Karin Boye: Dünyayı Erken Yaşta Terk Eden Bir Yazar

Karin Boye, kendi ülkesi İsveç’te şairliği ile tanındı, hatta ülkenin en iyi kadın şairlerinden biri olarak kabul edildi. Dünya çapında ise başyapıtı olan Kallokain romanı ile bilindi. Bu roman George Orwell ve Aldous Huxley’nin distopyaları ile aynı damardan akan bir eserdi. Karin Boye, 26 Ekim 1900’de İsveç’in Göteburg şehrinde doğdu. Kısa hayatı onun için çalkantılarla dolu geçti. Gençliğinde din ve kendi cinsel tercihleri ile çatışmalar yaşadı, daha sonraki yıllarda da bireyselliği ve özgürlüğü ile… Karin kadınlardan hoşlanıyordu. Bu çatışma onu kendi hayatını sonlandırmaya götürecek zıtlıklara ve tutkulara ayna tutuyordu. İntihar etmeden önceki sene Kallokain yayımlandı ve bu kitap onu ölümsüzleştirdi.

Karin’in baba tarafından ailesi varlıklıydı. Aslen Bohemyalılar’dı. Güney Amerika’da ve Avrupa’da ticaretle uğraşıyorlardı. Karin’in büyükbabası Göteborg’da pamuk ve tekstil ithal eden bir iş yeri açmıştı ve İsveç vatandaşlığı almıştı. Karin’in babası Fritz de bir iş adamıydı ve çalışanlarından biriyle evlenmişti: Signe Liljestrand. Karin bu evlilikten doğdu. Signe klasik edebiyatla epey ilgiliydi ve Karin’in ilk öğretmeni de sayılabilir. Lakin Karin’in babası ona uzaktı. Fritz Boye, 1909’da duygusal bir çöküş yaşadı. Bu, çocuklarından giderek uzaklaşmasında etkili oldu. Yine de Fritz’in hayal gücü yüksek zihni kızının hangi yönde ilerleyeceğine ışık tutuyordu; tıpkı annesi Signe’nin doğu dinlerine ve spiritüalizme olan ilgisi gibi.

Daha sonraki yıllarda aile Stockholm’e taşındı. Burada Karin Boye onun edebi varlığına ilham sağlayacak isimlerle tanışmaya başladı; Rudyard Kipling, Dumas, Maeterlinck ve H.G. Wells gibi yazarları okudu. Rabindranath Tagore’un şiirlerinden de önemli ölçüde etkilendi. Karin, Hint mitolojisine ilgi duyuyordu. Hatta Sanskrit’i öğrenmeye çalışmış ve bir dönem kendini Budist olarak tanımlamıştı. Tarih dersinde hoca İsveç’teki Budist azınlıktan bahsedince, Karin de o azınlığın bir parçası olduğunu söylemişti. Gelgelelim okuldaki son iki yılında Budizmden Hristiyanlığa doğru bir geçiş yaşamıştı.

Doğu inançları batıdaki bilimkurgu eserlerinde kendine sıklıkla yer bulur. Özellikle meşhur bilimkurgu eserlerinde doğu inançlarının bir şekilde izi vardır. Dune’da İslam, Işık Tanrısı’nda Hinduizm, Ursula Le Guin’in eserlerinde ise Taoizm görülür. Belki de batılılara, doğudaki yaşam ve inançlar başka bir dünyaya aitmiş gibi geliyordu. Onlar doğu dünyasında sanki başka bir gezegeni buluyordu ve de bu his yarattıkları bilimkurguda da kendini gösteriyordu. Karin Boye da belki böylesi bir etkiye kapılmıştı. Yaşadığı batı dünyası o yıllarda bunalım doluydu.

Karin Boye’un yaşamı boyunca pek çok zıtlıkla mücadele ettiğini söylemiştik. Bu konu akademik eğitiminde de kendini gösterdi. Teoloji eğitimi almak ile psikoloji eğitimi almak konusunda ikileme düştü. Bu aslında hayatını ikiye bölen bir kavşak gibiydi. Dine oldukça yatkındı lakin din eğitimi almanın içindeki sanatkârı öldüreceğini düşünüyordu. Karin kadınlardan hoşlanıyordu ve eğer din konusunda devam edecekse bunu bastırmak ve kendi gerçekliğini reddetmek zorundaydı. Oysa psikoloji eğitimi öyle değildi; bu kendini feda etmek yerine kendini bulmaktı. 1921 senesinde nihayet içindeki çıkmazları biraz olsun dindirmenin yolunu bulabilmişti. Şiir yazmaya başladı. Moln (Bulutlar) isminde bir şiir kitabı çıkardı.

Uppsala Üniversitesi’nde okudu. Yalnızca derslerle değil öğrenci hareketleriyle de ilgilendi. Öğrenciliğinin son senesinde Clarté denen bir barış hareketine katıldı. Bu solcu ve din karşıtı bir oluşumdu. Karin’i tanıyan pek çok kişi bu kararı şaşkınlıkla karşıladı. Zaman geçtikçe Karin’in şiirleri giderek daha da karamsar bir hale geldi. 1924’te Gömda land (Saklı Topraklar), 1927’de Härdarna (Kalpler) yayımlandı. Karin artık İsveç’te tanınan bir şair haline gelmişti.

