Karanlık İlahların Elçisi: H.P. Lovecraft

Renklerin bile olmadığı karanlık diyarlardan gelen uzaylı tanrılar, lanetli ve okuyanı delirten kitaplar, sinir krizi geçiren bir babayla anne ve delirmekten korkan bir yazar… Bunlar, kozmik korku yazarı H.P. Lovecraft’ın yaşam öyküsünü ve edebiyatını kısaca tanımlayan sözcükler.

Howard Philips Lovecraft, 20 Ağustos 1890’da Rhode Island eyaletinin Providence şehrinde doğdu ve 15 Mart 1937’de ölene kadar bu şehirden pek ayrılmadı. Daha iki yaşındayken şiirler ezberlemeye başladı. Kız çocuğu takıntısı olan annesi tarafından kız çocuğu gibi giydirilip, davranıldı ve kendisinden de öyle davranması istendi. Henüz üç yaşındayken, babası Winfield Scott Lovecraft sinir krizi geçirerek akıl hastanesine kaldırıldı, annesiyle birlikte büyükbabasının yanında yaşadı. Büyükbabasının zengin kütüphanesinden yararlanan Lovecraft, daha dört yaşındayken okumayı söktü. İlk okuduğu kitap da Binbir Gece Masalları‘ydı. Bu kitaptan ve Arap kültüründen öylesine etkilendi ki, odasında “Şam Pazarı” adlı bir köşe bile kurdu. Burada oynadığı küçük oyunlar sırasında kendisine “Abdul Alhazred” adını veriyordu, yani yasaklı dillerin kitabı Necronomicon’un yazarı olan deli Arap şairi Abdul Alhazred.

Altı yaşındayken ilgisi, Arap kültüründen ve edebiyatından Yunan mitlerine kaymaya başladı, İlyada ve Odessea’nın çocuklar için hazırlanmış baskılarını edinerek merakla okudu. Yunan Mitolojisiyle bu kadar haşır neşir olunca içinden geçtiği ormanda Apollon, Athena, Pan gibi Yunan tanrıları için sunaklar yaparak onlara ufak tefek adaklarda bulundu. Hayatının bu döneminde bir nevi pagandı ve ta o yaşlarda başka bir inancı benimseyerek paganik tanrılarına ibadetler etti. Sekiz yaşındayken babası kaldırıldığı akıl hastanesinde hayatını yitirdi. İşte korku hikâyeleri yazmaya da bu dönemde başladı. Kendisine örnek olarak Edgar Allan Poe’yu benimseyen Lovecraft, kimyaya da merak sardı. Okul yıllarında içe kapanık bir çocuk olarak tanındı.

1904 yılında, dedesi Whipple Van Buren Phillips’i de kaybetti ve annesiyle maddi sıkıntılar çektikleri bir döneme girdi. Bunda en büyük pay ise kendilerine kalan mirasın iyi yönetilememesiydi. Yıllarını okumak ve araştırmakla geçiren yazar, aynı zamanda bir astronomi tutkunuydu. Gökyüzünün o yıllarda tümüyle keşfedilememiş oluşu ve uzaklardaki yaşam ihtimali kendisini cezbediyordu. Mezun olmak üzereyken bir sinir krizi geçirdi ve liseyi bitiremeyerek hayalini kurduğu Brown Üniversitesi’nde Astronomi okuyamadı. Bu da onu derin bir umutsuzluğa ve hayal kırıklığına sürükledi. Tamamen eve kapandı. Bu dönemde astronomiyle ilgili yazılar yazmaya ve bu yazılardan geçimini sağlamaya başladı. İlk basılı makalesini, 1906 yılında The Providence Sunday Journal adlı dergiye gönderdi. Ancak harika bir amatör astronom olsa da bu merakında çok da ısrarcı değildi.

