Töreler ve gelenekler arasında kapana kısılmış, birbirine destek olarak ayakta kalmaya ve kadere karşı gelmeye çalışan iki kız kardeşin hikâyesi. Yazdıklarımı tekrar okuyunca, insanın aklına Doğu’da geçen bir aşiret öyküsünden bahsedecekmişim gibi geliyor. Ama bahsedeceğim eser Ursula K. Le Guin‘in, Nebula Ödüllü Vahşi Kızlar novellası. Vahşi Kızlar’ın geçtiği dünya, sınıflar ayrımının hâkim olduğu Orta Çağ’ı anımsatan bir düzene sahip. İnsanlar, Şehirliler ve Göçebeler diye iki büyük gruba ayrılmış. Şehirliler üç sınıfa bölünmüş: Arazilere ve kölelere sahip olan Taçlar veya başka bir deyişle Tanrılar; köleler olan Topraklar ve burjuvazinin ilk halini anımsatan, zengin tüccarlar olan ama toprağa sahip olmayan Kökler.
Bu üç sınıf arasında çok garip bir evlilik töresi var: Taç erkekleri sadece Toprak kadınlarıyla evlenmek zorunda. Taç kadınları sadece Kök erkekleriyle evlenebiliyor. Kök kadınlarının ise Toprak erkekleriyle evlenmesi mecburi. İlgimi çeken başka bir konu ise kitapta geçen Yerşehir ve Gökşehir ayrımı. Yerşehir, yaşadıkları dünyayı anlatırken; Gökşehir hem gökyüzünü hem de diğer dünyayı temsil ediyor. İşte tam burada, eserde kilit bir noktada yer alan bilgiyi sunmak gerekiyor: Eğer ölen kişi toprağa gömülmezse ruhu Gökşehir’e gidemiyor ve ruhu dünyada esir kalıyor. Bu kötü ruh, bir tür hayalete dönüşüyor.
“Altı Taç erkeği aniden kılıçları çekilmiş hâlde otların arasında belirdi. Yaşlı erkek ve kadınların boğazlarını kestiler.”
Vahşi Kızlar, altı Taç erkeğinin yaptığı bir yağmayla başlıyor. Grubun başında Bela ten Belen var. Amaçları, Göçebelerin şehir dışında kurduğu çadırlara baskın yaparak ganimet elde etmek. Ancak burada bahsi geçen ganimet, para veya altın değil. Ganimetleri köleler, yani Toprak kız çocukları. Yağmaları başarılı oluyor ve kimisi bebek kimisi dokuz-on yaşlarında olan altı kız çocuğu yakalıyorlar. Akşam şehre geri dönmeye çalışırken kamp yaptıkları yerde, kız çocuklarından birinin ablası da onlara katılıyor. Yakaladıkları çocuklara isim verip, aralarında pay ediyorlar. Bu kızlar arasında üçü, novella için önem arz ediyor: İlk kaçırılanlardan olan beş yaşındaki Mal, kardeşini yalnız bırakmamak için gruba gönüllü olarak dahil olan on bir yaşındaki ablası Modh ve hasta bir bebek olan Groda.
Romanın dönüm noktası hasta olan bebeğe, kızların itirazlarına rağmen sahibi tarafından isim verilmesi ve gömülmeyerek ölüme terk edilmesi. Bu hata, bebeğin ruhunun Gökşehir’e gidememesine ve bir hayalete dönüşmesine neden oluyor. Bela ten Belen’in kölesi olan Modh ve Mal’ın yaşadıklarına tanık oluyoruz eserin devamında. Müstakbel gelinler olarak yetiştiriliyor bu iki kardeş. Önceki yaşamlarına göre, daha zengin ve daha rahat bir yaşama kavuşuyorlar. Şehrin törelerini ve geleneklerini öğreniyorlar. Modh, Bela ten Belen’in karısı olma şerefine erişiyor ve mutlu bir yaşama kavuşuyor.
Yağmada hasta bir bebek olan Groda’yı ölüme terk eden Ralo ten Bal’ın, Mal’a talip olmasıyla işler karışıyor. Ralo ısrarı ve verdiği yüksek miktardaki gelin fiyatı sayesinde Mal’la evlenmeyi başarıyor. Ancak yapılan yanlışlar, olayların trajik bir şekilde sonuçlanmasına yol açıyor. Ayrıntı Yayınları Bilimkurgu Dizisi‘nin ilk kitabı olarak yayımlanan ve bilimkurgu motiflerine sahip olsa da daha çok fantastiğe kayan Vahşi Kızlar’da her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışan, dayanışma içinde olan, güçlü kadın karakterler görüyoruz. Erkekler ise, özellikle Taç erkekleri açısından konuşursak, genel anlamda kişilik açısından zayıf ve zalimler. Kitapta ayrıca Le Guin’e ait, “Okurken Uyanık Kalmak” adlı bir deneme, birkaç şiir ve iki tane de söyleşi bulunmakta.
“Erkekler nefret ederdi, göçebeler ve Şehir erkekleri de. Erkekler yağmalar, yiyecekleri alır, öldürür, insanları köle yaparlardı.”
Hazırlayan: Ruhşen Doğan Nar