“Başka hiçbir kitabın hayatım üzerinde daha büyük bir etkisi olmadı.”
Bu satırlar büyük bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke‘a ait. Söz konusu kitapsa Olaf Stapledon‘ın ilk romanı “Son ve İlk İnsanlar“.
H.G. Wells ve Arthur C. Clarke’tan sonra en büyük İngiliz bilimkurgu yazarı diyebileceğimiz Stapledon, bilimkurgunun ileri görüşlü atalarından biridir. Kimilerine göre, o olmasaydı Çocukluğun Sonu, Dune, Vakıf, Methuselah’s Children, İnsandan Öte, Titan’ın Sirenleri, Solaris ve 2001: Bir Uzay Destanı gibi bilimkurgu klasikleri hiç var olmayabilirdi. Bilimkurgu alanında hiç kimse, insanlığın geri kalan iki milyar yılı (Son ve İlk İnsanlar), evrenin doğumu ve ölümü (Star Maker) gibi geniş bir tuval üzerinde çalışmamıştı. Ya da dans eden yörüngelerindeki yıldızların psikolojisi ve estetiği, ya da gündüzleri sebze, geceleri hayvan işlevi gören bitki insanları gibi mistik, esrarengiz konulara dalmamıştı. Yazdıkları diğer bilimkurgu emektarlarından daha tutkulu, daha geniş kapsamlı ve daha fazla kafa karıştırıcıydı.
Olaf Stapledon, 10 Mayıs 1886’da, Liverpool yakınlarında -o zamanlar Merseyside Metropoliten Kontluğu’na bağlı olan- Wirral Yarımadası’nda doğdu. İlk adı babası gibi William olan yazara, babasıyla karıştırılmaması için ikinci adı olan Olaf’la hitap ediliyordu. Olaf ismi yazarın İskandinav kökenli olduğu yanılgısına düşürse de, Stapledon ailesi İngilizdi. Ebeveynleri, Stapledon doğduğu sırada İskoç tarihçi ve yazar Thomas Carlyle’ın The Early Kings of Norway adlı kitabını okuyordu ve içinde defaatle geçen farklı Olaf’lardan en az biri, onları yeni doğan oğullarına bu ismi verecek kadar etkilemiş olmalıydı.
Babasının işi denizcilik üzerineydi. Bu da Olaf’ın iş arama gibi bir sıkıntısı olmayacağı anlamına geliyordu. Stapledon, hayatının ilk beş yılını babasının Süveyş Kanalı’nda çalıştığı Mısır’da, Port Said’de geçirdi. 1891’de annesi, Olaf’ı İngiltere’ye geri getirdi. İlk eğitimini Liverpool’da ve Derbyshire’daki ilerlemeci eğitim uygulayan Abbotsholme Okulu’nda tamamladı. 1905’te Oxford’da Balliol Koleji’nin Tarih bölümüne başladı. Manchester Dilbilgisi Okulu’nda bir yıl öğretmenlik yaptı ve ardından babasının yanında çalışmaya başladı. 1912’de sosyal hizmetlere geçti ve bir yıl sonra denizciliği temelli bıraktı. Şiir yazmaya ve yayımlamaya başladı. “Latter-Day Psalms” (Ahir Zaman Mezmurları), 1914’te yayımlandı. 1919’da evleneceği müstakbel eşiyle 1913’te tanıştı. Savaşın patlak vermesi, Stapledon’ın pasifist yanını ön plana çıkardı. Bir vicdanî retçi olarak savaşta ambulans şoförlüğü yaptı. Yaralı ve ölü askerleri taşımak, ateş altında ambulans sürmek gibi tecrübeler ona, 1932’de yazacağı ikinci romanı Last Men in London için altyapı hazırladı. Romanın, “Milliyetçilik yüzünden aklını yitirmiş bir dünyada, kendi ulusu için diğer uluslara karşı savaşmak ruha karşı bir suçtur,” diye düşünen kahramanı Paul’ün ahlak ve vicdan muhasebeleri, şüphesiz yazarınkilerle örtüşüyordu. Paul’ün savaştaki deneyimleri onu zihinsel çöküşün eşiğine getiriyordu; bu Stapledon’ın kendi tepkisinin yansıması olmalıydı. Savaştan sonra, H. G. Wells’in fikirlerinden etkilenerek silahsızlanma çağrıları yaptı. Liverpool Üniversitesi’nin yürüttüğü sosyal hizmet projesine katılarak İşçi Eğitim Derneği için felsefe, tarih ve şiir dersleri verdi.
