rucker

Rudy Rucker, 22 Mart 1946’da Louisville, Kentucky’de doğdu. Babası mobilyacılıkla uğraşıyordu ve aslen Alman olan …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin