Bilimkurgu, 19. yüzyılda Mary Shelley, Jules Verne ve H. G. Wells gibi yazarların hünerli kalemleriyle olgunlaştı. Ancak bu yazarların öncesinde, Ay’a yapılan yolculuklarla, sosyal ve teknolojik olarak gelişmiş uygarlıklarla ve gelecek öngörüleriyle dolu öncül bilimkurgu eserlerinin uzun bir tarihi var.
Bu tarihi hatırlamak için bilimkurgunun köklerine inelim ve şairlerin, matematikçilerin, politikacıların ve filozofların 1800’lerden önce verdiği, zamanlarının şaşırtıcı derecede ilerisinde olan eserlerinden bazılarına göz atalım.
Samsatlı Lukianos – “Olmuş Bir Öykü” (2. Yüzyıl)
Bugün sınırlarımız içinde bulunan, Adıyaman’a bağlı Samsat “Samosata”da doğmuş Süryani bir filozof, hatip ve hiciv ustası olan Samosatalı Lukianos‘un bu eseri gelmiş geçmiş en eski bilimkurgu eseri kabul edilir. Aslında Lukianos spekülatif bir kurgu yazma niyetinde değildi. Bundan ziyade, bu ironik başlıklı eseriyle, yer altı dünyasına açılan kapılar, büyülü kadınların adaları, küstah denizcileri dünyanın öbür ucuna sürgün eden tanrılar gibi, o zamanlar popüler olan süslü fantezileri hicvetmeyi amaçlıyordu.
Ancak Ay’a yolculuk, uzaylı orduları, insan yapımı “insanlar” ve gezegen dışı kolonizasyonla ilgili heyecan verici hikâyesiyle, ilk uzay operasına imza atmış oldu.
İbn’ün Nefis – “Düşüncenin Erdemi” (1270 civarı)
Küçük kan dolaşımını bulup çözmesi, koroner ve kılcal damarlar hakkında erken fikir vermesi başta olmak üzere, anatomi ve fizyoloji alanındaki keşifleriyle tanınan Suriye-Mısırlı hekim, edebiyatçı ve ilahiyatçı İbnü’n-Nefis, bu eseriyle, İslam’ın bilim ve akıl ile uyumunu ve insanın evren hakkındaki gerçekleri mantıksal olarak çıkarsama kapasitesini göstermeye çalıştı.
Birdenbire ortaya çıkan ve bir grup kazazedeyle karşılaşıp daha sonra uygarlığa getirilen bir çocuğun hikâyesinin anlatıldığı eserde; insanın kökeni, uygarlığın geleceği ve öbür dünyanın doğası da dâhil olmak üzere yaşama dair büyük gizemlerin, uygun bilimsel çalışmalar yoluyla çözülebileceği öne sürülüyor. Hatta insan anatomisinin tam olarak anlaşılmasıyla, bedensel dirilişin mümkün olduğu fikri ortaya atılıyor.
Thomas More – “Ütopya” (1515)
Thomas More, kendisinden sonra kurgu eserlerde yaygın olarak kullanılacak politik bir terimi ilk kez kullandı: Ütopya.
More’un bahsettiği kültür dünya dışı olmasa da, onun bakış açısına göre yabancıdır. Yeni Dünya’ya yerleştirilmiştir ve tamamen komün hayatına, disiplinli bir cinsel ahlaka ve dini hoşgörüye dayanmaktadır.
Francis Bacon – “Yeni Atlantis” (1626)
Francis Bacon‘ın ütopik romanı, yalnızca cömertlik ve haysiyete değil, aynı zamanda bilim ve teknolojiye saygıyı temel alan bir toplum tasavvur ediyordu. Avrupalı bir ekip, efsanevi Güney Amerika ülkesi “Bensalem”e iner ve burada devlet destekli bir bilim enstitüsü olan “Süleyman’ın Evi”nin icat ve keşiflerine hayran kalır. Süleyman’ın Evi’nin üyeleri, bilimsel araştırmalarını, pek tabii Bacon’un kendisi tarafından geliştirilen “Baconian” yöntemine göre yürütürler.
Denizaltı, mikroskop ve kurmaya gerek olmayan “sürekli saatler” de dâhil olmak üzere, Bensalem vatandaşlarınca geliştirilen icatlar, Bacon’un eski oda arkadaşı olan mucit ve mühendis Cornelius Drebbel tarafından tasarlanmıştır.
Johannes Kepler – “Somnium ya da Ay Astronomisi” (1634)
Rönesans dönemi astronomu olan Johannes Kepler, öğrenciliğinde, Ay’ın hareketlerinin Dünya’dan görülebildiği gibi, Dünya’nın hareketlerinin de Ay’dan görülebileceğini iddia eden bir tez yazdı.
Bundan kırk yıl sonra ise Kepler’in mirasçıları, o zamana kadar destansı bir Ay’a yolculuk hikâyesine dönüşen Somnium’u yayımlatacaklardı. Kepler’in kendisi Danimarkalı ünlü gökbilimci Tycho Brahe’nin öğrencisi ve asistanı olduğu gibi, Somnium‘un kahramanı da öyleydi. Isaac Newton’un doğumundan on yıl önce, Ay’a ulaşmada Dünya’nın “yerçekiminden” kurtulmak ve Dünya atmosferinden çıktıktan sonra solar radyasyonla uğraşmak gibi birçok olası zorluğu öngörüyordu. Carl Sagan Cosmos’ta, Somnium’u ilk bilimkurgu eseri olarak tanımlamıştır.
Francis Godwin – “Ay’daki Adam” (1638)
Piskopos Francis Godwin‘in hikâyesi, her ne kadar daha az bilimsel tabanlı olsa da, Ay’a başka bir yolculuk sunuyor. Bir göçmen kuş sürüsü, Domingo Gonsales’i Ay’a götürüyor ve kahramanımız orada güneş ışığından sakınan ve suçluları idam etmek yerine Dünya’ya gönderen Ay sakini Lunarlar’la tanışıyor.
Hikâyenin, Baron Munchausen ve Gulliver’in Seyahatleri’ne ilham verdiği söylenir.
Francis Cheynell – “Aulicus: His Dream of the King’s Second Coming to London” (1644)
Francis Cheynell‘in bu kısa siyasi risalesinde herhangi bir uzay yolculuğu, uzak diyarların keşfi, yahut hiçbir bilimsel yenilik yer almıyor.
Bununla birlikte, I. Charles’ın İngiliz İç Savaşı’nda Parlamento üzerindeki zaferi hakkında tutarlı tahminlerde bulunuyor ve bu da onu belki de geleceği tasavvur eden ilk Avrupa bilimkurgu eserlerinden biri yapıyor.
Cyrano de Bergerac – “Öteki Dünya: Ay Devletleri ve İmparatorlukları” (1656) ve “Güneş Devletleri ve İmparatorlukları” (1661)
Cyrano de Bergerac bugün daha çok Edmond Rostand’ın oyununun meşhur kahramanı olarak bilinir.
Ancak Cyrano de Bergerac’ın kendisi de bir yazardı. Bu eserinde kahraman, önce onu buhar gücüyle kaldıracak bir su düzeneği tasarlayıp Ay’a ulaşmaya çalışır ve başarısız olur. Ardından bir roket üzerinde Ay’a ulaşmayı başarır. Yazar, kahramanının orada tanıştığı insanlarla olan maceraları üzerinden, kilise öğretileri ile özgürlüğe ve akla aykırı olduğuna inandığı tüm otoriteleri eleştirir.
Kahraman ayrıca, nasıl olup da yanmadığına dair bazı açıklamalarla Güneş’e ve yıldızlara gider.
Margaret Cavendish – “Yeni Kristal Dünya” (1666)
Doğa felsefesi üzerine çalışan Newcastle Düşesi Margaret Cavendish, bu çalışmayı Deneysel Felsefe Üzerine Gözlemler eseriyle birlikte verdi. Kitapta, bir kadın kaçırılıp kendisini kaçıranların donduğu Kuzey Kutbu’na getirilir ve burada başka bir dünyaya açılan bir portal keşfeder. Orada yaşayan insan biçimindeki hayvanların imparatoriçesi olur ve sonunda birlikte İngiltere’yi istila ederler.
Tuhaf bir şekilde, Yeni Kristal Dünya, daha çok bilimkurgu olarak sınıflandırılsa da, aynı zamanda Aristotelesçi kozmoloji ve Bacon’ın bilimsel yöntemi gibi teorilere bir eleştiridir.
Simon Tyssot de Patot – “The Voyages and Adventures of Jacques Masse” (1710) ve “The Life, the Adventures, and the Voyage to Greenland of Reverend Father Cordelier Pierre de Mesange” (1720)
Kayıp dünyaları konu alan eser verenler, Simon Tyssot de Patot‘ya çok şey borçlu. Jacques Messe’nin Yolculukları ve Maceraları’nda kahraman Güney Afrika’ya seyahat eder ve tarih öncesi bitki ve hayvanlardan oluşan bir diyarı keşfeder.
Peder Pierre de Mesange ise yeryüzünde bir boşluk bulur ve bu onu yer altında medeniyet inşa etmiş bir grup insana götürür.
Jonathan Swift – “Gulliver’in Gezileri” (1726)
Gulliver’in Gezileri, daha ziyade bir fantezi eser olmasına ve konusunun Dünya üzerinde geçmesine rağmen, Lukianos ve Bergerac’ın egzotik medeniyetleri keşfetme geleneğini hiciv ve politik yorum olarak sürdürüyor. Zamanının popüler gezi günlüklerinin parodisini yapan Jonathan Swift, kahramanının tuhaf ve keşfedilmemiş uluslar arasındaki seyahatlerinde, kültür ve siyaset üzerine eğiliyor.
Swift, yüzen Laputa adasında teknolojik yeniliği öngörüyor; ancak bunu ve buna bağlı olarak da zamanın bilimsel araştırmalarını amaçsız olduğu için eleştiriyor. Yine de, kitapta anlatılan olağanüstü yolculuklar, hayalî kültürler ve özellikle at şeklinde tasvir edilen bilge Houyhnhynms gibi yabancı varlıklar, onu daha sonraki bilimkurgu yazarları için bir mihenk taşı yapıyor.
Samuel Madden – “Memoirs of the Twentieth Century” (1733)
20. Yüzyıldan Hatıralar, 1997 yılında İstanbul’dan gelen bir mektuptur, getirense bir “melek”tir. Rus ve Amerikan süper güçleri mağlup edildikten sonra, tüm dünya VI. George hakimiyeti altında birleşir.
Samuel Madden bu eserinde kanalların inşasını, halka açık tahıl ambarlarının kurulmasını ve kadınlara belirli haklar verilmesini öngörmüştür. Eser, zaman yolculuğu alt türünün öncülerinden biridir.
Ludvig Holberg – “Niels Klim’s Underground Travels: “Niels Klim’in Yeraltında Seyahatleri” (1741)
“Oyuk Dünya” kategorisine başka bir katkı olan kitabında Ludvig Holberg, yer altı dünyasını ütopik bir toplumda yaşayan, insan olmayan varlıklarla doldurur. Niels Klim, Dünya’nın dış katmanından düşer ve yer altı güneşinin etrafında dönen bir gezegen keşfeder.
Burada her türlü yer altı uzaylısıyla karşılaşır, ancak insan merkezli bakış açısı yüzünden bu yabancı toplumlar tarafından kovulur.
Voltaire – “Mikromega” (1752)
Voltaire, bir uzaylının Dünya’yı keşfetmesiyle ilgili hikâye anlatarak, yabancı dünyalardaki insan maceralarının hikâyelerini tersine çevirir. Mikromega, Sirius’un yörüngesindeki bir gezegenden gelmektedir. İnsanlardan binlerce kat daha büyük oluşu, onu bizi mikroskopla incelemeye mecbur bırakır.
Dışarıdan birinin görüşü, absürt eylemlerde bulunduğumuzda bile takındığımız insana özgü kendini beğenmişlik ve mantığa uygun bulma durumunu fark etmemizi sağlar.
Louis-Sebastien Mercier – “The Year 2440, A Dream if Ever There Was One” (1771)
Louis-Sebastien Mercier‘in zaman yolculuğu temalı romanında, hayattan memnun olmayan bir Parisli uykuya dalar ve 2440 yılında bir ütopya dünyasında uyanır. Din adamları azaltılmış, kölelik sona ermiş, Paris düzenli ve temiz hâle gelmiştir. Yazarlar en saygın konuma yükseltilmiştir, ancak ahlak evrenselleştirilmiştir.
Ahlak kuralları tiyatroda halka duyurulur ve bu kurallara aykırı davranan yazarlar devletin sansür memurları tarafından yeniden eğitilir.
Nicolas-Edme Restif – “The Southern Discovery by a Flying Man” (1781)
17. ve 18. yüzyılların pek çok yazarı, kahramanlarını dünyanın öbür ucuna, fantastik yolculuklara gönderdi. Çoğu zaman onları Avustralya’ya ya da hâlâ gizemli başka bir kıtaya fırlattı.
Ancak Restif‘in romanı, kahramanın sevgilisiyle birlikte terki diyar etmek için böceklerden ilham alarak tasarladığı uçan makineler gibi hayali icatlarıyla çağdaşlarından farklı bir yol izlemiştir.