Danimarkalı şair ve yazar Olga Ravn’ın ilk romanı Personel, gezegenimizden uzakta geçen bir yakın gelecek öyküsü ve yazarın şair kimliğinden olsa gerek, ince hacmine rağmen yoğun bir tartışma zeminine sahip. Bilimkurgunun bilindik usullerine aşina okurlar için özellikle kurgu ve fikirleri destekleyen karakterler açısından farklı bir bakış sağlayan eser, neredeyse tüm unsurlarıyla benzersiz bir yapıya sahip. Genelde karanlık bir sonsuzluğun içindeki gezegen veya evrenlerde hayat bulsalar da bilimkurgu yapıtlarında ele alınan temaları aşağı yukarı sıralayabiliriz. Bilimkurgu, edebiyatın bir parçası olarak diğer türlerin geçirdiği değişimden etkilenir. Belirli temaları benzer öykülerle ele almanın yarattığı sıradanlığın dışına çıkmak için artık alışılmışın dışında anlatı tekniklerine başvurmak gerekir. Post modern diye adlandırılan kimi romanlar bu şekilde ortaya çıktığına göre bilimkurguda da benzer bir yapının kurulamayacağını iddia edebilir miyiz?
Olga Ravn’ın birçok ödülün kısa listesinde kendine yer bulan Personel’i, kalıpların dışında örülmüş bir eser olarak ayrıca okura sorular sormayı da ihmal etmiyor. Evrende var olabilmek için sürekli uzakları düşlemek, daha önce ayak basılmayan gezegenlere gitmenin yollarını aramak, dur durak bilmeksizin bir şeyleri keşfetmeye çalışmak yaşadıklarımızı olduğu gibi kabullenmeyi reddetmek anlamına da geliyor. Bu nedenle Personel’deki Altı Bin isimli uzay gemisinin mürettebatı gibi Dünya’dan milyonlarca kilometre uzaklıkta bir yerde de olsak, daima başka yerleri aramaya devam etmemiz kaçınılmaz gibi duruyor.
Romanda izlerini gördüğümüz bu motivasyon, insanın ve daha çok insansıların anlam arayışını, varoluşsal birtakım sorulara cevap bulabilme ümidini, onlar için yazılan senaryoyu reddetme davranışını ortaya çıkarır. Olga Ravn, yakın geleceğe yerleştirdiği öyküsünden şimdiki zamana da bir ayna tutar ve çelişkilerimizi, içimizde kopmaya müsait fırtınaları, hayatlarımızı kaplayan görevlerin bizi soktuğu halleri, evden uzaklaştıkça duyulan korku ve özlemi sezgisel bir dille ifade eder. Personel’de gördüğümüz üzere keşfetme güdüsü, insanın ve toplumun kendini geliştirmesinin önünü açan ve bizi önemli kılan bir eyleme geçiricidir. Aradıkça karşımıza yeni sorunlar ve soruların çıkması kaçınılmazdır fakat ilerleme ancak bu şekilde mümkün olacaktır.
Eser Altı Bin isimli uzay gemisinin personeline ait tanık ifadeleri ve gözetim raporlarından oluşur. Her bir personel beyanı başlı başına bir bölümdür ve bunlar genelde yarım sayfadan biraz fazla yer tutan, kısa ancak vurucu açıklamalardır. Personelin beyanını alan bir komite mevcuttur ancak onlar gemide son zamanlarda gerçekleşen tuhaf olaylara, insansıların yarattığı gerginliğe müdahale etmekten uzaktırlar. Tanık beyanlarından iki farklı bakış açısının, sorunun, arayışın, kendini ifade etme biçiminin, dolup taşan duygu yoğunluğu ve farkındalığın yansıdığını hissederiz. Söz konusu farklılık, personelin bir kısmının insan bir kısmının ise insansılardan oluşmasından kaynaklanır.
Altı Bin isimli uzay gemisindeki olağan durumu, insanlar ve insansılar arasındaki ilişkiyi etkileyen şey Yeni Keşif adı verilen bir gezegenden gemiye getirilen nesnelerdir. Taş veya çeşitli elementlerden oluşan bu nesnelerin gemiye getirilip iki ayrı odada adeta sergilenmesiyle personelin davranışlarında, ruh halinde gözle görülür bir değişim baş gösterir. Önceleri olumlu seyreden bu gelişme insansıları daha çok etkisi altına alır ve onların kendi varlıklarını sorgulamaya başlamalarına, insanlarla olan ilişkilerinin anlamını kavramaya çalışmalarına yol açar. Nesnelerle olan etkileşim, onların görüntüleri, etrafa yaydıkları titreşim ve koku, personelin yine keşfetme kaynaklı sorularla kafasının karışmasının nedenidir. Uzayda, bilinmeyen bir bölgede bazı müdahalelerde bulunmak, bazı çalışmalar yürütmek canlıların hem kendileriyle hem de nesnelerle olan ilişkisini etkiler.
