Türkiye Bilişim Derneği‘nin (TBD) bu yıl yirmincisini düzenlediği bilimkurgu kısa öykü yarışması için başvurular başladı. Tam yirmi yıldır yerli bilimkurgu edebiyatımıza birçok yetenekli yazar ve onlarca kısa öykü kazandıran yarışma, ülkemizin en uzun soluklu bilimkurgu organizasyonu olarak da tarihi öneme sahip. Edebiyatımıza Bilimkurgu Öyküleri (Remzi Kitabevi, 2005), Yörüngeden Çıkanlar (Rodeo, 2011) ve Dünyalılar (İletişim Yayınları, 2016) adlı üç tane öykü antolojisi hediye etmesinin yanı sıra, bilimkurguseverlere düşlerini ve düşüncelerini sergileme fırsatı vererek ciddi bir boşluğu da dolduruyor.
Yarışmanın yirmi yıllık mazisinde kimler yok ki? Müfit Özdeş, Orkun Uçar, Aşkın Güngör, Murat Başekim, Funda Özlem Şeran, Tevfik Uyar gibi günümüzde kitaplarını keyifle okuduğumuz pek çok yazarın yolu bir şekilde bu yarışmayla kesişmiş. 20. yılını kutlayan TBD Bilimkurgu Öykü Yarışması’nı, bizzat yarışmadan ödül alma gururunu yaşamış yazarlara sorduk. Onlar için bu yarışma ne anlam ifade ediyor? Katılmayı düşünenlere yönelik tavsiyeleri neler? İşte ödüllü yazarların kaleminden TBD Bilimkurgu Öykü Yarışması…
Sinan İpek
Proxima’ya Son Yolcu (2010) ve Çivi (2013) Öyküleriyle Birincilik Ödülü
TBD ile ilk maceram nasıl başladı tam olarak bilmiyorum. Yarışmanın varlığından nasıl haberdar oldum? Tek hatırladığım Datça’da öğretmenlere ait bir tesiste tatil yaparken bir yandan da öykü yazmamdı. Öyküyü yazıp bitirmem üç gün sürdü. Sonuçta öykümü gönderdim ve heyecanla sonucu beklemeye başladım. Bu arada yarışma şartnamesini bir kez daha okumak geldi aklıma. Okudum ve şok oldum. Çünkü öykülerin 2000 kelimeyi geçmemesi gerekiyordu, oysa benimki 4000 kelimenin üzerindeydi. Nasıl böyle bir hata yaptığıma şaşsam da iş işten geçmişti. Gelecek sene yeniden katılmaya karar verdim.
Altı ay sonra aklımda bir konu vardı. Kendi kendime geliştirdiğim bir edebiyat teorisine uygun olarak yazacaktım öykümü. Teorik olarak insanları etkilemesi gerekiyordu, ama bir türlü yazmayı başaramadım. Daha doğrusu yazdığım şeyler sönük geliyordu bana. Kendi yazdığımdan kendim hoşlanmıyordum. Üstelik iğneyle kuyu kazar gibi duraklayarak yazdığım için tadı tuzu olmayan bir metin ortaya çıkıyordu. Bu canavarı kendi ellerimle nasıl yarattığıma şaşıyordum. Oysa aklımdaki konu süperdi ve üstelik teorik olarak da etkileyici olması gerekiyordu ama olmuyordu. Çok gerilmiştim. Bu arada evdeki hiçbir sese ve harekete katlanamadığımı fark ettim. Yalnız kalmalıydım. Eşime karşı dairede oturan kayın pederimin evine geçeceğimi ve öyküyü orada yazacağımı söyledim. (Tatilde oldukları için ev boştu.) Bilgisayarın başına oturdum. Gözlerimi yumdum, derin bir nefes aldım ve ilk cümleyi yazdım. Maalesef yine olmamıştı. Kötü gidiyordu. Ne yapmalıydım? Olayı anlatmaya nereden başlamalıydım?
Cesaretimi topladım, kendime bir bardak çay doldurdum ve kafamı çalıştırdım. Öyküyü en can alıcı, en merak uyandırıcı noktadan başlatmalıydım. Üstelik olayları üçüncü tekil şahsın değil, birinci tekil şahsın gözünden anlatmalıydım. Böylece anlattığım deneyimleri kendim yaşıyormuş gibi hissedebilecektim. Nitekim öyle de yaptım. İlk cümleyi yazdım. Basit bir cümleydi. Derin bir hibernasyon uykusundan uyanan ve kendini oldukça değişmiş bulan birinin gözünden yazılmıştı. Bu sade cümlede olayın özeti vardı. O cümlede öykünün taslağını, embriyonunu gördüm. Kendiliğinden çıkıvermişti. Ana hatlarıyla olayların nereye varacağını bilsem de spesifik ayrıntıları tasarlamış değildim henüz. Ama sorun yoktu, çünkü bunları anlatıcının kendisi de bilmiyordu. Bilinmeyen bir ortamda bulmuştu kendini. Sonra yavaş yavaş başına geleni keşfedecekti. Onunla birlikte ben de öyküyü keşfedecektim. Yazarken aklıma daha önce gelmeyen şeyler geliyordu ve bunlar da öyküyü alıp götürüyordu. Sanki öyküyü bir başkası yazıyor gibiydi. Elbette bu bir başkası bilinçaltımın ta kendisiydi. Bilinçaltımızın olağanüstü bir potansiyeli vardır, ona güvendiğimiz zaman bize yol gösterir. Nitekim büyülenmiş gibi geçen birkaç saatin ardından öykü bitmişti ve oldukça da hoş olmuştu. Eşim o sıra hamileydi. Öyküyü ona okudum ve ağladığını görünce (öykü çocuk doğuran bir kadınla ilgiliydi) “bu iş tamam” dedim. Nitekim yarışmada birinci oldum ve büyük bir sevinç yaşadım.
Sonraki iki yıl yarışmaya yine katıldım ama kazanamadım. Ondan sonraki yıl yine birinci oldum. Bu kez öykü kendiliğinden ortaya çıkmadı ve yazması çok uzun sürdü. Elimde pek de öyküye benzemeyen bir taslak metin vardı. Bu metin üç boyutlu yazıcılar hakkında alınmış notlardan ibaretti ve maalesef öyküye benzemiyordu. Diyebilirim ki yaklaşık olarak altı ay boyunca bu metnin üzerinde çalıştım ve sonunda yarattığım kahramanın deneyimlerine dayanarak öyküye benzemesini sağladım. Ne de olsa bir öyküde olaylar kahramanların deneyimlerini anlatmalıydı. Aksi takdirde düşüncelerimiz ne denli doğru olursa olsun, eldeki metin makale ya da deneme olmaktan öteye geçemezdi. Öykücü yarattığı kahramanın beynine soktuğu bir probla onun deneyimlerini algılamalı, hissetmeli ve bunu da en anlaşılır cümlelerle kağıda dökmeliydi. Ben de öyle yaptım.
