3. Dünya Savaşı sürerken, insanlara hiç gerek kalmadan üretim yapmanın yolu bulundu. Sorun şu: insanlar ne yapacak?
Amerika’nın en çok okunan yazarlarından biri olan Kurt Vonnegut Jr. 1922 tarihinde doğmuştur. Daha çok hümanist kimliğiyle ön plana çıkan yazar aynı zamanda 2. Dünya Savaşı’na da bizzat tanıklık etmiştir. Almanya’nın Dresden şehri müttefik devletler tarafından bombalandığında orada bulunan Vonnegut, daha sonra kaleme alacağı eserlerinin bazılarına yaşadıklarının etkisini yansıtmıştır. Savaşın ardından zamanının büyük bir bölümünü yazarlığa ayırmadan önce ise antropoloji alanında uzmanlaşmıştır.
2. Dünya Savaşı’nda tanık olduğu olayların etkisi sonucunda ortaya çıkan, en iyi eserlerinden biri olarak anılan ve ülkemizde de birkaç yayınevi tarafından basılmış olan Slaughterhouse-Five (Mezbaha No: 5) isimli romanı ile dünya çapında ünlenen yazarın ilk yayımlanan romanı ise Player Piano‘dur (Otomatik Piyano). Otomatik Piyano ve ardından yazdığı ikinci romanı Sirens of Titan bilimkurgu kategorisinde yer aldıkları halde ve sonrasında yazacağı birçok romanı ve öyküsünde bilimkurgu temaları bulunmasına rağmen yazar kendisini bilimkurgu yazarı olarak görmemektedir. Buna rağmen Vonnegut, eserleriyle bilimkurgu dünyasının önde gelen yazarlarından biri olmayı başarmıştır.
“Makineler ve hükümet kurumları öylesine bütünleşmişlerdi ki birine zarar vermeden diğerine saldırmaya çalışmak, bir hastayı kurtarmak için hastalıklı bir beyni çıkarmak gibi bir şeydi. İktidara el koymak gerekecekti…”
1952 yılında kaleme alınan Player Piano isimli romanı Türkiye’de ilk ve son kez olmak üzere 1997 yılında Metis Yayınevi tarafından Metis Bilimkurgu dizisi kapsamında okurlarla buluşturuldu. Aradan geçen 19 yıla rağmen ikinci bir baskı yapmayan ve farklı bir yayınevi tarafından da basılmayan distopik romanın çevirisi bilimkurgu alanında yetkin çevirileriyle tanıdığımız İrma Dolanoğlu Çimen‘e ait.
Kitap için Yetkin Başarır tarafından özel olarak çizilen kapak resminin başarılı olduğunu söylemek mümkün. Eserin adına yakışır bir çizimle yayımlanan kitabı ne yazık ki günümüzde bulmak bir hayli güç. Sahaflar tarafından oldukça yüksek meblağlar istenen Otomatik Piyano’nun bir an önce yeniden yayımlanması şart. Bilimkurgu okurları tarafından İthaki Yayınları’nın Bilimkurgu Klasikleri dizisinde kendisine yer bulması istenen kitap, Can Yayınları veya April Yayınları aracılığıyla da yeniden basıma hazırlanabilir. Zira her iki yayınevi de hali hazırda güncel olarak Kurt Vonnegut kitapları yayımlamaya devam etmektedirler.
“Makineler Amerika’nın işini Amerikalılar’dan şimdiye kadar yaptığından çok daha iyi yapıyordu. Daha çok insana, daha az fiyatla, daha az iyi mallar sunuluyordu, bunun fevkalade ve son derece tatmin edici bir şey olduğunu kim inkar edebilirdi?”
Yazarın ilk romanı olmasına rağmen, yazıldığı dönem düşünüldüğünde oldukça özgün bir kurguya sahip olan Otomatik Piyano, günümüzde klasik bir distopya olarak görülmektedir. Gerek karakterleri, gerek dili, gerekse de geleceğin dünyasını resmetme konusunda oldukça başarılı olan eserde ilk roman acemiliği yer yer hissedilse de, yine de her daim kalitesiyle tüm Vonnegut eserleri arasında kendine ön sıralarda yer bulmayı başarmıştır.
