Tanrıya öykünen Dr. Frankenstein‘ın bir köpek-insan yarattığını düşünün; şimdi bu doktoru bir çaylak bilimadamı değil de burjuvanın önde gelen cerrahlarından biri olarak hayal edin, yaratık da proletaryayı temsil etsin. Başlangıçta bir sokak köpeğinin ezikliğine ve bir adi suçlunun edepsizliğine sahip olan bu başarılı denek, zamanla insan formuna bürünüp çekilmez bir ev arkadaşına dönüşsün, yoz bir sistemin dibini görmüş bir birey olarak tecrübelerini toplumsal statü elde etmede kullansın. İşte bunu hayal etmeyi başardığınızda, Rus Devrimi‘nin toplumsal sonuçlarını Mihail Bulgakov‘un Köpek Kalbi (Sobach’e Serdtse) romanında hicvettiği şekliyle görmüş olacaksınız. Ya da kitabı okuyup zekice kurgulanmış bu kara mizaha katılacak ve içerdiği sistem eleştirisine kafa yoracaksınız.
Bilimkurgu hayranları, zamanın Sovyetlerini batı distopyasının ilham kaynağı olarak tanırlar. Nitekim Sovyet rejimi, liberal batı için ürkütücü bir şeydi ve bu hisleri sanatlarına da yansıdı. Bir açıdan haksız oldukları söylenemezdi, çünkü Sovyetler Birliği’nde ifade özgürlüğü sıkı bir denetime tabiydi. Bilimkurgu da tanımı gereği bu denetimden kaçmaya müsait bir ortam yaratıyordu. Dolayısıyla kalemler susmadı, basım ve dağıtımları engellense bile tüm bu kısıtlamalar Sovyetlerde bilimkurgu edebiyatının gelişmesini sağladı. Köpek Kalbi’nin yazarı Mihail Bulgakov da, bu dönemde muhalif sesini kaleme dökmüş isimlerden biridir.
1925’te yazılan Köpek Kalbi, benzerleri gibi sansüre takılıp ancak 1968’de ABD’de basılma imkanı bulmuştur; Rusya’daki okurlarına ise 1987’de ulaşabilmiştir. 1988 yılında Sobache Serdtse adıyla sinemaya uyarlanmıştır. Doktorluğu bırakıp kariyerine yazar olarak devam eden Bulgakov’un, kaleminden para kazanamayan diğer pek çok yazar gibi ömrünün kalanını maddi sıkıntılar içinde geçirdiğini söylemeye gerek yok.
Mihail Bulgakov, 1891 yılında Ukrayna’da doğdu. Tıp okumasına rağmen yazarlık ve gazetecilik yaptı. Ancak 1930 yılında eserleri tamamen sansürlendi. Geçim sıkıntısıyla ülkeyi terk etmek istediğinde durumunu dönemin devlet lideri Josef Stalin‘e bir mektupla bildirdi. Mektubunda ülkede kalamayacağını, kararından vazgeçmesinin ancak Moskova Tiyatrosu’nda oyun yazarlığına getirilmesiyle mümkün olacağını yazmıştı. Devamında dilediği kadroya getirildiyse de yazdığı oyunlar gene sansüre takılınca eski kaygılarıyla tekrar yüzleşti. 1940 yılında hayata gözlerini yumdu.
Hemşehrisi Gogol için kullanılan “ciddi olan hiçbir şeyi beceremez” lafı Bulgakov için de geçerlidir ve yansımalarını Köpek Kalbi romanında açıkça görmek mümkündür. Samimi ve zekice mizahını distopik kurgulara malzeme olmuş komünist sistem eleştirisine yedirmeyi başaran yazar, bu eserinde tıp bilgisini ve edebiyattaki ustalığını sonuna kadar konuşturup günümüzde bile anılmayı başarmıştır.
Roman, soğukla ve açlıkla mücadele etmekte olan yaralı sokak köpeği Şarik‘in ağzından başlar. Çektiği onca acıya rağmen hayatta kalma güdüleri galip gelmiştir. Tıpkı her köpekten bekleyeceğimiz gibi, Şarik de bir gün kendisine sucuk ikram eden steril kurtarıcısına minnetini göstermek ister ve adamın peşine takılır. Ancak bilmediği şey, bu kanatsız meleğin aslında denek arayışındaki bir bilimadamı olduğudur. Şarik’in bu sıcak yuvada başlayan yeni hayatı, bir ameliyat masasında bambaşka bir yola girer. Hikaye yürek sızlatan bir dram gibi başlasa da yazarın tasvir ettiği şey aslında Bolşevik Devrimi öncesi toplumdur; yoksullukla mücadele etmelerine rağmen umutlarını yitimemişlerdir. Bir parça yiyecek ve sıcak yuva vaadiyle gelen ise Lenin‘dir.
Köpek Şarik, ameliyat masasında oldukça kanlı bir mücadele verir. Doktor, köpeğe bir insanın hipofizini ve testislerini nakletmeye çalışmaktadır, başarır da. Ancak cinsel dürtüleri ve beyin fonksiyonları aktarılsa da kalp hala köpek kalbidir; Şarik başlangıçta tam olarak bir insana dönüşemez. Bulgakov’un hicvinde ise ameliyat masası zorlu iç savaş ve devrim sürecidir, devamı da altyapısı hazır olmayan komünist sistemin dikte edilmesiyle toplumun buna tam olarak uyum sağlayamamasını tasvir eder. Zira Şarik, bir sokak köpeği ile bir suçlunun birleştirilmesi sonucu oluşmuş bir varlıktır, burjuvaya ayak uyduramaması sinir bozucu olsa da doğaldır. Dolayısıyla konuşmaya başladığında ilk öğrendiği sözcükler argo içeriklidir; zaten bu sözcükleri ameliyattan önce tam bir köpekken bolca duyup anlamadığı halde aklına kazımıştır.
“Sizde her şey planlı ve sıkıcı. peçete şuraya, kravat oraya… Affedersiniz, lütfen, teşekkürler! Hayat bu değil! Gerçek yaşam bambaşka. Bütün bu davranış biçimleri işkenceden başka bir şey değil. Çarlık döneminde yaşamıyoruz ki!”
İnsan organlarının nakledilmesiyle ortaya çıkan “şey” zamanla insan görünümüne bürünse de topumdan dışlanıp hor görülmekten kurtulamaz. Sofistike cerrahımızla aynı evi, aynı sofrayı paylaşan bu “şey” burjuvanın keyfini kaçırmaktadır. Üstelik en sinir bozucu zamanlar henüz gelmemiştir: Şarik, yozlaşmış sistemden faydalanarak yavaş yavaş cerrahı geride bırakan bir karizmaya ve statüye sahip olacaktır.
“Bir araştırmacı ayağını denk alıp doğaya paralel hareket etmek yerine sınırları zorlar ve perdeyi kaldırmaya çalışırsa, olacak budur. İşte sana Sharikov, al başına ve katlan ona.”
Köpek Kalbi akıcı anlatımı, zekice kurgusu ve doğal karakter tasvirleriyle sıkılmadan okuyacağınız bir kitap olsa da duygusal anlamda hassas biriyseniz Şarik’in hikayesinin canınızı acıtacağını şimdiden belirtelim. Ağlatacağı kesin, ama gülmekten mi yoksa hüzünden mi ağlayacağınızı kestirmek zor. Bunca hiciv ve göndermeyi, edebiyat sanatından ödün vermeden böylesine kısa bir kitaba sığdırabilen Bulgakov ise geç de olsa hakkı teslim edilmesi gereken bir adam.
Hazırlayan: Sibel İnce