Öyküyü gönderdiğimde bu kez derece alacağımdan o kadar emin değildim. Çünkü öykü fazla didaktik bulunabilirdi. Ama yine kazandım. Bu kez müjdeyi internet sitesinden değil, jüri üyelerinden birinden aldığım maille öğrendim. Üstelik, öykümle ilgili gurur okşayıcı şeyler yazılmıştı bu mailde. Hayatım boyunca aldığım en güzel, en cesaretlendirici sözlerdi bunlar.
Sonuç olarak bazı metinler kolayca, adeta kendiliğinden ortaya çıkarken, bazı metinlerin üzerinde çalışmanız, hatta acı çekmeniz gerekebiliyor. Bu bir serüven ya da yolculuktur. Bu serüvende günlük güneşlik, yemyeşil tropik denizlerde seyahat edebileceğiniz gibi, fırtınalı mercan kayalıklarında geminizi de kaybedebilirsiniz. Önemli olan öyküye objektif olarak yaklaşmak, onun gerektirdiği anlatım tarzını ve kahramanları bulmak, öykünün hatalarını tespit edip gidermektir. Bu bir binanın planlanması gibi sıkıcı bir süreç olabildiği gibi, bir partiye katılmak gibi eğlenceli de olabilir. Sonuç olarak öykü kendine uygun tarzda yazılmalıdır. Bu tarzı bulacak olan da yazarın kendisidir. Yolunuzu aydınlatması için diğer yazarların yazdığı başarılı metinleri incelemelisiniz. Onların sorunları nasıl çözdüğünü görmeye çalışmalı ve buna odaklanmalısınız. Siz olsaydınız o öyküyü nasıl yazardınız?
Ancak bu kadarı yetmiyor tabii ki. İnsan psikolojisi, tarih, edebiyat, toplum ve sanatın diğer dalları konusunda sağlam alt yapınız olmalı… Böylece işiniz kolaylaşacaktır. Peki ama yeterli tecrübeniz yoksa öykü yazamaz mısınız? Elbette yazabilirsiniz. Ama o zaman duygularınıza daha çok güvenmelisiniz.
Tabii bu arada asla unutmayın ki yazar olmak istiyorsanız, dil bilgisini asla ihmal etmemelisiniz. Hatalı dil bilgisi bir yazarda çok çirkin duruyor.
TBD’nin en sevdiğim yönlerinden biri de dereceye giren öykülerin neden ödüle layık görüldüğüne dair kısa bir metin yazmaları. Bu metinler –en azından benim öykülerim için— şaşırtıcı derece isabetli değerlendirmelerdi. Bu da jürinin ciddiyetini ve ehil kişiler olduklarını gösteriyor.
Murat Başekim
Salyangoz (2011) ve SOSYAL (ve ilahi) (ko)MEDYA (2012) Öyküleriyle Birincilik Ödülü
TBD Bilimkurgu Öykü Yarışması çok uzun zamandır devam eden, saygın, güçlü bir platform. Her sene üç yüze yakın yazar adayı bu kalenin kapılarını zorlayıp surlara kendi sancağını dikmek istiyor. Haklılar, TBD Bilimkurgu Yarışması, bir yazarın kendi poetikasını ve daha da önemlisi özgüvenini, kendine inancını oluşturması için önemli bir imkan. Ben ‘Salyangoz’ adlı hikayem ile bu yarışmanın 2011 senesi birincisi olduğumda, aynı sevinci yaşadım. Önce inanamama, sonra da gurur. Bir sene sonra ‘Sosyal (ve İlahi) (Ko)medya’ adlı hikayem ile bu kez de 2012 birincisi olduğumu öğrenince bir kez daha aynı duyguları yaşadım. O gün bugündür de yarışmaya katılmaktan men edildim, artık sadece jüriyim.
Şimdi, bu sene, eski yılların derece sahiplerinden bu yarışmaya dair birkaç söz, belki de püf noktası ve tüyo yazma gibi bir ortak karar oluşunca ben de bir şeyler söylemek zorunda hissettim. Yarışmada üst üste iki sene birinci geldikten sonra elbette patikanız değişiyor. Geçen sene altıncı kitabım çıktı, neredeyse bir o kadar da antolojiye dahil olma mutluluğuna eriştim. TBD Birinciliği dışında da 2015 GİO En İyi Roman Ödülü’nü kazandım. Tüm bunlardan sonra geriye dönüp bakınca yarışmaya dair tek bir tüyo verebilirim:
Yukardaki iki paragrafın anlatıcısı gibi olmayın!
Aklı karışanlar için izah edeyim: üst satırlarda yazan bilgiler veri değeri olarak tutarlı olsa da satırların arasına sızmış kibre dikkatinizi çekmek isterim. Yukarıdaki satırlardaki anlatıcı, usulca ‘humble brag’ yani mütevazılık kisvesi altında gösteriş yapıyor. Çoktan havaya girmiş, kendi başarıları ile başı dönmüş ve şimdi bunu her gün tekrar tekrar dünyaya hatırlatmaya çalışıyor. Kısacası iyi halt ediyor.
Arkadaşlar böyle olmayın. En önemli tüyo bu: siz, ben, hepimiz, bu işe kitap sevgimizden, uzayda görkemle ilerleyen gemileri, uzaylıları, lazer silahlarını veya bilimkurgunun baş döndürücü alegorilerini, Asimov’un Güneş Sistemi Öyküleri’ni; Korkunun Bütün Sesleri’ni, Jules Verne’i; Larry Niven’ı; Bradbury’nin insanlık durumuna ilişkin metaforlarını sevdiğimiz için girdik, fakat bir süre sonra kendi ismimizi, kitaplardan, hikayelerden daha çok sever olduk. Her gün kendimizi google’da aratır olduk.
Açıkçası hikaye kurmayı seven insanlar için en tehlikeli şey bu: narsisizm. Kibir. Ego. Bizzat Faust’un Paktı bu. Uzak durulması gereken en önemli unsur bu. Ego bir tür ateş gibidir, azı evi ısıtır, fazlası evi yakar.
Sihirli formül, sihirli formül aramamak. Tüyo, tüyo peşinde olmamak. Püf noktası: bir püf noktası olmaması. Bir püf noktası veya sihirli formül kolaycılığına tenezzül etmemek, gözümüzün birincilikte değil, iyi bir hikaye üretmekte olması.
Her gün sosyal medyada saatler harcamayın, duruşlar, pozlar sunmayın. Bu işe ilk başladığınızda en sevdiğiniz faaliyet olan ‘kitap okuma’yı hatırlayın, ona geri dönün. İnternet’in çoğunlukla bütün gün aynı fikirlerin geviş getirildiği berbat bir kıraathane olduğunu unutmayın. ‘Yazar’ olmadan önce ‘Okur’ olun. Hatta bırakın size başkaları ‘yazar’ desin, kendinize ‘yazar’ demeyin, yazar etiketini her yere yapıştırmayın. Okuyun, okuyun, okuyun. Gözleri en az iki numara bozun.
Tüm bunlardan sonra göreceksiniz ki zaten sevdiğiniz hikayelerin ilhamı ile bir şeyler üretebilmenin mutluluğu, her tür dereceden de yarışmadan da isminizden de daha ayrı bir sevinç olacak.
Ve evet, tüm bunlar olduktan sonra, çok sık olmamak kaydıyla, ufak tefek başarılarınızı dünya ile paylaşın. Edebi sicilinizi, çok abartmadan, kendinizi fazla kaptırmadan ara sıra zikredin. Gerektiği kadar. Bu tür yazıların giriş paragrafında humble brag yapanlarla dalga geçerken, çaktırmadan siz de humble brag yaparak sayıp dökün.
Bol şans.
Akın Başal
Beni Ölesiye Sevebilir misin? (2005) ile Birincilik, Hata Kanunları (2004) ile İkincilik, Dışardakiler (2002) ile Üçüncülük Ödülü
TBD bilimkurgu öykü yarışması benim yazma sevdamın en önemli köşe taşıdır. Ben aslında şair olmak istiyordum. İlk kez 1996 yılında bir edebiyat dergisinde şiirim yayınlanmış, 1997 yılında altı arkadaş, Kadıköy’de bir kafede haftada üç gün buluşup, sadece üç sayı devam eden bir edebiyat dergisi çıkarmıştık. Sonraki yıllarda birkaç dergide daha şiirlerimle yer almayı başarmıştım. 2001 yılında bir otomobil firmasının düzenlediği ulusal mikro öykü yarışmasında 1. olunca ve ödül olarak bilgisayar kazanınca yarışmalara katılmak çok iyi bir fikir gibi göründü. Çünkü o günlerde bilgisayarlar benim için çok pahalıydı ve ben eski bir daktilo ile türlü zorluklar yaşayarak, gaz lambası ışığında yazıyordum. (Gaz lambası kısmına inanmadınız değil mi? Olsun yine de gaz lambası her zaman yazıya eskitilmiş bir hava katıyor! )
Şiiri bir süre ihmal edip kısa öykü yazmaya ağırlık verdim. 2002 yılında ilk kez TBD yarışmasını duydum. Tam hatırlamıyorum ama sanırım bağlanmak için dakikalarca uğraştığımız internette sörf yaparken, edebiyat sitelerinden birinde görmüştüm duyurusunu. Öykümü o kadar büyük bir hevesle hazırladım ki bilimkurgu öyküsü yazmak o günlerde en büyük keyfim olmaya başladı.
TBD yarışmasına ilk kez katıldığım 2002 yılında 3. oldum. 2003 yılında yine katıldım ama dereceye giremedim. 2004 yılında 2. oldum ve ödül töreninde 1. lik ödülünü alan sevgili Aşkın Güngör’le tanıştım. (O günden bugüne Aşkın neredeyse bütün kitaplarımın editörlüğünü yaptı. TBD yarışmalarının bana en büyük armağanı Aşkın Güngör dostluğu oldu belki de.)
Nihayet 2005 yılındaki yarışmada, gaz lambası ışığında aylarca uğraşıp, “bu sefer olmuştur herhalde” diyerek gönderdiğim öykümle 1.lik ödülünü aldım.
TBD yarışmalarının bilimkurgu edebiyatına ve benim öykü yazmama katkısı gerçekten çok büyüktür. Sonraki yıllarda da onlarca bilimkurgu öyküsü yazdım. 2008 yılında ödül alan öykülerimin de içinde olduğu “Hata kanunları” isimli bilimkurgu öyküleri kitabımı yayımladım ve ithaf bölümüne aynen şunları yazdım; “Düzenledikleri yarışmayla bilimkurgu edebiyatı için ölçülemez bir katkı yapan TBD’ye…”
Hala bilimkurgu öyküleri yazıyorum, TBD yarışmalarında dereceye giren öyküleri ve yazarlarını takip ediyorum ve yakın gelecekte yeni bir bilimkurgu öyküleri kitabı yayımlamak istiyorum. Teşekkürler TBD, iyi ki varsın.
Funda Özlem Şeran
Kapat-Aç (2017) ile Birincilik, Kullanım Kılavuzu (2014) ile İkincilik Ödülü
Türkiye Bilişim Derneği Bilimkurgu Öykü Yarışması’na üç kez katıldım ve ikisinde ödül aldım. İlki yanlış hatırlamıyorsam 2008 yılındaydı ve o zamana kadar yazdığım ilk bilimkurgu öyküsünü biraz değiştirip sonunu yazdığım başka bir öyküyle harmanlayarak göndermiştim. Acemiliğim etkisini gösterdi ve elbette kazanamadım. Ancak bu beni yıldırmadı, küstürmedi ya da başka arkadaşlar gibi yarışmaya, jüriye ya da kazananlara karşı hırslandırıp kızdırmadı. Aksine, yazarlık hayatımın başından beri yaptığım gibi kendimi geliştirip daha iyisini başarabilmek için daha çok çalışmaya ve öğrenmeye yöneltti.
Sonraki yıllarda özellikle yarışma için öykü yazmadım, bunun yerine aklıma iyi bir fikrin gelmesini bekledim. O fikir de 2013 yılında geldi; kafamda önce hiçbir zaman sevmediğim kullanım kılavuzları vardı, bir de teknolojiyle arası iyi olmayan huysuz bir amca koyacaktım öyküye. Kurguyu evirip çevirdim, yaz aylarında yazmaya başladım. Fakat bir türlü devamını getiremiyordum, bir şeyler eksikti. Yarışmanın son katılım tarihine az zaman kalmışken bir karar alıp öyküyü “demlenmeye” bıraktım, sonra tamamlayacaktım. O sene yarışmaya katılmadım, öyküyü bitirdim ama tam bir yıl sonra. Bu sefer “Kullanım Kılavuzu” da, ben de hazırdık ve hislerim beni yanıltmadı.
2014 yılında TBD yarışmasında ikinci oldum. Haberi aldığımda sevinçten fazlasıydı hissettiğim. Daha önce de yarışmalara katılmış, ödüller almış, hatta birincilik kazanmıştım. Ancak Türkiye Bilişim Derneği’nin sunduğu prestij ve güvenilirlik bambaşkaydı, hâlâ da öyle. Türkiye’de bilimkurgu gibi bir türe özel ve o türün gereklerine, niteliklerine uygun bir yarışmayı seneler boyu aynı çıtada sürdürebilmek ciddi bir vizyon ve emek istiyor. Bu özeni görünce insan da yazar olarak kendine ve kalemine özen gösterip bu tavra layık olmaya çalışıyor. Bu nedenle hiçbir zaman “Aman nasılsa ödül aldım, artık oldum,” diye düşünüp arkama yaslanmadım. Tersine, her zaman gidecek daha çok yolun, öğrenecek daha çok şeyin olduğunu bilerek çalışmaya devam ettim.
