Alfred Bester, 18 Aralık 1913’te Manhattan‘da dünyaya geldi ve çocukluğunun büyük bir kısmını burada geçirdi. Babası James, Avusturya kökenli birinci nesil Amerikandı. Annesi Belle ise Rusya’da dünyaya gelmiş, genç yaşta Amerika’ya göç etmişti. Bester, Yahudi olmasına karşın hiçbir dini gelenekle büyütülmedi ve ev yaşamının tamamen özgür olduğundan bahsetti. Erken yaşta bilimkurguya ve fantaziye aşık olduğunu fark etti ve kütüphanelerden kitap ödünç almaya başladı. Hugo Gernsback‘in dergileri patlama yaptığında, o renkli dikkat çekici dergiler sayesinde Bester’in ilgisi katlandı ve bulabildiği her şeyi okumaya başladı. Dergileri satın almaktan çok gazete satılan standlarda okuduğu için bir keresinde kovuldu.
1935 senesinde Philomathean Society‘e üye olduğu Pennsylvania Üniversitesi‘ne gitti. Daha sonra hukuk eğitimini alacağı Columbia Law School‘a başladı ancak eğitimini tamamlamadı. 1936’da tanıştığı Rolly Goulko ile evlendi. Rolly, 1960’larda reklamcılık sektöründe yöneticilik yapmak için kariyerini değiştirmeden önce başarılı bir radyo ve televizyon aktrisiydi. 1984 yılında vefat edene dek evli kaldılar.
Bester üniversiteden sonra, 25 yaşında halkla ilişkilerde çalışıyorken bilimkurgu yazmaya başladı. Yayımlanan ilk öyküsü, amatör bir öykü yarışmasını kazanan ve daha sonra Thrilling Wonder Stories‘in 1939 Nisan sayısında yayımlanan “The Broken Axiom” adlı öyküsüdür. Robert A. Heinlein, 50$ ödül verilen bu öykü yarışmasına, 7000 karakterlik öyküsünü Astounding Science Fiction’a göndererek 70$ kazanabileceğini fark ettiği için katılmamıştır. Yıllar sonra Bester ve Heinlein bir araya geldiğinde, bu konu hakkında “Seni … çocuğu. Ödülü ben kazandım ama beni 20 dolarla yendin.” demiştir.
Thrilling Wonder Stories’teki ödüllü öyküsünden sonra 1942 yılına dek kısa öyküler yazarak geçimini sağladı. Bu tarihten sonra kariyerinde büyük bir değişiklik yaparak çizgi romana yöneldi. Bu değişimde, editör Jack Schiff ve Mort Weisinger’in ucuz dergi yayımcılığını bırakıp Detective Comics‘e (yani şuan bildiğiniz adıyla DC) katılmaları oldu; yanlarına daha önce çalıştıkları Alfred Bester, Edmung Hamilton ve Henry Kuttner’ı da almışlardı. Bester, çizgi roman hikaye türleri ve endüstrisi hakkında çok şey bilmiyordu ancak Batman‘in yaratıcısı Bill Finger‘la beraber çalışması, ona bu alanda epey tecrübe kazandırdı. Batman’den sonra Superman, Green Lantern ve Captain Marvel gibi karakterler için yazmaya başladı. Meşhur Green Lantern yeminini de bu dönemde yazmıştır.
Birkaç sene sonra televizyon aktristi olan eşinin de etkisiyle radyo yayımcılığına geçti. Yalnızca radyo yayınları için çalışmaya başlayarak, daha sonra televizyon için de senaryolar yazmaya başladı. Radyo ve televizyon başta hoşuna gitse de, sürekli izleyici ilgisinin yaratıcı sürecin önünde engel oluşturduğunu düşündü, orijinallikten uzaklaştığını duyunca da soğumaya başladı. Tekrar bilimkurguya meylederek Magazine of Fantasy and Science Fiction, Astounding Magazine ve Horace Gold’un davetiyle Galaxy Magazine için yazmaya girişti. Galaxy Magazine, daha sonra Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 ve Asimov’un Çelik Mağaralar gibi iki kült eserini yayımlarak da ününe ün kattı.
Bester, Galaxy’de yazmaya başlamasıyla birlikte bilimkurguya damgasını vurmak üzereydi. Televizyon programlarıyla meşgul olduğu sırada Yıkım’a Giden Adam‘ı yazmaya başladı ve tefrikalar halinde 1952’de ocak-mart arasında Galaxy‘de yayımlandı. Bu roman evrenin en nüfuslu adamının, özünde kendisiyle savaştığı, asırlardır cinayet işlenmemiş bir gezegendeki cinayetini konu alıyordu, hem de bunu özel yetenekleri olan – esper’lerin – kişilerin insanların zihinlerini okuyup geleceğe yönelik planlarına ulaştıkları ve daha suçlar işlenmeden tespit edildiği bir ortamda anlatıyordu. Polisiye ve bilimkurguyu buluşturmasının yanında, insan bilinci üzerine yazdığı kurgularla da Cyperpunk‘ın ilk adımlarını atıyordu. Sonraki sene düzenlenen 11.World Science Fiction Convention‘da verilen ilk Hugo Ödülü’nü en iyi roman dalında Yıkım’a Giden Adam‘la kazandı.