Tanık ifadelerinden anlarız ki insansıların Yeni Keşif’ten gemiye aldıkları nesnelerle olan ilişkisi daha belirgindir. Sadece çalışmak için yaratılmış olan insansılar bulundukları ortamdaki rollerini sorgulamaya başlar. Görüntü anlamında insandan bir farkları olmasa da herhangi bir cinsiyete sahip değildirler, dolayısıyla üreyemezler. Biyo-materyalden üretilen ve bir koza içinde yetiştirilen insansıların, tam yetişmiş bir personel olarak gemide çalışmaya başlamaları iki yıl sürmektedir. İnsan olmamanın, ölmeyecek olmanın insanlar tarafından korkunç ve ürkütücü bulunmasını anlamaya çalışırlar. İnsansılar kendilerini bir personel olarak Altı Bin uzay gemisinin amaçlarına adamışlardır, varoluş amaçları temelde budur. İş akışlarına uydukları, organizasyonun değerlerine sadık kaldıkları sürece ortada bir sorun yoktur. Onların insanlarla olan ilişkisi daha çok insanlardan yansıyan duyguların yorumlanmasıyla ortaya çıkar. İnsan olmak için illaki bir insanın içinden çıkmak mı gerekir diye sorarlar. İçine koyuldukları kategori nedeniyle insan olmaya özlem duyarlar, sevgi gibi duyguları tatmak isterler, insanlara imrenirler.
İnsanlar ise Dünya’dan ayrılıp Altı Bin’e getirildiklerinden beridir büyük bir boşluk içindedir. Onların ifadelerinde ortaya çıkan şey genellikle Dünya’daki yaşamlarına duydukları özlemdir. Artık çok uzaklarda kalmış o gezegende yaşarken kurdukları hayatın, biriktirdikleri anıların, geride kalan sevdiklerinin görüntüleri zaman geçtikçe akıllarında ve kalplerinde daha büyük delikler açar. Bu duygusal dalgalanmadan dolayı onlar insansıların aksine işlerini derin bir kayıtsızlık içinde yapar ve çoğu zaman geçmişte, Dünya’daki zamanlarında yaşarlar. İnsanlar insan olmanın sancısını çekerken insansılar ise insan olmamanın öfkesi içindedir. İnsansılarla olan ilişkileri ise mesafelidir, onların çok fazla insani görünmelerini istemezler.
İnsansılar ifadelerinde nesnelerin gemiye getirilmesinden sonra olan bitenden çok kafalarındaki soruları sorup insansı olmanın varoluşunu anlamaya çalışırlar. Çalışmak üzere yaratıldıklarının farkında olan insansılar görevlerini eksiksiz yerine getirme konusunda herhangi bir kuşku duymasalar da artık içlerinde bir boşluk oluşmuştur. İnsan yaratımı olduklarını kabul etseler de nesnelerle birlikte artık kendi kendilerini yeniden yaratmanın eşiğine geldiklerini ifade ederler. Bazı insan personel onlardaki değişimin farkındadır ve büyük bir yaratıma tanık olduğunu belirtir. İnsansılar, insanlarla daha farklı düzeyde ilişki kurmak, onlardan biri gibi görülmek, daha fazla hak ve özgürlüğe sahip olmak, iş için yaratılmış olmaları fikrini ortadan kaldırmak gibi bir beklenti içine girerler. Ne var ki beklentiler boşa çıktıkça düzene karşı bir şiddet eğilimi göstermeye başlarlar. Dolayısıyla komite, insansılar hakkında bazı kararlar almak zorunda kalır.
Roman bölümleri insan ve insansı personelin tanık beyanlarından oluştuğu için herhangi bir olay örgüsünün geliştiği veya çözüldüğü bir aksiyon unsurundan söz etmek mümkün değildir. Bu beyanlar karşılıklı bir sohbet şeklinde bile gerçekleşmez. Çoğu bir sayfayı geçmeyecek biçimde ifade edilse de, her biri birbirinden çarpıcıdır. Personel sadece önündeki kâğıtta yazan soruları cevaplamaktadır. Her tanığın beyanına bir numara verilmiştir ve bunlar aynı zamanda bölümlerin ismidir. Beyanda bulunan personelin adını veya diğer özelliklerini bilemeyiz. Betimlemeden, diyalogdan, ortam veya teknoloji açıklamalarından, toplum atmosferinden, ikili ilişkilerden yoksun olan roman, buna rağmen tekinsiz atmosferini hissettirmekte zorluk çekmez. Olga Ravn az kelimeyle birçok fikri, düşünceyi, duyguyu ve rahatsız edici ortamı ustalıkla resmeder.
Personel, bilimkurguda sıkça karşımıza çıkan ve bazıları birer klasik haline gelmiş yapay zekâ veya robotların onları yaratan insanlara karşı isyanlarını, dinamiği farklı ilişkilerle, bir iş ortamında ele alıyor. Hepsi muhtemelen yarattığımız makinelere karşı duyduğumuz korkunun bir dışavurumu. Personel’deki insansıların ve onların harekete geçmesini sağlayan nesnelerin içinde yaşadığımız dünyadaki karşılığı nedir diye düşünmemek zor. Bir insan personelin, “İnsan işinden fazlasıdır,” deyişi bir insansıya önce anlamsız gelse de ardından bir yaşam sloganı gibi benimsenir. İnsansıların bu söze karşı tam tersi bir farkındalık oluşturmalarını sağlayan nesneler onlara ne vermiş olabilir? Belki de nesneler de tıpkı sanat eserlerinin insanlar üzerindeki etkisini göstermiştir.
Can Yayınları etiketiyle raflarda yerine alan Personel’in başarılı çevirisi Gül Çakıroğlu’na ait.