Eser, belirsiz bir gelecekte geçer. İnsanların yapabileceği her türlü işin artık makineler/robotlar tarafından yapıldığı bir gelecek portresiyle karşı karşıyayız. Sadece çok yüksek IQ‘ya sahip insanların iş bulabildiği, geriye kalanın ise umutsuzluk içinde evlerinde oturduğu ve çalışamaz hale geldiği bu düzende makinelerin kontrolünde bir dünya tasviri görmekteyiz. Herhangi bir meşguliyetleri olmayan insanlar ise bir boşluk içindedirler. Kısa bir süre önce sonlanan 3. Dünya Savaşı’nın yarattığı tahribatı da henüz üzerlerinden atamamış olan insanlık makinelerin dünyasında kendilerini bir hayli değersiz hissedeceklerdir. Yeniden söz sahibi olmak isteyen bir grup mühendisin makinelere karşı başlatacağı savaş sonuçsuz mu kalacaktır yoksa bu isyan dalgası sayesinde insanlar yeniden dünyada söz sahibi mi olacaklardır?
“Anlamıyor musun doktor?” dedi Lasher. “Beyaz adamlar Kızılderililer için neyse, makineler de hemen herkes için o. Makineler dünyayı değiştirdiği için, insanlar eski değerlerinin gittikçe geçerliliğini kaybettiğini görüyorlar. İnsanların da ikinci sınıf makineler haline gelmekten veya makinelerin vesayeti altına girmekten başka seçenekleri kalmıyor.”
Romanın geçtiği zamanın New York‘u 3 kısma ayrılmıştır. Kuzeybatıda müdürler, mühendisler, devlet memurları ve birkaç profesyonel yaşamaktadır, kuzeydoğuda makineler yer almaktadır, güneyse ise Yurt adı verilen bölge mevcuttur ve burada sıradan halkın büyük çoğunluğu yaşamını sürdürmektedir. Kitabın daha en başında bu bilgileri okuruna aktaran Vonnegut, hiyerarşik bir düzenin hakim olduğu distopik bir hikaye anlatacağının sinyallerini veriyor.
Kitap iki farklı koldan ilerleyip, finalde ise birbirine bağlanıyor. Paul Proteus‘un bakış açısıyla deneyimlediğimiz geleceğin Amerikası’na, altı milyona yakın üyesi bulunan Kolhouri mezhebinin ruhani lideri ve aynı zamanda Bratpuhr‘un Şahı ziyarete gelir. Buradan da anlaşılacağı üzere, Vonnegut’un hikayesini dini bir bakış açısı üzerinden de ele aldığını görmekteyiz. Bir yanda bilimin hakim olduğu son derece teknolojik bir dünya, öteki yanda ise yine milyonlarca insanın inandığı, bilime zıt bir bakış açısı sergileyen dogmatik dinlerin dünyası.
“Tanrı biliyor ya, sistemin içinde kalıp tepeye varana kadar devam etmek çok kolay. Esas cesaret isteyen sistemden çıkmak.” -Paul Proteus.
Pretous, çevresindekilerle gerçekleştirdiği fikir alış verişleri sonucunda insanları esirleştiren sistemi ve onun çevrelediği bu mekanik dünyayı derinlemesine sorgulama kararı alacaktır. Bunun sonunca ise illegal bir örgüte mensup üyeler arasına katılacaktır. Bu örgüt, devrim yapmayı ve insanlara yeniden hak ettiği değerin verilmesini sağlamayı amaçlamaktadır.
Özetle, Kurt Vonnegut bu romanında teknolojinin insanlar üzerindeki tesirlerine odaklanarak yaşanması muhtemel bir geleceği kurgulamış ve ütopya olarak başlattığı romanını katı bir distopya olarak bitirmiştir. 2. Dünya Savaşı’nda yaşadığı bombardımanda teknolojinin insan yaşamına kolaylıkla kast edebileceğini birinci elden deneyimlemiş olan yazarın ilk yapıtında teknoloji odaklı bir distopya kaleme almış olması hiç de şaşırtıcı değildir.
Teknoloji mi galip gelecek yoksa insan mı? Sorunun cevabı Otomatik Piyano’da gizli.