Bu hislerle 2016 yılına geldiğimizde elimde iki güzel fikir ve yazmam gereken güzel bir projenin yanı sıra tekrar katılmayı düşündüğüm TBD yarışması vardı. Yaz aylarının kısıtlı zamanında hangi konuyu öyküye dökmem gerektiğini ve hangi öyküyü projeye ya da yarışmaya göndereceğimi bilemeden kararı yine içgüdülerime bıraktım. “Kırmızı Buton” öyküsünü Pera Müzesi’nin Katherine Behar sergisi için özel olarak yazdım; oradaki teknolojik atıklar ve ışık saçan kımıl kımıl mouse’lar bana ilham vermişti. Öyle ki başlayıp devamını getiremediğim diğer öykü için de kafamda fikirler oluştu. Sonra o konuyu iki ayrı hikayeye böldüm ve böylece yıl sonunda karşıma çıkan başka bir harika projeye katılma şansım oldu. Cyberpunk türündeki “Matruşka” Bilimkurgu Kulübü’nün Yeryüzü Müzesi isimli bilimkurgu öykü seçkisinde yerini aldı.
Geride tamamlanmamış ve yine demlenmeye bırakılmış bir öykü kalmıştı. Kurgusal olarak Matruşka’nın devamı olarak planladığım hikayeyi yazmam 2017 yazını buldu. Nihayet “Kapat-Aç”ı bitirip gönderdiğimde içime sinen, ikiz kardeşini boynu bükük bırakmayan bir hikaye çıktı ortaya ve yanılmadığımı 19. TBD yarışmasında birincilik kazanarak gösterdi. Bu sefer duyduğum sevinç daha büyüktü, sonrasında gelen tepkiler de öyle. Yarışma tarihinde birincilik alan iki, toplamda ödüle layık görülen (yanılmıyorsam) on bir kadından biri olarak ayrı bir gurur ve sorumluluk hissettim; ancak ülkemizde bilimkurgu camiasındaki önyargılarla da ilk kez o zaman karşılaştım. Hatta iş jüriyi ve yarışmayı karalama çalışmalarına kadar vardı ne yazık ki. Tabii bu arada yılların emeği ve yeteneğim de göz ardı edildi ama olsun, nasılsa bu beni hep daha çok çalışmaya ve daha iyisini başarmaya itti. Türkiye Bilişim Derneği’ne benim gibi genç yazarlara bu fırsatı sunduğu için minnettarım, dilerim bu meşale senelerce elden ele aktarılarak yanmaya devam eder.
Aşkın Güngör
Sevgilim Dans Edelim mi? (2004) Öyküsüyle Birincilik Ödülü
TBD’nin 2004 yılı bilimkurgu öykü yarışmasında “Sevgilim Dans Edelim mi?” adlı öykümle birinciliği kazandım.
Yarışmadan haberdar olmam da katılmaya karar vermem de tamamen tesadüfler silsilesiydi.
O dönemde Bu Yayınevi’nde görev yapıyordum. Bir işle ilgili internette araştırma yaparken haber sitelerinden birinde TBD’nin yarışma duyurusuna rastladım. Yanlış hatırlamıyorsam ya bir sonraki gün ya da birkaç gün sonra son başvuru tarihiydi ve aklımda bir öykü taslağı olmadığından katılmayı düşünmeden haberi kapatıp işime döndüm.
Ne var ki haberin yankıları aklımdan bir türlü çıkmadı. TBD… Bilişim Dergisi… Bilimkurgu Öykü Yarışması… Sonunda “Çok kısıtlı bir süre kalmış olsa da ne yapabilirim?” diye düşünürken buldum kendimi.
Yeni öykü tasarlayıp yazmaya vakit olmadığına göre eski öykülerime başvurabilirdim ama hangisine? “Öykünün yayımlanmamış olması gerekir” şartı nedeniyle daha önce Atılgan Bilimkurgu Dergisi’nde yer bulmuş öykülerimi eledim. Derken aklıma “Sevgilim Dans Edelim mi?” geldi. Yine Atılgan için yazdığım bir öyküydü ama yeterli bulmadığımdan göndermemiştim. Tekrar okumamda bu kararımda hiç de yanılmadığımı gördüm. Ortada dişe dokunur bir şey var gibiydi ama yeterli değildi.
Sonunda ertesi gün iş olsa da sabahlamayı göze alarak “Sevgilim Dans Edelim mi?”yi sıfırdan yazdım. Başkarakter Flannery McCullers’ın kocası Thomas’la ilişkisi de kişisel sanrıları da biraz daha derinleşti ve işin içine giren yan karakterlerle konu bir öykü bütünlüğüne erişti.
Kontrol okumasını bitirir bitirmez öyküyü tam da istendiği şekilde e-postayla verilen adrese gönderdim ve… Sonra unuttum.
Evet, gerçekten de uzunca bir zaman TBD’nin öyküsüne katıldığım aklıma bile gelmedi. Ta ki yine bambaşka bir işle ilgili internette gezinirken karşıma çıkan şu başlığa kadar: Türkiye Bilişim Derneği Bilişim Dergisi 2004 Bilimkurgu Öykü Yarışması Sonuçlandı.
Bu başlıkla karşılaştığımda sonuçların açıklanma tarihini üç veya dört gün geçmişti ve bana kimse ulaşıp da “Yarışmayı kazandınız” dememişti. Dolayısıyla bunları idrak etmiş halde başlığa tıklarken hiç umudum yoktu ama sonuçta birinciliği kazandığımı öğrendim.
1993 yılında SHP’nin düzenlediği İnsan Hakları konulu öykü yarışmasında “Ve İp Gerildi” adlı öykümle de birincilik almış ve bir daha hiçbir yarışmaya katılmamıştım. TDB gibi bir oluşumun hele ki bilimkurgu içerikli yarışmasında birinci olmak beni daha sonra fazlasıyla onurlandıracak da olsa ilk anda hissettiğim şey sadece şaşkınlıktı.
“Ben neden bu sonucu günler sonra internetten öğreniyorum?” diye düşünerek telefona sarıldım, iletişim telefonlarından birini aradım. Birkaç kişiye yönlendirildikten sonra aldığım yanıt şuydu. “Evet, birinci oldunuz. Ödül töreni için sizi bilgilendireceğiz.”
Sadede geleyim…
TBD birinciliği aldığımda dört kitabı yayımlanmış (Ben Bir Kediyim, Düşler Diyarı, Gohor Cam Kent, Gohor Kurtlar Yolu), beşincisi de yayıma hazırlanan (Aykolik) bir yazardım. TBD’den aldığım ödül benim için bir onur ama “Yazma tutkunuzu arttırdı mı?” veya “Yayın dünyasıyla ilişkilerinizi güçlendirdi mi?” derseniz, ne yazık ki hayır. Bana herhangi bir olumlu yansıması olmadı.