1925’te “Anlam” üzerine yazdığı tezle Liverpool Üniversitesi’nden Felsefe alanında doktora derecesi aldı. Daha sonra, üniversitenin okul dışında açtığı yarı zamanlı kurslarda ve Merseyside’daki İşçi Eğitim Derneği’nde uzun yıllar felsefe öğretti. Hiçbir zaman tam zamanlı bir akademik görevi olmamasına rağmen felsefe üzerine makaleler yazdı. 1930’da Last and First Men‘in yayımlanmasından sonra, Naomi Mitchison, J. B. Priestley ve H. G. Wells dâhil olmak üzere birçok kişiyle arkadaş olup görüşmeye ve yazışmaya başladı. 1930’larda ve 1940’ların başında çoğunlukla kurgu yazdı, ancak Saints and Revolutionaries (1939), Philosophy and Living (1939), Beyond the ‘Isms (1942) gibi felsefî kitaplar da kaleme aldı. 1930’larda pasifist kampanyalarda aktif rol alsa da, II. Dünya Savaşı ile bu tutumu değişti. Savaş yıllarının bir kısmını, Savaş Dairesi’nin himayesinde askerlere ders vererek geçirdi. Savaştan sonra kurgu kitaplarının çoğunun baskısı tükenmişti ama bilimkurgu meraklıları onu unutmamıştı. 1948’de Arthur C. Clarke tarafından British Interplanetary Society’de konuşma yapması için davet edildi. Son yıllarında dünya barışı için çalıştı ve Güney Afrika’da ırksal ayrımcılığı savunan “apartheid” sistemine karşı kampanya yürüttü. 1949’da New York’ta düzenlenen bir dünya barış kongresine katılmak için vize verilen tek Avrupalı delegeydi. Bu, bir komünist propaganda tatbikatı olarak görüldü ve FBI, ABD’de geçirdiği süre boyunca onu gözlem altında tuttu.
Stapledon 6 Eylül 1950’de kalp krizinden öldü. Son romanı A Man Divided‘ı henüz yayımlamıştı. Bitmemiş otobiyografik eseri The Opening of the Eyes, 1954’te yayımlandı.
1930’da yayımlanan ilk büyük ve önemli kitabı “Son ve İlk İnsanlar: Yakın ve Uzak Geleceğin Hikâyesi”nde, günümüzden başlayıp iki milyar yıl sonraya dek uzanan insanlık tarihi ve ilki bizimki olan on sekiz farklı insan türü tanıtılır. Hikâye, son yani on sekizinci insanlardan biri tarafından anlatılır. Kitap, insanlığın on sekizinci ve son türünün Neptün’de sona ermesiyle, güneşin patlaması yaklaşmışken misafirperver bir dünyada hayatta kalma umuduyla sporlarını evrene yaymak isteyen insan ırkının iddialı bir gelecek tarihidir. Meçhul bir İngiliz akademisyenin zihnini telepatik olarak etkileyen “Son İnsanlar”dan biri tarafından zekice yazılmış romanın başında Stapledon, eserinin amacının geleneksel bir ütopya kurgulamak değil, “mit yaratmak” olduğunu açıkça ortaya koyar. İnsan düşüncesinin manevî ve pragmatik kutuplarının ve materyalist bilim ile aşkın din arasındaki çatışmanın keşfini sunar. Daha önce değindiğimiz In Last Men in London’da, “Son İnsanlar”dan biri I. Dünya Savaşı dönemine gelir. Wells’in evrim ve ilerlemeye olan ilgisinden güçlü bir şekilde etkilenen roman, çağdaşı yazarlardan olumlu eleştiriler alırken, Wells de Stapledon’a aynı coşkuyla cevap vererek, 1933’te kendi gelecek tarihi olan The Shape of Things to Come‘ı yazar.