1953’te bir başka romanı geldi. Who He? isimli, herhangi bir türe girmeyen televizyon endüstrisi hakkındaki romanını yayımladı. Bir bilimkurgu romanı daha yazması istenildiğinde ise bir anti-kahraman öyküsü yazmak istedi. Böylece en sevilen romanı Kaplan! Kaplan!‘ın hikayesini düşünmeye başladı. Bu öyküyü yaratmasındaki en büyük etki, 2.Dünya Savaşı sırasında denizde mahsur kalan bir aşçı hakkındaki okuduğu haber oldu. Bu haberi okuduktan sonra hikaye kafasında şekillenmeye başladı. Henüz Avrupa’da yaşamını sürdüren Bester, bu kitabını Londra ve Roma arasındaki seyahatlerinde yazdı. Eser ilk olarak İngiltere’da Kaplan! Kaplan! adıyla yayımlandı. Daha sonra Galaxy’de Ekim 1956 ile Ocak 1957 tarihleri arasında, The Stars My Destination ismiyle tefrika edildi. Tarihe silinmez bir iz bırakan eserde, hiçbir yeteneği olmayan 3.sınıf bir makinist olan Gully Foyle‘un öyküsü anlatılıyor. Parçalanmış bir gemide terkedildiği ıssızlıkta başlayan hikayesi, duyduğu büyük öfkeyle beraber bambaşka bir hal alır. Gully Foyle’un büyük dönüşümünü ve aynı zamanda galaksinin “jaunteleme” adı verilen ışınlanmayı bulmasıyla tümden değişimini birlikte seyrederiz. Bester’in çizgi roman kültüründen gelen farklı anlatım teknikleri, alaycı bakış açısı ve psikoloji bilimini çok iyi kullanmasıyla Kaplan! Kaplan!, unutulmaz ve türe damga vuran bir eser oldu; Yıkım’a Giden Adam‘la beraber New Wave ve Cyberpunk akımları için on yıllarca yol gösterici oldu, ilham vermeye devam etti.
1950’lerin sonunda kapsamlı bir Avrupa turuna çıkan Bester, anılarını Holiday dergisi için kaleme aldı. Gezilerinin sonunda derginin editörü oldu. Dergi 1971 senesinde kapanana dek, pek sevdiği bu dergide çalışmayı sürdürdü. Bu süreçte bilimkurgudan uzak kaldı. Sonrasında yazdığı ilk bilimkurgu öyküsü olan The Four-Hour Fugue ile Hugo‘ya aday oldu. 1975’de iki başyapıtından sonra yazdığı ilk romanı The Computer Connection‘ı yayımladı, 1976’da hem Hugo hem de Nebula ödüllerinde en iyi roman ödülüne aday oldu. 1980’de girişini The Four-Hour Fugue’dan alan Golem100 ve 1981’de The Deceivers romanlarını yazdı. 1970’lerin sonunda sağlığı bozulan Bester’in eşi Rolly de 1984’de kanserden öldü; bu olayla birlikte yazarlık kariyerini büyük ölçüde bitirdi. 1987’de SWFA(Amerikan Bilimkurgu Yazarları Derneği) tarafından 9. Büyük Usta ilan edilmiştir. Ancak bunu onura eriştiğini görememiştir. 1987’de evinde düşerek yaralanmış, bunun sonucunda oluşan komplikasyonlar sebebiyle 30 Eylül 1987’de vefat etmiştir. Ölümünden sonra 1991’de Tender Loving Rage isimli romanı yayımlandı. 1998’de ise mitolojik kurguları ve Işık Tanrısı romanı ile tanıdığımız Roger Zelazny, Bester’in yarım kalmış romanı Pscyhoshop‘u tamamlayarak yayımladı.
Bester Niçin Dönemlere Sığdırılamayan Bir Yazar?
Jules Verne ve H. G. Wells sonrası dönemde modern bilimkurgu en tipik şekilde üç döneme ayrılır: Altın Çağ, Yeni Dalga ve Cyberpunk. Altın Çağ, bilimkurgunun 40’lı 50’li yıllarını temsil eder. Bu dönemde içinde hepimizin bildiği Asimov, Heinlein, Clarke başta olmak üzere Fredric Brown ve Bradbury gibi yazarlar yer alır. Yeni Dalga dönemi ise, bilimkurgunun büyük bir dönüşüm geçirerek değer verilir bir tür haline geldiği, sosyal bilimlerin etkili kullanıldığı ve radikal birçok görüşe de yer veren bir dönem olmuştur. 60’ların ortalarından 90’lara dek etkisi süren bu türün en önemli temsilcileri, J. G. Ballard başta olmak üzere Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Moorcock, William S. Burroughs, Harry Harrison, Brian W. Aldiss, Robert Silverberg, John Brunner ve Samuel R. Delany ve daha başka birçok yazardır. Cyberpunk akımı ise William Gibson’ın Neuromancer romanıyla, 80’lerin ikinci yarısında ateşlenir. Gibson, Neal Stephenson ve John Shirley, köklerini Yeni Dalga akımından alan bu yeni dönemi, bilgisayar teknolojilerinin kullanımının da artmasıyla beraber özgün hale getirdiler. Sonrasında dönemi, animede Akira ve Ghost in the Shell, sinemada Johnny Mnemonic ve Matrix serisi, bilgisayar oyunlarında ise Deus Ex devam ettirdi.
Bilimkurgu gerçekten de birçok önemli yazarla doludur; onlarca başka yazardan etkilenmeyen bir yazara rastlamamak ise neredeyse imkansızdır. Ancak yeterince fazla insanla konuşursanız karşınıza sıklıkla bir isim çıkacaktır: Alfred Bester. Bilimkurgu yazarlığından, televizyon ve radyo yayınlarında çalışmaya, tatil dergileri için seyahatler düzenleyip yazılar yazmaya ve çizgi roman yazarlığına dek farklı farklı işlerle ilgilenen Bester, bilimkurgu alanında çok üretken olmasa da nokta atışlarıyla kat kat fazla eser verenlerden çok daha büyük bir iz bırakmıştır. Yazarlığa başladığı seneye baktığımızda, ilk ödüllü öyküsünün yayımlandığı 1939 yılıdır. Altın Çağ’ın ve tabii ki tüm bilimkurgunun en önemli yazarlarından olan Asimov da 1939’da yazmaya başlamıştır. Zaten Bester, Asimov’dan 7 yaş kadar da büyüktür. En önemli iki eseri Yıkım’a Giden Adam ve Kaplan! Kaplan! da 50’lerde yayımlanmıştır. Dolayısıyla Bester’e bir Altın Çağ yazarı dersek abesle iştigal etmiş olmayız. Fakat bu kadar kolay sınıflandırmak pek de mümkün değildir.
Bester, öncelikle iki esas romanıyla getirdiği yenilikler ve etkilediği yazarlarla aslında bu üç dönemi de kapsıyor. Çizgi roman yazarlığı deneyimiyle gelen sahne betimlemelerinin canlılığı, kullandığı farklı anlatım biçimleri, seçtiği özgün konular ve karakterler, zeki ve alaycı üslubuyla Yeni Dalga hareketindeki yazarlar için önemli bir yol gösterici, aynı zamanda Cyberpunk hareketinin de doğrudan atası oldu. Cyberpunk hareketinin başlatıcısı olarak görülen William Gibson, Bester’den “Benim Bester’e duyduğum hayranlığı, aynı heyecanla paylaşmayan bir bilimkurgu yazarıyla henüz karşılaşmadım.” diye bahseder. Spekülatif bilimkurgu yazarı James Lovegrove ise “William Gibson okulda arkadaşlarıyla oyuncak ışın tabancasıyla oynarken, Bester siberpunk yazmakla meşguldü” der.
Yeni Dalga‘nın önemli isimlerinden, Yer Açın! Yer Açın! romanıyla hatırlayacağınız Harry Harrison da sıkı bir Bester hayranıdır; ondan “Alfred Bester, modern bilimkurguyu icat eden bir avuç yazardan biriydi.” diye bahsederken, James S. A. Corey, Samuel R. Delany, Neil Gaiman, William Gibson, Joe Haldeman, Robet Silverberg ve Bruce Sterling gibi isimler, Bester’in kurgusunun önemini vurgulamak için adeta sıraya dizildiler. Son dönemin şahane bilimkurgu dizilerinden The Expanse‘in yaratıcılarından Ty Franck, Kaplan! Kaplan!‘ın Expanse serisinde büyük bir etkisi olduğunu söylediği bir röportajında “Gully Foyle’un macerasının geçtiği güneş sistemini çok sevdim. Mars ve Ay’da, dış gezegenlerin uydularında ve astroidlerde yaşayan insanlarla beraber yaşamak istedim.” diye bahsetmiştir. Philip K. Dick’in Minority Report filmine kaynaklık eden öyküsünün esin kaynağı da Yıkım’a Giden Adam‘dı. Etkisi elbette edebiyatla sınırlı değildi. Bir başka hayranı olan Babil 5 dizisinin yaratıcısı J. Michael Stracynski, onun anısına Alfred Bester isimli bir karakter yazmıştı. Slough Feg isimli heavy metal grubu ve The Liverpool Scene onun romanları adına şarkı bestelediler. Şaşkınlığınızı arttırmak için ise, Bester’in etkilerinin, Godard’ın Alphaville filminde ve Vince Gilligan’ın Breaking Bad‘inde dahi görüldüğünü ekleyebilirim.
Hazırlayan: Canberk İleri