Hatta şöyle de bir anım var:
Bana birinciliği kazandıran “Sevgilim Dans Edelim mi?” Remzi Kitabevi tarafından kitaplaştırılan Bilimkurgu Öyküleri adlı seçkide yer aldı. O kitabın yayıma hazırlanması sürecinde Remzi’nin kadın editörlerinden biri telefonla bana ulaştı ve bazı hususlarla ilgili görüşmemiz gerektiğini söyledi. Gittim. Elinde öykümün çıktılarıyla bu hanımefendi yanıma geldi (Ne yazık ki adını hatırlamıyorum). Bazı sözcükler ve denk geldikleri anlamlarla ilgili bir şeyler sordu, yanıtladım. Gideceğim sıra, “Sizi tebrik ediyorum, pek çok kitabını bastığımız yazarlarımızda bile böylesine iyi kurgulanmış öykülere, böylesine kusursuz imlaya çok az rastlıyoruz,” dedi, gururlandım, onurlandım, umutlandım, teşekkür ederek çıktım.
Remzi’nin editöründen böyle övgü dolu sözler duyup da durmak olur mu? Elimde bitmeye yakın bir dosya vardı: Olağan Mucizeler. Hemen bitirdim, ince işçiliğini yaptım, sıcağı sıcağına dosya haline getirip Remzi’ye sundum, “Bilimkurgu Öyküleri’nde ‘Sevgilim Dans Edelim mi’ adlı öykümle yer aldım” demeyi özellikle unutmadım tabii. Her ne kadar “hani beni övmüştünüz, o benim işte hohhoyt” diyemesem de kim olduğumu anlayacaklarını ummuştum.
Anlamadılar.
Ya da anladılar.
Üf, ne bileyim.
Sonuçta uzunca bir bekleyişin ardından Remzi’den aldığım bir ret yanıtıydı.
Tabii ki bunların TBD ile de yarışmayla da doğrudan bağlantısı yok. Sadece yazarların aşması gereken engellerin neler olabileceğine dair küçük bir örnek olsun.
Çünkü gerçekte TBD’nin bu benzersiz yarışmayla büyük bir misyon üstlendiğini, bunu da çok iyi şekilde gerçekleştirdiğini düşünüyorum. Sinan İpek’in “Çivi” öyküsüyle birincilik aldığı sene yarışmada jüri olma onuru da yaşamış biri olarak bunun her sene prestiji biraz daha artan bir yarışma olduğunu söyleyebilirim.
Orkun Uçar
Rahim (2007) Öyküsüyle Birincilik Ödülü
2007 yılı TBD Bilimkurgu Öykü yarışmasında “Rahim” adlı eserimle birinciliği kazanmıştım. Bu benim ikinci kez bir öykü yarışmasına katılmam ve ikinci kez birinci olmamdı.
Sanırım bu birinciliklerin hayatımdaki etkisi anlatmak için birincisinden başlamalıyım…
1987 yılında, üniversite birinci sınıftayken “Çakı” adlı ilk öykümü yazdım. Türk yazarlara ilgi olmayan yıllardı, daha sonra Orhan Pamuk “Kara Kitap” ve Metin Kaçan “Ağır Roman” ile bu önyargı duvarlarını yıkacaktı. Birkaç öykü yazdığım yazarlık serüvenim 1994 yılında sona erdi. Daha doğrusu ben yazar olamayacağımı düşündüm. Zaten önümde yazdıklarıyla geçinen bir yazar örneği de yoktu; medya kariyerime odaklandım.
1998 yılı sonunda Nilgün Birgül ve dostum Metin Demirhan çıkardıkları Nostromo Bilimkurgu Dergisi adına düzenledikleri öykü yarışmasından haberim oldu. Uzun süredir yazmadığım için ilk başta bu haberle hiç ilgilenmedim ama ödül olarak verilecek olan H.R. Giger desenli, sınırlı sayıda üretilmiş bir saat beni büyüledi. Gollum’un yüzüğe tutkusuna benzer bir şekilde saati istedim ve “Depo” adlı öykümle birinci oldum.
Nedense yarışmaya katılırken birinci olacağıma emindim.
O birincilik 2000 yılı sonundaki ekonomik krizde işsiz ve parasız evde oturmak kaldığım zamanda bana profesyonel yazar olabileceğime dair umut oldu.
2004 sonu ortak yazarı olduğum politik kurgu “Metal Fırtına” romanı çıkmış ve aylarca çok satanlar zirvesinde kalmıştı. Ardından çıkardığım “Asi-Kara Gezgin” de birkaç baskı yapmıştı. Ama her taraftan eleştiri alıyorduk. Kitabın içeriği ve hızlı okunan, aksiyon yapısı, çok satması nedeniyle kimseye yaranamamıştık. Özellikle edebiyat çevresinde kitabın kendisi, yazarları, okurları aşağılanıyordu.
Eleştirilerin çoğu ağır ve hatalıydı. Metal Fırtına zaten bir Dostoyevski romanı değildi, anlatım aksiyonu taşıyacak kadar basitti ama saldırılar sürüyordu.
Edebiyat dünyamızdaki lobilerin tekerine çomak sokmuştuk. Herkes tökezlememi, silinmemi bekliyordu. TBD yarışmasına, “Madem iyi bir yazar olarak görmüyorlar, kendimi ispatlayayım,” diye düşünerek, hırsla girdim. 2007 senesinde yine çok satan “Zifir” ve “Derin İmparatorluk” çalışmalarımın arasında, “Bu kesin birinci olacak,” diye düşünerek “Rahim” adlı bilimkurgu öykümü yazdım.
Gariptir ki, “Rahim” adlı öykümün konusunu bulduğumda tıpkı ilk yarışmada olduğu gibi birinci olacağıma emindim. (Rahim adlı öykümde gezegenleri inceleyip, şirketler için lisans veren bir uzay adamı ile onun korumaya kararlı akıllı elbisesinin yaşadıkları anlatılıyordu. Bu öykü “Kızıl Vaiz” adlı kitabımda bulunuyor.)
Birincilik haberini aldığım günü çok iyi hatırlıyorum. Metin Demirhan’ı 1 Kasım 2007’de beyin kanamasından kaybetmiştik. Bir-iki gün sonra yağmurlu, kasvetli bir havada onun cenazesine giderken telefon çaldı ve birincilik haberi aldım. Çok garip bir duyguydu. İlk öykü birinciliğimi kazandığım yarışmayı düzenleyen Metin’in cenazesine giderken ikinci öykü yarışması birinciliğimin haberi alıyordum.
Tam olarak ne hissettiğimi anlatamam ama kesinlikle sevinç değildi. Sadece kozmik bir şakaya acı bir şekilde gülmüş olabilirim.
O birincilikten sonra yazarlığım hakkında kim, ne düşünüyor umurumda olmadı. Ben ne olduğumu biliyordum artık. Zaten bir daha edebiyat üzerine olan yarışmalara katılmadım.