Astronomi, kozmoloji ve dönemin bilimsel gelişmeleri Lovecraft’ın edebiyatına ilham verdi. 20. yüzyılın başlarında bilim, bugünkü durumundan uzakta, her alanda kısıtlıydı. Popüler dedikodular sık sık bilimle karışıyordu. Örneğin Lovecraft’ın “Nyarlothep” adlı düzyazı şiirine kaynaklık eden ana ilgilerinden Mısırbilimi (Ejiptoloji), o günlerde daha çok kulaktan dolma hurafelerle bezeliydi. Zaten Lovecraft’ın bilime olan tutkusu, üzerindeki gizem örtüsünden ileri geliyordu. Yine bugün kullanılan Hubble Uzay Teleskobu’nun isim babası Edwin Hubble, Andromeda’nın Samanyolu’ndan ayrı bir galaksi olduğunu henüz keşfetmişti. Evrenin ne denli geniş olabileceği daha yeni yeni anlaşılıyordu. Güneş Sistemi’nde zaten ufacıktık, Samanyolu’nda minnacık kalıyorduk ve bu son keşifle birlikte artık evrende bir toz zerresi bile olmadığımız anlaşılıyordu. Bu da korkunçtu. Lovecraft da bu bilinmezliği edebiyatta iyi kullandı. İlk gençlik yıllarında bir münzevi gibi içine kapanırken edindiği astronomi merakı, edebi anlayışına da etki etti.

Eve kapandığı ve sadece dönemin ucuz dergilerini okuduğu dönemde, Fred Jackson‘ın romanını eleştiren bir mektup kaleme aldı ve bu mektupla başlayan tartışma sayfalar ve sayılar boyunca sürdü. Ancak bu edebi tartışma birilerinin dikkatini de çekecekti. Birleşik Amatör Basın Birliği (UAPA) başkanı tarafından derneğe üye olmaya davet edildi. Teklifi kabul etti ve zamanla bu birliğin editörü olarak görevlendirildi. Hayalindeki üniversiteye ve bölüme mal olan sinir krizinden beri ilk kez hayata bağlanarak kurgu yazmaya geri döndü; Mezar ve Dagon gibi öyküler kaleme aldı. 1923 yılında Weird Tales‘te yayımlanan Dagon, aynı zamanda ilk profesyonel işiydi. İmtiyaz sahibinin J.C Henneberger olduğu dergiye yine yazar dostlarının ısrarıyla katıldı ve ilk sayılarından itibaren dergi sayfalarında yer almaya başladı. Derginin ilk editörü olan Edwin Baird, Lovecraft hikâyelerini enfes buluyordu ve yayımlamayı övgüler düzerek kabul ediyordu. Bu dönemde Lovecraft, adeta derginin satma sebebi ve en önemli yazarlarından biriydi. Ancak bu durum, Baird’in Henneberger tarafından kapıya konulmasına kadar sürdü. Editörlük için bu defa Lovecraft düşünüldü, ancak yazar Chicago’ya taşınamayacağını belirterek teklifi reddetti.

Derginin editörlüğüne efsanevi Fansworth Wright getirildi. Yeni editörle yıldızı pek barışmayan Lovecraft, sık sık reddedildi. Wright daha çok “Kılıç ve Büyü” denilen fantezi alt türünün hayranıydı, Lovecraft’ın tuhaf kurgularını ise fazla “tuhaf” buluyordu. Deliliğin Dağlarında, Innsmouth’un Üzerindeki Gölge ve başlangıçta Cthulhu’un Çağrısı gibi hikâyeleri reddedildi. Bu tavır sadece kendisine has değildi, aynı dönemde dergiye yazan Clark Asthon Smith‘in Hiborya Çağı hikâyeleri de reddedilmişti. İkisinin de yazım tarzları korkuya yakındı. Öte yandan kötü olaylar yazarın peşini bir türlü bırakmıyordu. Kendisini yeni yeni topladığı dönemde annesi sinir krizi geçirdi. Butler Akıl Hastanesi’ne yatan annesi, buradan ona mektuplar yazmaya devam etti. 1921 yılında geçirdiği safra kesesi ameliyatının sonrasında oluşan komplikasyonlar nedeniyle vefat edene kadar bu mektuplaşma anne-oğul bağını diri tuttu. Lovecraft bu kayıptan sonra iyice harap oldu.

