Günümüzde, ütopik düşünme ile itham edilmek bir nevi hakarettir. Ayakları yere basan, gerçekçi ve aklı başında insanlar olmakla gurur duyuyoruz. Geleceği hayal etmeye kalkıştığımızda, bunu tuhaf bir tik ile yapıyoruz; kendimize şu anki trendler temelinde geleceğin nasıl olacağını soruyoruz. Neredeyse hiçbir zaman şu felsefi soruya yeltenmiyoruz: Gelecek nasıl olmalı? Geleceği hayal edilebilecek bir şey olarak gören cesur ve yönlendirici filozoflar olmak yerine, geleceği anlaşılabilecek bir şey olarak gören mütevazı fütürologlar olarak ilerliyor ve dolasıyla da bu şekilde var ediyoruz
Ütopik düşünmek politik bir eylemdir. Mevcut zaman ve mekana olan güncel takıntımızı yok saymayı ve insan gelişimini en üst düzeye çıkarmak için mümkün olduğu kadar dünyamıza odaklanmayı içerir. Batı’da şimdiye kadar üretilen en ünlü ütopya, Atina’da M.Ö. 380 civarında yazılmış olan Platon‘nun Devlet’idir. Bu çalışma ideal çocuk yetiştirme, beslenme, eğitim, hukuk ve devlet sistemi tanımlarıyla geleceğin toplumunun nasıl düzenlenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu tarz bir ütopia geleneği bir uyanışı hak ediyor. Günümüzde çoğu ütopik düşünce bilimkurgu yazınına geçti. Bilimkurgu, türümüzün geleceği için en korkunç ve tuhaf olasılıklara saplantılı, özellikle genç erkeklerin tükettiği bir alt tür olarak görülerek gözardı edilmiş en az prestijli edebi sanatlardan biridir. Oysa bilimkurgu, gerçekte, distopya versiyonlarının tersine ütopyalarına büyük oranda az değer biçilmiş bir araçtır. Ütopya, bizi hayal gücüne dayanarak geleceğin nasıl olmasını istediğimizi keşfetmeye çağırır. Artık, geleceği istediğimiz gibi şekillendirmek için güncel imkanlarımızın biraz ilerisindeyizdir.

Bilimkurgu bir jetpack ya da bizi seven bir robot nasıl yapılır gibi sorular için kesin cevaplar içermeyebilir, ancak bizi mantıken öncelikli olan ve öncelikli olduğu kadar da önemli olan bir şey için uygulanımsal yetkinlik kazanmaya teşvik eder; yani çözülmesini görmek istediğimiz özel bir konunun tanımlanmasına… Toplumdaki değişiklikler nadiren gerçek icatlarla başlar. Değişikler hayal gücünün eylemleriyle, yeni bir şeye ihtiyaç olduğunun keskinleşmiş hissiyle, bir motorla, küçük bir kanunla, insanların nasıl evlenmesi gerektiği ile ilgili bir fikirle ya da bir toplumsal hareketle başlar. Değişimin ayrıntıları sonunda laboratuvarlarda, komite odalarında ve parlamentolarda işe yarayabilir, ancak değişim isteğinin kristalleşmesi daha önceki bir aşamada gerçekleşir: Henüz gerçekleşmemiş olanların nasıl vücut bulacağını bilen insanların hayal gücünde…
Denizaltında 20.000 Fersah, 1870 yılında Paris’te basıldı. Jules Verne, dünyanın okyanuslarını genellikle derinlemesine gezen büyük bir denizaltı olan Nautilus‘un maceralarını anlattı (Seyahat edilen mesafe 20.000 fersah – yaklaşık 80.000 kilometre). Hikayeyi yazarken Verne, denizaltı keşifleriyle ilgili her teknik sorunu çözmek konusunda çok fazla endişe duymamıştı. Bir gün sahip olunmasının önemli olacağını düşündüğü kapasiteleri saptamak niyetindeydi. Verne, yüksek barometrik baskılara dayanabilecek bir camın nasıl yapılacağını bilememesine rağmen Nautilus’u devasa bir penceresi varmış gibi tasvir etti. O çağlarda deniz suyunun arıtılması için gerekli bilimin son derece ilkel olmasına rağmen deniz suyunu içilebilir hale getirebilecek bir makineye sahip olan bir gemi hayal etti. Ve bu teknolojinin emekleme döneminde olmasına rağmen, Nautilus’u gücünü aküden alıyor şekilde tarif etti.

Jules Verne teknolojinin düşmanı değildi. Pratik problemlerden çok etkilenmişti. Ancak romanlarını yazarken, ‘nasıl‘ soruları için endişelenmekten vazgeçti. Yeni şeylerin nasıl olabileceğini resmetmek istediğinden, bir gün ele alınması zorunlu pratik ile ilgili birçok soruyu bir süreliğine savuşturdu. Böylece, milyonlarca kişinin aklına denizaltı fikrini yerleştirdi ki bu sırada teknoloji yavaşça gelişerek bunun gerçeğe dönüşmesine fırsat sağlıyordu
1865 yılındaki ilk hikayesi Ay’a Yolculuk‘da Verne, yörünge kavramını keşfettikten sonra Ay’ın üzerine iniş yapmıştı. Hiç utanmadan kendini o denli hayal etmeye bıraktı ki bu, zamanının teknolojisinin tamamiyle ötesine ulaşmaktı.

Verne, ABD’nin güney Florida‘daki bir üssünden Ay için bir görev başlatacağını ve geminin bildiği en hafif metalden (alüminyum) yapılacağını hayal etti. Bu maceraya tarifi neredeyse imkansız bir bütçe biçti: O dönem için Fransa’nın tüm GSYİH’sinden fazlası ki bu Apollo programının ne kadara mal olduğu konusunda çok saygın bir tahmine dönüştürülebilir.
Gerçekten Verne’nin tamamiyle hayali bir tasviri vardı. Onun muazzam popüler kitabı herhangi bir mühendise doğrudan yardımcı olmayabilir, ancak uzun vadede belki de gerçek yolculuk için eşit derecede önemli olan bir şey yaptı: Bir istek uyandırdı. Bu, NASA’nın 1961 de Ay’ın uzak yüzündeki büyük bir kratere Verne ismini vermesini ve Avrupa Uzay Ajansı’nın Uluslarası Uzay İstayonu‘na seyahat için fırlatılan Jules Verne 2008 roketinin kargo bölümünde Ay’a Yolculuk’un 1872 basımı kapak fotoğrafının resmedilme sebebini açıklıyor.

Bilimkurgunun kilit zihinsel motivasyonu, yani “hayatın bir gün nasıl olmasını isterdik?” sorusu teknolojiye odaklanmış durumda. Oysa aile hayatı, ilişkiler ya da kapitalizmin kendisiyle ilgili olarak, farklı alanlarda dramatik düşünce-deneylerine eşit miktarda girişmememiz için hiçbir neden yoktur. Bu, felsefi ütopik düşüncenin görevidir.
Bir şeyin daha iyi bir versiyonunun nasıl bir şey olabileceğini, çözüm için doğrudan araçlar olmaksızın sormak toyca ve naif hissettirebilir. Fakat geleceği formüle ederek, sahip olduğumuz şeylerdeki sorunların ne olabileceğini daha açık bir şekilde tanımlamaya ve hareket halindeki değişim çarklarını kurmaya başlarız. Ütopik düşünce deneylerimiz sırasında, hayal ettiğimiz gelecek senaryoları içinde şekillenen ve en azından kasvetli şu anımızda gerçekleşmesi pek mümkün değilmiş gibi görünen olayları, şeyleri, zararlı eğilimleri en aza indirme alışkanlığına kapılırız. Fakat bunlar genellikle geleceğin gerçekliğiyle derinden ilgilidir, çünkü tarihe baktığımızda, bir zamanlar ütopik görünen birçok makine, proje ve yaşam biçiminin gerçekleştiğini görebiliriz. Hiç değilse Kaptan Kirk‘ün telefonunun…
Çeviri: Hilal Adaşlık | Kaynak: The School of Life