Yarışmaya katılacaklara tavsiyem ise, konuyu iyi seçmeleri ve jüri üyelerinin empati kurabilecekleri bir karakter ile kurgulamaları…
Kadri Kerem Karanfil
ExTube (2016) Öyküsüyle Birincilik Ödülü
Türkiye Bilişim Derneği’nin düzenlediği bilimkurgu yarışması bu sene yirminci kez düzenleniyor. Tekrarlayayım, yirminci kez. Türkiye’de bilimkurgu türüne gönül verenler için muhteşem bir haber. Emeği geçenlere ve yarışmanın bugünlere ulaşmasını sağlayan isimlere ne kadar teşekkür etsek az. En güzel teşekkür, hayal dünyanızı klavyeniz ile birleştirmeniz ve yarattığınız öyküyü yarışmaya göndermeniz olur herhalde.
Geride bıraktığımız yıllar içinde, bu prestijli ödüle uzananlara göz attığımızda birçok değerli isimle karşılaşıyoruz. Müfit Özdeş, Aşkın Güngör, Orkun Uçar, Akın Başal, Sinan İpek, Murat Başekim, Funda Özlem Şeran bu kalemşorlardan yalnızca birkaçı. 2016’da ExTube adlı öykümle birinciliğe layık görülerek bu isimlerin arasında yer almak benim için büyük gurur kaynağını.
Peki bu yarışmayı nasıl kazandım? Katılan iki yüz küsur öykünün yazarından farklı olarak ne yaptım? Size bu yazımda yalnız bilimkurgu türünde öykü yazmak değil, genel anlamda da yazmak üzerine birkaç tavsiyede bulunmak istiyorum.
Altın kuralı başta vereyim. Eğer yazmak istiyorsanız yapmaktan asla kaçamayacağınız iki şey var: Sistemli bir şekilde yazmak ve sürekli okumak. Bu iki şey sizin olmazsa olmazınız. Hem okumaya hem de yazmaya ayıracak vakit bulamıyorum diyemezsiniz.
Bu konuda anlaştığımıza sevindim. Peki neler okumalısınız? Yanıt: Ne bulursanız. Tarih, felsefe, spor, arkeoloji, müzik, bilim, marangozluk… Aklınıza gelen, önünüze çıkan her konuda okumalar yapın. Düşeceğiniz en büyük yanlış, yalnızca yazdığınız türde okumalar yapmak olacaktır. Bu hamburger seviyorum diye sadece hamburger yiyerek yaşamaya çalışmaya benzer. Kimse sırf hamburger yiyerek yaşayamaz. Kahvaltı etmeli, sebze ve meyve tüketmeli, su içmelisiniz. Farklı okumalar yapmanız hem bilgi hem de hayal dünyalarınızı zenginleştirecektir. Bu sayede yazdıklarınızın derinliği de artacaktır. Çiçekçilik üzerine okumalar yaparsanız, yazdığınız bilimkurgu öyküsünde yabancı bir gezegende çiçekçilik yapan bir karaktere yer verebilir, bunu da inandırıcı biçimde yapabilirsiniz.
Size Asimov’u örnek gösterebilirim. Asimov bunca kitabı yazabilmesini kütüphaneye ve kütüphane sayesinde ulaşabildiği farklı türlerdeki eserlere borçludur. Her şey babasının ona bir kütüphane kartı almasıyla başlar. Kütüphane Asimov’u tek kelimeyle büyüler. Burada Homeros’un eserlerini okuma fırsatı bulur. Yunan mitolojisi ile tanışır. Shakespeare’i okur. Kutsal kitabı okur. Tarih kitapları okur. Dünyanın güneşin etrafında döndüğünü, dinozorları ve buna benzer şeyleri çocuklar için yazılmış popüler bilim kitaplarından öğrenir. Charles Dickens’ı keşfeder. Bulduğu her kitap ona başka bir kapı açar. Eline geçen her şeyi büyük bir iştahla okur. Elbette bu okumalar yazarlık kariyeri için altın değerinde olur.
Okuma kısmını hallettik. Sıra geldi yazmaya. Öykü yazmak ustalık ister. Bir olayı az kelime kullanarak anlatmak ve bunu da etkileyici bir biçimde yapmak hiç de kolay değildir. Yine de kısa bir öyküyü bir oturuşta bitirebilirsiniz. Örneğin oturun ve başınıza gelen ya da tanık olduğunuz ilginç bir olayı kelimelere dökün. Bir sonraki sefer yazdıklarınızdan neleri çıkarabileceğinize bakın. Öykü saf olmalıdır. Onu fazla kelimelerden ve cümlelerden arındırın. Kendinize kelime sınırı koyabilirsiniz. Seçtiğiniz konuyu 700 kelimeyi aşmadan yazmaya çalışın mesela.
Böyle yaparsanız gereksiz kelimeler ve cümleler kendiliğinden elenecektir.
Bildiğiniz şeyleri yazmanızda fayda var. Böylece yazdıklarınız hem bilgi yanlışı içermez hem de daha inandırıcı olur. Bunu yaparken de kendi kelimelerinizi kullanın. Günlük hayatınızda kullanmadığınız kelimeleri yazarken de kullanmayın. Sırf cafcaflı olsun diye böyle kelimeler kullanırsanız iğreti durur. Ve en önemlisi yazdığınızdan keyif alın. Siz yazarken sıkılıyorsanız, başkasının onu keyifle okumasını bekleyemezsiniz.
Bir başka konu da dünyaya bakmak ile ilgili. Yazar olmak istiyorsanız gözleriniz ve kulaklarınız her zaman açık olmalı. Başkalarının farkına varmadığı bir ayrıntı, bir ses, bir görüntü, bir sahne, bir insan, bir eşya sizin öykü konunuz olabilir. Edebiyatımızın büyük isimlerinden Orhan Kemal iyi bir gözlemciydi. Birlikte yaşadığı, birlikte fabrikada ya da tarlada çalıştığı, birlikte hapis yattığı, kahvede birlikte kâğıt oynadığı insanları yazdı; büyük eserlerini iyi bildiği bu insanların ve içinden geldiği zorlukların üzerine kurdu. Bu sayede başarılı oldu. Siz de iyi bir gözlemci olun.
Bu topraklarda bilimkurgu yazarı olmak istiyorsanız içinde yaşadığınız toplumu sağlıklı bir biçimde gözlemlemelisiniz. Teknolojik ve toplumsal değişimleri dikkatle takip etmelisiniz. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bana TBD öykü yarışmasında birincilik getiren Extube adlı öyküm, hızla gelişen iletişim teknolojileri ve buna ayak uydurmakta zorlanan toplumsal yapı hakkındaydı. Bu öyküyü, sosyal medyanın ölümü bile nasıl trajikomik bir hale getirebileceğini gözler önüne seren bir haberden esinlenerek yazmıştım. Bir bilimkurgu yazarı olmak istiyorsanız toplum sizin esin kaynağınız olmalı. Teknolojiyi takip edin. Toplumu takip edin. Değişimleri ve değişimlere ayak uyduranlarla uyduramayanları takip edin. Değişimleri takip etmek için tarih bilginizi geliştirin. İçinde yaşadığımız bilişim toplumunu anlamak istiyorsak, sanayi toplumundan, tarım toplumundan ya da avcılık ve toplayıcılıkla yaşayan insanlardan bile haberdar olmalıyız.
