Ruhani Bir Macera: Arcturus’a Yolculuk
“İngilizce yazılmış çok az roman Arcturus’a Yolculuk gibi sıra dışı ve etkileyici olmayı başarmıştır.” -Michael Moorcock
David Lindsay’in Arcturus’a Yolculuk adlı eseri kadar özgün ve etkili eser çok yoktur. İlk basıldığı 1920 yılında CS Lewis’te büyük heyecan yaratmış ve Lewis daha sonraları kitabı Tolkien’e öneren isim olmuştur. Alan Moore, her ne kadar yazdığı önsözde kitabı Bunyan ve Machen ile karşılaştırıyor ve akla Walpole, Corvo, Hodgson, ER Eddison, Barrington Bayley ve hatta Mervyn Peake gibi isimleri getirdiğini belirtiyorsa da, en özgün eserlerden biri olduğu konusunda da hakkını teslim ediyor.
Diğer birçok kişi gibi Lindsay de Birinci Dünya Savaşı’nın siperlerinden derin bir huzursuzluk içinde ve savaş öncesindeki çocukluk döneminin her anını sorgulayarak eve döndü. Eserde kendisinin bu ruh haline dair pek çok ize rastlamak mümkün. Arcturus’a Yolculuk, iki eski asker olan Nightspore ve Maskull’un bulunduğu bir toplantıyla başlıyor. İki ruhun belirdiğini görüyorlar, ruhlardan biri, kendine Krag diyen diğer ruh tarafından çok korkutucu biçimde öldürülmüş. Daha sonra Krag, askerlere İskoçya’da terk edilmiş bir gözlemevinde onunla buluşmalarını söylüyor. Oraya gittiklerinde “Back Rays” denen küçük şişeler buluyorlar; ışık bu şişelerden yansıyarak kaynağına geri dönüyor. Üçü birlikte, Krag’ın kullandığı kristalden bir gemiyle Arcturus adlı ikili yıldız sisteminin tek gezegeni olan Tormance’ye yolculuğa çıkıyorlar. Yolculuk sonunda kendinden geçen Maskull, uyandığında arkadaşlarının etrafta olmadığını fark ediyor ve bu vakitten sonra mavi ve beyaz güneşlerin doğup battığı, Blakeanlar olarak bilinen garip kişilerle dolu bu parlak kentte yaşamaya başlıyor.
Lindsay eserinde, kötülüğün doğasını, Maskull gibi “iyi” insanların nasıl birini öldürecek kadar ikna olabileceklerini sorguluyor. Maskull, Krag ve Nightspore’u ararken korkutucu, ruhani, düşsel yerlere gidiyor. Buralarda Tanrı ikilemini, kendini kurban etmenin manasını ve varlığın amacını sorgulayan sevgi dolu kadınlar, zalim erkekler ve yaratıklarla karşılaşıyor. Maskull’un vücudunda yeni duyu organları ortaya çıkıyor. Her tarafa bilinmedik bir atmosfer nüfuz etmiş durumdadır. Oysa bu Budist cennetin ardında, yozlaşmış yırtıcıların bulunduğu bir dünya vardır. Bir Tanrı veya belki de bir şeytan ile karşılaşan Maskull, yolculuğunda etik bir amaç olduğunu seziyor. Fakat bu amaç gizli kalıyor. İç dünyasındaki çatışmalar kazandığı hızlı yürüme, görsel güç ve öyküleyici mantık kabiliyetleriyle birleşince daha da artıyor.
Sebep olduğu ölümlerden dolayı duyduğu suçluluk duygusuyla acı çeken Maskull, obsidyen tepelere tırmanarak, hisleri olan su kaynaklarını geçerek, gizemli mağara ovuklarını atlayarak, kurak çölleri ve dik dağları aşarak yolculuğuna devam ederken; bir yandan da öldürmeyi bırakmaya çalışıyor, fakat yapamıyor. Sık sık Krag ve Nightspore’yi ileride görüyor gibi oluyor. Surture, Crystalman veya Shaping de denen ve Tanrı olması muhtemel bir varlıkla da karşılaşıyor. Görevinin objesi haline gelen Tanrı, zaman zaman karakterimize görünür gibi oluyor; kim bilir belki de gerçekten görünüyor. Etkileyici bir sahnede Maskull, Earthrid adında yalnız ve çılgın bir adamla karşılaşıyor. Earthrid, doğanın güçlerini kullanıp bir gölü manipüle ederek göreni öldüren muazzam derecede güçlü, cezbedici, güzel manzaralar ve sesler yaratıyor.
Roman sanki Nietszche’nin Zerdüşt’ünün yolculuğuna benziyor. Maskull, kendi ruhunu kurtarmak için ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyor. Fakat Lindsay, zaferi erken kutlamakta acele ederse faşizmin gerçek yüzünü tam olarak gösteremeyeceğinin farkındaydı. Hakikaten romanın tasarısındaki bu şaşırtıcı muğlaklık, kendisi de siperlerde çatışmış bir yazar olarak Lindsay’in, Adolf Hitler tarafından benimsenen düşsel gaddarlığa karşı bir antitez oluşturmasını sağlıyor. Doğuştan Hristiyan olan CS Lewis, her ne kadar kendi Perelandra romanları için Arcturus’a Yolculuk’tan yararlandıysa da, Lindsay’in “Mutlak”a olan bağlılığını reddetmiştir ve Tanrıyı sorgulayan dahi kişilik onda yoktur. Bu ilginç kitaba sürükleyiciliğini ve büyüleyici etkisini veren özellikler de zaten bunlardır.
Sonuç olarak, İthaki Bilimkurgu Klasikleri dizisinin 13. kitabı olarak dilimize kazandırılan Arcturus’a Yolculuk, gerek tarihi değeri, gerek bilimkurgu ve fantastik edebiyata kattıklarıyla ölümsüz bir eser olmayı sürdürüyor.
Hazırlayan: Burak Avcı