Karin babasını 1927’de kaybetti. Aynı sene Uppsala’dan mezun oldu. Sonrasında Stockholm’e döndü. Clarté örgütü ile bağlantısı devam etti. Clarté örgütünün amacı dışarıda, yani dünyada ve içeride, yani insan ruhunda bir değişim sağlamaktı. Onlara göre iç değişim psikoanaliz aracılığı ile gerçekleştirilebilirdi. Karin, hayatının ilerleyen yıllarında psikoanalizle epey ilgilendi. Psikoanaliz onda büyük etkiler yarattı; hatta bir noktada Leif Björk’le evlendi. İkisi de Clarté üyesiydi, ikisi de psikoanalizle ilgileniyordu fakat ilişkileri oldukça tuhaftı ve gerçeklikten uzaktı. Karin esasında lezbiyendi, tabii bunun haricinde maddi durumları da pek iyi sayılmazdı. İlişkileri fazla sürmedi. 1932 Ocağında boşandılar. Karin ağır bir depresyon geçirdi. Berlin’e taşınıp Freudçu psikanaliz uzmanı Walter Schindler ile çalışmaya başladı. Karin’in durum iyi değildi. Schindler “Bu iş kötü bitecek,” diye bir kehanette bulundu. “On yıl içinde intihar edecek.

Karin, Berlin’deki yaşantısı boyunca Nazilerle aşırı solcuların çatışmalarını gördü, şehirdeki kafe kültürünün tadını çıkardı. Maddi durumu pek iyi değildi. Editörlük yapıyordu, ufak tefek bir gelire sahipti. Bu dönemde üç roman yazdı. Şiirlerine kıyasla bu romanlar pek takdir görmedi. Kris (Kriz) romanında kendi içinde yaşadığı dini çatışmayı, dönüşümü ve cinsel seçimini işliyordu. Merit vaknar (Merit Uyanıyor) ve För lite (Fazla Küçük) romanlarında eril dişil rollerin paylaşımını inceliyordu.

1934’de İsveç’e geri döndü. Stockholm’de küçük bir apartman dairesi satın aldı. Ancak bir süre sonra yalnızlık canına tak etti ve Almanya’da tanıştığı bir arkadaşını, Margot Hanel’i çağırdı. İlk başta ilişkileri güzel gidiyordu. Lakin daha sonra Margot Hanel, Karin’i epey kıskanmaya, edebi çevreden arkadaşlarıyla görüşmesini yasaklamaya başladı. İlişkilerinde çok büyük çatlaklar açıldı ve Margot Hanel hastalanıp yatağa düşünce işler daha da kötüye gitti. Hanel artık hem duygusal hem de fiziksel olarak tamamen Karin’e bağımlıydı. Bu Karin’e hem güç veren hem de onu bezdiren bir şeydi. Dördüncü şiir derlermesi För trädets skull bu dönemde yazıldı.

Karin, 1935’ten itibaren öğretmenlik yapmaya başladı. 1938’de İsveç Akademisi’nden kazandığı bir bursla Yunanistan’a seyahat etti. Bu yolculuğun bir parçası olarak Viyana, Prag ve İstanbul’da da bulundu. O yıllarda dünya giderek karanlık bir hale geliyordu. Totaliteryen rejimlerin, kanlı canlı distopyaların gerçekten var olduğu zamanlardı. Savaş kaçınılmaz görünüyordu. Ruhu hassas pek çok insan için ne savaşın sonu vardı ne de savaştan sonraki gelecek umut taşıyordu. İşte Kallokain bu karanlık hakikatin bir yansımasıydı. Bazıları tek atımlık bir mermi gibi gelir bu dünyaya, hedefi bulur ve gider. Karin Boye da böyleydi. Kallokain tam isabetti. Sanki bundan sonra daha fazla yaşamanın bir anlamı kalmamıştı. 23 Nisan 1941 yılında aşırı dozda uyku ilacı alarak yaşamına son verdi. Bedeni 27 Nisan’da ormanlık arazide bir çiftçi tarafından bulundu. Margot Hanel de kısa bir süre sona intihar etti. Bugün Karin’in son nefesini verdiği o yerde, onu temsil eden bir heykel bulunuyor.

Kaynak

Yazar: Tuğrul Sultanzade

2000 yılında Bakü'de doğdu. Uzun bir süredir Kuzey Kıbrıs'ta yaşıyor.

İlginizi Çekebilir

Sinclair Lewis

Amerikan Toplumunun Kara Aynası: Sinclair Lewis

Babbitt‘i okurken, Sinclair Lewis‘in Amerika’nın sıradanlığına duyduğu öfkeyi sürekli olarak hissedersiniz. Lewis, birçok Amerikalının genellikle …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et