Karşılaştığım en büyük hata ise sanki bu topraklarda yaşamıyormuş gibi öyküler yazılması. Karakteriniz Henry, Mary, George olur, lanet olsun diyerek sinirlenirse öykünüz inandırıcılıktan uzaklaşır. Bu öykü bir sabun köpüğünden farksızdır. Okuyucunun bir oflamasıyla patlar gider. Karakteriniz Ahmet olsun, Mehmet olsun, Şükrü olsun; maceralarını bildiğimiz topraklarda yaşasın, Orhan Gencebay dinlesin, kuru fasulye pilava bayılsın… Geçen gün İthaki Yayınları editörlerinden sevgili Burak Albayrak, “Bir eser ne kadar yerel olursa o kadar küresel olur,” dedi ki bu cümle çok hoşuma gitti. Yazdığınız öykü kendi kültürünüzü yansıtmıyor, aksine Amerikalı bir yazara ait gibi görünüyorsa türe nasıl bir katkı yapmış olabilirsiniz ki? Türe farklı bir ses kazandırmaya gayret edin. Bu noktaya özellikle dikkat etmenizi istiyorum.
Son birkaç şey: Meraklı olun. Öğrenmeye aç olun. Hayalperest olun. Hep çocuk kalın. Kendinize inanın. Size yazamayacağınızı söyleyenler mutlaka olacaktır. Yaptığınız işin saçma olduğunu düşünenler de olacaktır. Hatta size gülenler bile olacaktır. Ben hepsiyle karşılaştım. Hiçbirine aldırmadım. Siz de aldırmayın. Yazın ve okuyun, yazın ve okuyun, yazın ve okuyun… Durmayın ve pes etmeyin. Hayranı olduğunuz büyük yazarların, belki de sizin asla yaşamayacağınız zorluklardan geçerek o büyük yazarlara dönüştüklerini asla unutmayın.
Tevfik Uyar
Son Mektup (2012), Fırıldak (2013) ve Yüz Elli (2015) Öyküleriyle İkincilik Ödülü
İçinden geçtiğimiz süreçte hemen hemen her geleneğin yıkıldığına şahit oluyoruz. Başta siyaset arenasında olmak üzere, bir yerlerde yazılı olmasa da teamüller gereği her daim korunan pek çok sosyal kurum, adet, gelenek bilhassa yıkılıyor. Yaşadığımız günleri cumhuriyet dönemine bağlayan anıtlar, binalar bile bu yıkım sürecinden nasibini alıyor. Bir köksüzlüğe doğru evriliyoruz. Anomidir bu. Normların yıkılıp yerine bir şey konamaması ve bundan doğan karmaşadır. Haliyle açığa da bir kimliksizlik, parçalanmışlık çıkarır. İnsanın güven duygusunu da zedeler bu ve nihayetinde kitlesel bir mutsuzluğu doğurur. Bundan olsa gerek ki siyasi partiler reklamlarında “Eski Türkiye” teması işler, Adile Naşit’in ninnileri, Barış Manço’nun programları, eskinin siyasi açık oturumları her zaman olduğundan çok daha fazla anılmaya, ilgi görmeye ve bir de metihle ve özlemle yad edilmeye başlandı.
Köklülük insanlara, geçmişte güzel olanın tekrar mümkün olabileceği ya da her şeye rağmen bir şeylerin süreceği ve unutulmayacağı umudunu verdiği için gerekli bir vasıftır. Rasyonel olarak ona değer tesis eden bir yanı da vardır: Bir şey köklüyse, yüksek olasılıkla zaman içerisindeki tüm olumsuzluklara rağmen ayakta kalabilmiş, hatta deneyim kazanmış, dolayısıyla hatalarını düzeltmiş, oluşan birikim sayesinde sürprizlere, acemiliklere açık değil demektir.
İşte bu yıl yirminci defa bilimkurgu yarışması düzenleyecek olan Türkiye Bilişim Derneği’nin bilimkurgu edebiyatımızdaki durumu da tam olarak böyledir. Bilimkurgu yazınımıza baktığımızda bunca yıldır istikrarlı bir biçimde hayatta kalabilmiş ve hala devam eden başka bir organizasyon yok. İstikrarı sayesinde oluşan itibarı da oldukça çetin rekabet şartları ortaya çıkarıyor, ki bu sayede de edebiyatımıza oldukça başarılı ve nitelikli öyküler kazandırıyor.
Bugüne dek TBD yarışmalarında üç defa (2012, 2013 ve 2015) ikincilik derecesi almış bir bilimkurgu yazarıyım ben de. 2012’de ilk defa katıldığım yarışmanın sonuçları açıklanıp da ikinci olduğumu gördüğümde sevinçten havalara sıçradığımı hatırlıyorum. Aradan geçen altı yıl içinde iki defa daha bu şerefe nail oldum. Bugünse yarışmanın jüri üyelerinden biriyim ve bu da beni onurlandırıyor. Çok başarılı öyküler okuyacağım için de oldukça heyecanlıyım. Nihayetinde sonuçlar açıklanmış mı diye TBD sayfasını tekrar tekrar ziyaret edip, orada adını gördüğünde mutluluktan zıplayacak, belki sevinç gözyaşları dökecek olan yeni yazarların duygularını da dolaylı olarak paylaşmış olacağım.
İyi olan kazanacak elbette ama daha da önemlisi her durumda kazanan bilimkurgu edebiyatımız olacak.
İsmail Yamanol
İlk Görev (2016) Öyküsüyle İkincilik Ödülü
Öteden beri araştırma/inceleme yazıları kaleme almaya alışmış biri olarak, az sayıdaki öykü üretimlerimde de programlı hareket etmekten pek kurtulamıyorum. Hatta öyküye dönüşme potansiyeline sahip bazı fikirleri kafamın içinde yıllarca döndürdüğüm, inciğini cinciğini kurcaladığım olur. Bu doğum sürecinin başarıyla gerçekleştiğine ikna olduğum anda ise kolları sıvar ve kafamdakileri tek oturuşta öyküye döküveririm. Neyi nasıl yazacağım bellidir; karakterlere ve olay akışına bağımsızlığını ilan etme fırsatı tanımam. Yarattığım o düşsel evrenin tanrısı benimdir çünkü ve çizdiğim mutlak yazgının dışına hiçbir şey çıkamaz. Bunun iyi ve doğru bir yazım tekniği olup olmadığı konusunda ahkam kesecek değilim. Sonuçta her yazar kendi bildiğini okur.
Türkiye Bilişim Derneği’nin düzenlenlediği 18. Bilimkurgu Öykü Yarışması’nda ikinciliğe layık görülen İlk Görev adlı öykümün yazım aşaması da bu şekilde gerçekleşti. İlk Görev, yaklaşık üç yıllık bir fikrin tek oturuşta ve iki kutu bira eşliğinde öyküye dönüşmüş haliydi. Solucan deliği, uzayda seyahat, nanoteknoloji, paralel evren, zamanda yolculuk, büyük patlama, paradoks gibi kallavi temaları aynı potada eriten ve muzır sonuyla da okuru şaşırtan masum ama kurnaz bir öyküydü. Bu karmaşık dokusu TBD Bilimkurgu Öykü Yarışması’nın jürisini de tavlamış olacak ki ikincilik ödülüne layık görüldü. Gönderdiğim ilk öyküyle böylesi önemli ve köklü bir yarışmada dereceye girmiş olmak hem çok sevindirici hem de teşvik ediciydi.
Türkiye Bilişim Derneği, düşlerini ötelere taşımak isteyenleri tam yirmi yıldır teşvik etmeyi sürdürüyor. Edebiyatımıza bir yandan yeni yazarlar kazandırırken, bir yandan da yeni eserler armağan ediyor. Yüreklendirilmeye ihtiyacı olanlara cesaret, adını duyurma amacındakilere fırsat, kalem gücünü sınamak isteyenlere ise imkan sunuyor. Yelkenlerini böylesi güzel imkankaların rüzgarıyla şişiren bilimkurgu edebiyatımız da hızlanarak yolculuğunu sürdürüyor; geleceğe, yıldızlara ve düşlerine doğru…
Nur İpek Önder Mert
İki Kızıl Yabani At (2017) Öyküsüyle İkincilik Ödülü
Gizli gizli bilimkurgu öykü denemeleri yazıp, evdeki kedilerden bile saklarken, TBD’nin düzenlediği yarışmalar, hem öykülerimi paylaşma noktasındaki bakış açımı hem de edebiyat ödülleri hakkındaki fikirlerimi tümüyle değiştirdi.
On yıldır takipçisi olduğum, son üç yıldır da katılım gösterdiğim yarışmada, ikinci olduğumu öğrendiğim an, “Yazmaya devam!” dedim. Uzun yıllar şiir ile haşır neşir olan biri olarak, tutkunu olduğum türde, fikirlerini çok önemsediğim jüri iyelerinden “Yazmaya devam” biletini almanın, bugün yazın alanındaki planlarımı ve yolumu etkilediğini görüyorum. Beni bana yaklaştıran bir yol…
Gelecekte bir gün, dönüp geriye baktığımda, bana kattığı kişisel ve sosyal kazanımları, bir dönüm noktası gibi değerlendireceğimi düşünüyorum. Öykülerimi okumak için peşlerinden koştuğum kedilerin hiç hoşuna gitmese de bu durum…
İsmail Yiğit
İhlal (2016) Öyküsüyle Üçüncülük Ödülü
TBD’nin 2016’da düzenlediği bilimkurgu yarışmasında “İhlal” adlı öykümle üçüncülük derecesini kazanmam, hayatımda yeni bir pencere açtı. Öncelikle o pencerenin açılmasına kadarki süreci paylaşmak istiyorum.
Ortaokul yıllarımdan beri bilimkurguyla genel olarak tüketici düzeyinde ilgiliydim. Farklı zamanlarda kısa bir roman ve az sayıda öykü denemelerim oldu. Daha evvel TBD’nin bu yarışmasına üç kez katılmıştım, fakat herhangi bir derece elde edememiştim. Bir ara demek ki bu işi beceremiyorum diye umutsuzluğa kapılıp elime kalem bile almadığım birkaç yıl geçti. Sonra bir gün, Facebook’ta Bilimkurgu Kulübü’nü keşfetmem, içimde uyumakta olan bilimkurgu aşkını yeniden canlandırdı. Türkiye’de bilimkurguya ilgili ve bu işe gönül veren hatırı sayılır bir kitlenin varlığını öğrenmek, sayfada paylaşılan makaleleri okumak bana çok iyi hissettirmişti. Bilimkurguya daha ciddi bir şekilde eğilmeye başlamıştım. Hatta alana dair bilgimi artırmak için, Ankara’da bilimkurgu ve fantastik edebiyat yazımı konusuna özel olarak eğilen Sinemart Yazarlık Akademisi’nin kursuna yazılmıştım. Sonunda, hem Bilimkurgu Kulübü’ndeki öyküleri ve makaleleri okudukça, hem de bu kursta öğrendiklerimle yıllardır neyi yanlış yaptığımı anladım. Yazıyordum ama yazmanın yaratıcılık kadar teknik bir yönünün de olduğunu hep ıskalamışım. Her sanatta olduğu gibi, bilimkurgu yazımının da bünyesinde bir zanaat boyutu mevcut ve yaratıcılık kişiyi bir yere kadar taşıyabiliyor. Bir kurmacanın nasıl cümle cümle, satır satır inşa edilmesi gerektiğine dair temel bilgileri de edinmek gerekiyor. Sonrasında, 2016 yılındaki yarışmada kazandığım dereceyi, meseleye geçmiş yıllara göre bu sefer daha ciddiyetle eğilmemin bir meyvesi olarak yorumluyorum.
Bu dereceyle beraber, demek ki çalışırsam yapabiliyormuşum dedim kendi kendime ve bir bilimkurgu üreticisi olma yönünde özgüvenim arttı. Fakat aslında bunun benim adıma bir ilk adım olduğu inancını taşıyorum. Sulanmayan bir bitkinin çürüyüp öleceği gerçeği gibi, kalemi de sıcak tutmak lazım. Bir testi nasıl dolmadan boşalamaz, sürekli okuyarak yazı motorunu da beslemek lazım. Bu yüzden, Bilimkurgu Kulübü öncelikli olmak üzere çeşitli mecralarda bilimkurgu konusunda kitap ve film tanıtımları, çeviriler yapmaya, sunumlar ve söyleşiler düzenlemeye devam ediyorum. TBD’den 2016’da aldığım derece, hayatımın geri kalan dönemi için bir işaret fişeği oldu ve onun yazım hayatıma attığı çapaya tutunarak ilerliyorum.
TBD bu yıl bilimkurgu yarışmasının yirmincisini düzenliyor. Türkiye bilimkurgu edebiyatı adına büyük bir hizmeti gerçekleştiren bu organizasyonda emeği geçen herkese, her yıl yarışmaya katılan yüzlerce arkadaşa da şükran borçluyum. Çünkü ülkemizde bilimkurguya değer veren insanların varlığını bilmek esas olarak güç veriyor. Dereceye girilse de girilmese de, azim ve sebat bu işin anahtar noktası. Vazgeçmeden üretmeye devam etmek, umutsuzluğa kapılmadan işin peşini bırakmamak. Zaten bilimkurgu sevdasına bir kere tutulmuşsanız, o sizin peşinizi bırakmıyor. Hayatımızda bilimkurguya daha çok yer ayırmalıyız, çünkü bilimkurgu sayesinde hem kişi hem de toplum olarak zihinsel planda daha çok özgürleşeceğiz.