Stapledon, 1937’de başyapıtı kabul edilen Star Maker‘ı kaleme aldı. Başta Virginia Woolf olmak üzere birçok yazardan övgü alan roman, Doris Lessing ve Brian Aldiss gibi yazarları da etkiledi. Roman; evrensel ölçeği, keşiflerinin verimliliği, dilinin kusursuzluğu ve görkemi, yapısal mantığı ve hepsinden önemlisi modern insanın yaşayabileceği evrensel bir felsefe sistemi oluşturma çabasıyla bir ölçüde Dante’nin İlahi Komedyası ile benzeşir. Yazar, Son ve İlk İnsanlar’ın devamında, kronolojik anlatı aralığını yaklaşık yüz milyar yıl genişletir ve insanlar kadar uzaylıların da evrimine bakar. Star Maker, hayatın özü, doğum, çürüme ve ölüm, yaratılış ile yaratıcı arasındaki ilişki gibi felsefî temaları ele alır. Ardıllarının bol bol ele alacağı genetik mühendisliği, uzaylı yaşam formları, gezgin zihinler, telepati gibi konulara eğilir.
“Tanrı ya evrendir; ya da her şeyi kaplayan yaratıcılığın çeşnisidir.”
Arthur C. Clarke, Star Maker için, “Muhtemelen bugüne dek yazılmış en büyük hayal gücü eseri,” yorumunu yapmıştır. “Nebula Maker” ise muhtemelen aynı zamanlarda, erken bir taslağın parçası olarak yazılmış ve 1976’ya kadar yayımlanmamıştır.
Bu en bilinen iki büyük eserinden başka, klasikler arasına girmeyi hak eden diğer eserlerine de kısaca değinmek gerekir. 1935’te yazdığı “Tuhaf John“, Nietzsche’nin üstinsan teması üzerine daha geleneksel şekilde planlanmış bir bilimkurgu romanıdır. 1944’te yayımlanan “Sirius“: insan beyni kapasitesine sahip, gelişmiş zeka, bilinç ve duyarlılığa erişmiş bir köpeği ve onunla beraber büyüyen bir kadını anlatır. İnsanın sınırlı kapasitesini, acizliğini, yetersizliğini hatırlatır. 1947’de kaleme aldığı “Alevler“de ise tımarhanedeki anlatıcı, gezegenleri oluşturan solar patlamayı hâlâ hatırlayabilen bilince sahip bir alevle telepatik iletişim hâlinde olduğunu iddia eder. İşin enteresan yanı, Stapledon kendisini bir bilimkurgu yazarı olarak görmez. 1937’de verdiği bir röportajda, Jules Verne, H. G. Wells, Edgar Rice Burroughs okuduğunu belirtse de, bir bilimkurgu dergisini ilk kez bir yıl önce okuduğunu ve pek de etkilenmediğini söyler. Jorge Luis Borges, 1965’te Star Maker’ı editörlüğünü yaptığı bir kitap serisine alır ve önsözünde bu çelişkiye şöyle bir yorum getirir:
“Stapledon, okuyucunun dikkatini dağıtmak veya onu şaşırtmak için icatlar yapmaz; dürüst bir titizlikle, tutarlı rüyasının karmaşık ve muğlak iniş çıkışlarının peşine düşer ve izini sürer… Çağdaş bakış açımızdan, Star Maker harikulâde bir romandan daha fazlasıdır. Dünyaların çoğulluğunun ve onların dramatik tarihinin muhtemel ve makul bir temsilidir.”
Uzun lafın kısası, Stapledon -âdeta görev bilinciyle, okuyucuya sonsuz zaman ve mekân boyunca rahat rahat dolaşmasına ve görülecek ne varsa görmesine izin veren bir yol haritası sunar.
Dilimize Kazandırılmış Eserleri
- Son ve İlk İnsanlar (Cem Yayınevi/Kanes Yayınları)
- Tuhaf John (Fihrist Kitap)
- Star Maker (Cem Yayınevi)
- Sirius (Dedalus Kitap)
- Yaşlı Adam Yeni Dünyada (Laputa Kitap)
- Alevler (Altıkırkbeş Yayınları/Dedalus Kitap)
- Efsuncu ve Diğer Öyküler (Fihrist Kitap)
Yararlanılan Kaynaklar: