Yazmaktan Vazgeçemeyen Bir Yazar: Robert Silverberg

O yıllarda yalnızca bir avuç öyküsü ve ilk romanlarından biri bulunan 21 yaşındaki Robert Silverberg, 1956 Hugo Ödülleri‘nde Gelecek Vaadeden En İyi Yeni Yazar seçildi; nerdeyse elli yıl sonra Nisan 2004’teki Nebula Ödülü töreninde Damon Knight Büyük Üstat Anma Ödülü‘nü aldı. O tarihe kadar 400’den fazla hikayesi basılmış, yaklaşık 80 romanı yayımlanmıştı; üstelik bunlar yalnızca bilimkurgu eserleriydi. Eserlerinin tamamı yüzlerce erotik hikaye ve roman, antropoloji ve popüler bilim üzerine düzinelerce araştırma, makaleler ve çeşitli konularda yayına hazırladığı antolojiler ve başka türlerde verdiği birkaç romanı da içeriyor. En son kitabı kariyeri boyunca yazdığı bazı hikayelerden oluşan retrospektif derleme Phases of the Moon: Stories from Six Decades (Ayın Evreleri: Altmış Yıldan Hikayeler-2004).

Silverberg’ün kariyerinin ilk dönemleri, yaklaşık 1954-1960 yılları, yazarın ilk insanüstü üretkenlik patlaması ve sonradan bıraktığı takma isimlerinin yaratılmasıyla bilinir. Takma isimler, kısa hikaye mecmualarının altın çağında moda olduğu üzere, bir içindekiler sayfasında birkaç defa yer alabilmesine olanak vermişti. Robert Silverberg’ün yarı resmi web sitesine göre 1957 ve 1959 arasında farklı isimler kullanarak 220 kısa hikaye ve 11 roman yayımladı, bunların çoğu tekrar basılmamıştır.

1987 Geleceğin Yazarları paneli (Soldan sağa: Isaac Asimov, Gene Wolfe, Robert Silverberg, Roger Zelazny, Larry Niven)
1987 Geleceğin Yazarları Paneli (Soldan sağa: Isaac Asimov, Gene Wolfe, Robert Silverberg, Roger Zelazny, Larry Niven)

O dönem yazdığı ve kariyeri boyunca belirli aralıklarla yeniden yazacağı gençlik romanları çok güncel kalamamış olsalar da, Silverberg kendini bilimkurgu alanında en güçlü, yetenekli ve yaratıcı kısa öykü yazarlarından biri olarak kanıtlamaya başlamıştı. Yalnızca 1950’lere odaklanmasalar da hem Needle in a Timestack, hem de World of a Thousand Colors (1983) o döneme ait harika Silverberg öyküleri içerirler. Bu öykülerden en iyileri alışılagelmiş bilimkurgu temalarını, o ana kadar bilimkurguda nadiren görülen (bir diğer örneği için Theodore Sturgeon) duygusal bakış açılarıyla anlatarak onlara klasik niteliği kazandırmıştır. Geriye baktığımızda, Silverberg’ün sonraki on yıl içinde dönüşeceği yazarı en açıkça öngören öykü, psikolojik yalnızlığı tüm acısıyla empatiyle anlatmış olan 1957 tarihli The Warm Man. Öykü Phases of the Moon’da da olmak üzere birçok defa basıldı.

1960’ların gelişiyle Silverberg bilimkurgudan emekliliğe ayrıldığını ilk kez açıkladı. Artık çoğunlukla popüler bilim, antropoloji, tarih ve takma isimle yazılmış erotik öykülere odaklanacaktı; gerçi arada bir bilimkurgu öyküleri de yazacaktı. 1963’te en ünlü eserlerinden To See the Invisible Man ve son derece isabetli bir adı olan The Pain Peddlers gibi iki önemli hikayesinin basılması kaydadeğer. Acı Taciri tanımı Silverberg’ün kendisine de çok uygun; gelecek yıllarda yenilikçi bir edebi teknikle buluşturduğu klasik bilimkurgu temalarını ustalıkla ve etkileyici bir şekilde kullanarak, insan benliğinin en karanlık duygusal yaralarını inceleyen geniş ve derin bir portföy oluşturacaktı.

Silverberg-and-Martin
George R.R. Martin ve Robert Silverberg

Silverberg’ün bilimkurgu kariyerinin ikinci ve en önemli evresi 1965’te başladı. O yılın en önemli yayınları 1967’de yayınlanacak bir mozaik roman olan, dinin toplumsal etkilerini inceleyen To Open the Sky‘ın ilk iki hikayesi Blue Fire ve The Warriors of Light’tı. Ama o yıl yayımladığı diğer kısa öyküleri ve romanları geride bırakmayı başaran eseri, yakın zaman içinde çıkaracağı bir dizi cüretkar roman için prototip niteliğini taşıyan Thorns oldu.

Thorns kurnaz bir karamsarlıkla insanları zor duruma sokarak, acılarından beslenip çıkar sağlayan bir medya patronunu konu almasıyla, The Pain Peddlers’ın temalarını genişletiyor. Bir sonraki birkaç yıl boyunca Silverberg, endişe verici diyebileceğimiz bir hızda duygusal yoğunluğu ve yaratıcılığıyla dikkat çeken romanlar ve öyküler yazacaktı. Yılda birkaç tanesini yayınladığı art arda gelen romanlar, en çarpıcı eserlerinden ikisinin yayınlanmasıyla 1972’de aniden durdu. Korkunç bir ölümsüzlük yolculuğu, belki de en bilinen eseri The Book of Skulls ve bir başına kalmış bir telepatın insanı derinden etkileyen, yıpratıcı tasviri İçeriden Ölmek romanlarının ikisi birden hem Hugo, hem de Nebula ödüllerine aday gösterildi; belki oyları bölündüğünden, hiçbiri ödül alamadı.

Ama kısa öykü yazarlığı aynı hızda devam etti, 1973-1974 yıllarında 20’den fazla kısa öykü ve kısa romanı yayımlandı. 1970’lerin ortasında Silverberg bir kez daha bilimkurgu yazmaya ara vereceğini duyurdu. Bu dönemin sonu, yayımlanan iki romanla geldi: The Stochastic Man (1975) ve Shadrach in the Furnace (1976). Emekliliğinin dışında, 1970’lerin ortasından sonuna kadar hemen hemen her yıl kısa öykülerinden oluşan kitaplar yayımlanmaya devam etti.

Robert_Silverberg_Hugo_2010
Robert Silverberg, 2010 Hugo Ödülleri’nde

1965-1974 arasını, yani Silverberg’in kısa öykü yazarlığının en önemli on yılını, en iyi şu üç derleme temsil ediyor: Beyond the Safe Zone (1986), ustalıkla yazılmış 27 öyküden oluşan devasa derleme; Born with the Dead (1974), ölüm üzerine üç etkileyici kısa roman; The Best of Robert Silverberg (1976), 1950’lerden iki hikaye (Warm Man ve Road to Nightfall), kronolojik olarak bir geçiş olan To See the Invisible Man, aralarında Damon Knight’ın Orbitanthology serisinden Passengers ve baş döndüren güç gösterisi Sundance’in (1969) de bulunduğu yedi harika hikaye. Kaydadeğer eserlerinden bir diğeri de kendini ütopya olarak tanımlayan bir distopya hicvi mozaik roman The World Inside (1971).

Bu verimli dönemde ve yazarlıktan emekliliğe ayrıldığı sıralarda, art arda gelen seçkin antolojilere editörlük yapmaya devam etti. Bunlardan en önemlisi, o dönemin en iyi yazarlarını barındıran ve James Tiptree, Jr.‘ın The Girl Who Was Plugged‘ı gibi türlerinin belirleyici hikayelerini içeren New Dimensions serisiydi.

1980’de bilimkurgu yazarı Robert Silverberg’ün geri dönüşüne belki de kimse şaşırmadı; ama sanki artık iki Robert Silverberg vardı.

00wor037

Yaratıcı, psikolojik açıdan isabetli ve yeni fikirlerle dolup taşan kısa öyküler, 1960’lar ve 1970’lerde işlediği yalnızlık ve yabancılaşma temalarını genişleterek Our Lady of the Sauropods, Sailing to Byzantium, Against Babylon gibi kışkırtıcı başlık ve içeriklerle yazılmaya devam etti. Daha önce ara sıra mizah yazmış olsa da, en komik öyküsünü bu dönemde, 1983’te yazdı: Amanda and the Alien, bir uzaylıyla tiki kızın tanışmasını anlatan hiciv. Silverberg’in bu dönemdeki kısa öykülerini iki büyük kitapta topladılar: The Conglomeroid Cocktail Party(1984) ve Secret Sharers (1992; Birleşik Krallık’ta iki cilt halinde yayınlandı: Pluto in the Morning Light ve Secret Sharers).

Ama roman yazarlığına geri dönen Robert Silverberg apayrı biriydi. 1980’de Silverberg’ün ticari anlamda en başarılı yazarlık macerası başladı: Majipoor, Lord Valentine’s Castle‘da konu edindiği gezegen.

Roman yazarı Silverberg, Majipoor serisiyle kendini detaylıca kurgulanmış psikolojik roman yazarlığından epik hikaye anlatıcısına dönüştürdü. 1980’ler boyunca ardı ardına gelen kocaman efsaneler yazdı, üstelik daha önce varlığından haberimizin olmadığı, kralların soydan gelen yönetim haklarına derin bir ilgi göstererek. Lord Valentine’s Castle ustalıkla yazılmış, incelikli evren yaratımında Jack Vance‘i anımsatıyor, ama devam kitabı için hantalca yazılmış gibi duran son sahnesi hayal kırıklığına uğratıyor. İlk Majipoor serisinin sonu Valentine Pontifex (1983), ilk kitabın çoğu hikaye örgüsünü ve kurgu düzenini tekrar kullanıyor. Bu dönemdeki romanların çoğu yaratıcı çabadan yoksun, ama hepsi değil.

19-Séance-de-dédicaces-pour-Robert-Silverberg
Bir imza gününde Robert Silverberg

1983’te büyüleyici Afrika tarihi romanı Lord of Darkness (Joseph Conrad’in yazar üzerindeki etkilerinden yalnızca biri; 1970 tarihli roman Downward to the Earth ve 1987’de yazılmış kısa roman Secret Sharer da buna güzel örnekler) basıldı; ve 1984’te Silverberg’ün en başarılı ve tuhaf bir şekilde içten eserlerinden biri yayımlandı: Silverberg’ün klasik romanlarının psikolojik yoğunluğuyla zenginleştirilmiş, Gılgamış Destanı‘nın birinci ağızdan yeniden anlatılışı The Epic of Gilgamesh. Gilgamesh the King Silverberg’ün en iyi romanlarından biri olmakla kalmıyor, fantezi edebiyatının da bir başyapıtı sayılıyor.

1990’ların başında roman yazarı Silverberg iki ayrı yola girdi: bir yandan klasik Asimov hikayelerini genişleterek romanlaştıran bir seri yazmaya başladı; diğer yandan eski romanlarının mükemmel, içinize işleyen keskinliğine öykünen, ama o noktaya ulaşamayan, özenle kaleme alınmış, başka bir gezegende geçen macera The Face of the Waters‘la (1991) başlayarak, biraz daha klasik, daha introspektif bilimkurgu dramlarına döndü. Bu dönemin en iyi romanı, ince ve karmaşık yapısı okuru birçok detaylı ve katmanlı okumaya davet eden, etkileyici dünya dışı roman Kingdoms of the Wall‘du (1992).

1990’ların ortasında Silverberg sevilen Majipoor serisine geri dönüş yaptı, ama çeşit çeşit kitaplar yayınlamaya devam etti; gerçi kısa öykü yazarlığı giderek azaldı. Bu son dönemde biraz da olsa eski kısa öykülerinden izler taşıyan iki roman önemli eserleri arasında gösterilir: H.G. Wells ve Robert Heinlein‘a gönderme niteliğindeki The Alien Years (1997) ve alternatif tarih hikayesi Roma Eterna (2003).

2004NebulaAwardsSilverbergEllison
2004 Nebula Ödül Töreni, Robert Silverberg ve Harlan Ellison

Günümüz okurları Silverberg’ü popüler serilere ait kısa öykülerin toplandığı antolojilerin editörü olarak biliyorlar. Bu antolojilerden ilki en çok satan fantezi yazarlarının kısa romanlarından oluşan, inanılmaz derecede başarılı Efsaneler‘di (1998).

Ama bilimkurguya en büyük armağanı insanı derinden etkileyen, keskin zeka ürünü ve özenle yazılmış kısa roman ve öyküleridir. Bilimkurguya verdiklerini en güzel biçimde gözler önüne seren, Birleşik Krallık’ta The Collected Stories of Robert Silverberg adıyla 1992 ve 2000 arası yayımlanmış altı ciltlik derlemesi oldu: Pluto in the Morning Light, Secret Sharers, Beyond the Safe Zone (1986 tarihli koleksiyonun yeni bir baskısı), The Road to Nightfall, Ringing the Changes, ve Lion Time in Timbuctoo.

1990’ların sonundan itibaren Silverberg pek çok defa bilimkurgudan emekliye ayrılmaktan söz etti, ama hiçbir zaman tamamen ortadan kaybolmadı. Kafasında kendisinin bile tahmin edemediği şaşırtıcı kurgular dönüyor olma ihitmali yüksek.

Çeviren: Deniz Uz | Kaynak: Locus Online

YAZARIN TÜRKÇEYE ÇEVRİLMİŞ ESERLERİ

KitapYayınevi
Alternatif Tarih Hikâyeleri (Derleme)Aykırı Yayınları
Cam Kuleİthaki Yayınları
Dünyalı İstilacılarBaskan Yayınları
Efsaneler 1 & 2 (Derleme)Phoenix Yayınevi
Gece Kanatlarıİthaki Yayınları
İçeriden Ölmekİthaki Yayınları

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Mary Shelley

Jules Verne ve H.G. Wells’ten Önce Mary Shelley Vardı

Kadınlar, bilimkurgu ve fantezi türündeki romanların ortaya çıkmasından bu yana bilimkurgu türünde eserler üretmişlerdir. Fakat …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et