Annesinin ölümünden bir müddet sonra katıldığı gazeteciler toplantısında Sonia Green ile tanıştı. 1883 doğumlu, Yahudi bir Ukraynalı olan bu genç ve güzel kadın, kadınlardan ve cinsellikten uzak Lovecraft’ın ilgisini çekmişti. Çift 1924’te evlendi. Evlilikten hemen sonra Brooklyn’e taşındılar, çünkü Green’in şapka dükkânı buradaydı. Lovecraft bu dönemde hem ekonomik hem de manevi olarak eşi tarafından desteklendi. Ancak Lovecraft’ın hayattaki yegane akrabaları olan halaları bu evliliğe pek sıcak bakmıyordu, Sonia hem tüccar hem de Yahudi’ydi. New York yazarı büyülemişti, ama işler çok geçmeden yine kötüye gitmeye başladı. Ekonomik sorunlarla boğuşan çift, ilk önce şapka dükkânını kaybetti, ardından da Sonia Green sağlığından oldu. Lovecraft hiç değilse yarı zamanlı bir iş bulmak istese de hüsrana uğradı. Sonia geçimlerini temin etmek için Cleveland’e taşındı ve Lovecraft’ı orada bıraktı. Bu şekilde geçen birkaç seneden sonra dostça boşanmaya karar verdiler. Lovecraft boşandıktan sonra iki teyzesini de yanına alarak Rhode Island, Providence’a geri döndü.

1926 yılında dostu ve hayalet yazarı olduğu ünlü sahne sanatları sanatçısı Harry Houdini’nin özel isteği üzerine Batıl İnanç Kanseri (The Cancer of Supersition) adlı bir tez kaleme aldı ve bu tez ancak 2016 yılında bulundu. 31 sayfadan oluşan tezde Lovecraft, ilginç bir biçimde doğaüstü diye bir şeyin olmadığını savunuyordu. Kendi edebi evreniyle tamamen zıt bir düşünceye sahip bu tezin sadece özet kısmının Lovecraft tarafından yazıldığını savunanlar olsa da, yazarın Houdini için hayalet yazarlık yaptığı bilinen bir gerçekti.

1926 ve sonrasında hayatının son on yılını kurguya vererek en verimli zamanlarını geçirdi. Bu hikâyelerin çoğunu da Weird Tales’a sattı. “Charles Dexter Ward Vakası” ve “Deliliğin Dağlarında” hikâyeleri de bu dönemin ürünüydü. Aynı zamanda yazarlara hayalet yazarlık da yapıyordu, bu ona ek gelir sağlıyordu. Hayalet yazarlık yaptığı hikâyeler de genellikle Weird Tales’te yayımlanıyordu. Zealia Bishop”ın “The Mound“, Hazel Heald”in “Winged Death” ve William Lumley’in “The Diary of Alonzo Typer” hikâyelerinin hayalet yazarlığını yaptı. Bütün bu çabasına rağmen her geçen gün daha da fakirleşiyor ve sağ kalan tek teyzesiyle oradan oraya savruluyordu. Ekonomik durumu hiç düzelmedi. Bütün bunların üzerine 1936’da bağırsak kanseri teşhisi kondu, dahası yetersiz ve sağlıksız beslenmeden de mustaripti. Yine o yıl en iyi arkadaşlarından birisi olan Robert E. Howard‘ın intiharı sonrası çok sarsıldı. 15 Mart 1937’deki ölümüne kadar da sürekli acı içinde yaşadı. Sonuç olarak Howard Phillips Lovecraft, 46 yıllık kısa yaşamına bir evlilik, bir evren ve anlaşılması zor dostluklar sığdırarak bu dünyadan ayrıldı.

Hazırlayan: Emrecan Doğan

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Cory Doctorow

Yazar, Aktivist ve Gazeteci: Cory Doctorow

1971 doğumlu Kanadalı yazar Cory Doctorow, bir dijital haklar aktivisti olarak hem spekülatif kurgu dünyasına …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin