Tekinsiz Bir Keşif: Deliliğin Dağlarında

Bir şeyi icat etmenin ya da keşfetmenin insana verdiği haz nasıl kelimelerle tanımlanamazsa, o icadın ya da keşfin hiç kimseye söylenememesinin hüznü de aynı oranda tanımlanamazdır. Bu duyguların dayanılmazlığını, tanımlamanın ötesinde betimlemek denildiğinde herhalde Howard Phillips Lovecraft ve Edgar Allan Poe gibi yazarlar ilk akla gelecek isimlerdir. Amerikalı yazar H.P. Lovecraft, 1931 yılında Deliliğin Dağlarında eserini yazarak bunu diğer eserlerinde olduğu gibi yine ispatlamıştır.

Eserlerinde bilimkurgu ve korkuyu birleştiren 1890 doğumlu Amerikalı korku yazarı Lovecraft, hem Cthulhu’nun Çağrısı‘nda hem de Innsmouth’un Üzerindeki Gölge‘sinde olduğu gibi, Deliliğin Dağlarında da gerçekliğin ve deliliğin sınırlarını zorluyor. Ayrıca Lovecraft’ın becerdiği en güzel işlerden biri de her eserinde çeşitli göndermelere yer vermesi. Deliliğin Dağlarında, Cthulhu kültünü içinde barındırırken başka eserlerinde de karşımıza çıkan Necronomicon kitabına apaçık gönderme yapılıyor. Ayrıca Edgar Allan Poe’nun Nantucketlı Arthur Gordon Pym’in Öyküsü‘ne de gönderme yapıldığı gözden kaçmıyor. Hikaye, yapılan bir keşfin acı sonuçlarıyla karşılaşılan ve bu acı sonuçların tüm dünyayı etkileyebileceğini vurgulayan iki kısım olarak ele alınabilir. Birçok eserinde rastladığımız Miskatonic Üniversitesi’nin – kurmaca bir kitap olan Necronomicon gibi hayali bir üniversitedir- jeolog ekibinden Profesör William Dyer’ın bakış açısıyla anlatılan hikayedeki olaylar Antarktika’da geçmektedir.

SPOILER!

Dyer’ın yakın arkadaşı Profesör Lake önderliğindeki küçük bir ilerleme grubu, bitki ya da hayvan olarak tanımlanamayan tarih öncesi yaşam formu kalıntıları keşfeder. Lake, tüm heyecanıyla beraber keşfin ve örneklerin her ayrıntısını ana keşif grubunda kalan Dyer’a anlattıkça, coşku tüm ekipte artar. Bu, hem yeni bir yaşam formunun hem de jeolojik testler neticesinde daha Ay’ın henüz oluştuğu zamana tarihlenmesinin keşfidir. İlkindeki keşfin heyecanı anlaşılsa da ikincisinde daha çok, ekipte korku ve endişe hakimdir. Zira bu her şeyin değişmesi anlamına geliyordur: Daha Dünya’da bildiğimiz yaşam bile yokken, bu canlıların varlığı söz konusudur.

Korku ve endişe ne yazık ki yersiz çıkmaz. Çünkü Lake ve ekibinden haber alınamamaya başlanır. Dyer ve arkadaşları, teknik sorunlar yaşadığı tahmin edilen Lake’in bulunduğu konuma giderek yardım edebileceklerini düşünürler. Maalesef oraya vardıklarında işlerin çok farklı bir şekilde göründüğünü anlarlar. Kamp tarumar olmuş, Gedney hariç tüm ekip üyeleri ve köpeklerden de biri dışında tamamı katledilmiştir. Dyer ve arkadaşları, tüm bunları kayıp olan kişinin delirerek yaptığından şüphelenir. Ekipten geri kalanlar Miskatonic Üniversitesi’ne döner. Bu yaşananların sebebi olan keşfi bir sır olarak saklamaya karar verirler. Ancak yeni bir ekip kurularak araştırmalar devam ettirilmek istenmektedir. Dünyanın selameti için Dyer ve asistanı Danforth’un, gönülsüz de olsa yeni kurulan ekibe katılmaları kaçınılmazdır.

Antarktika’ya ulaştıklarında, zavallı Lake ve ekibinin katledildiği yerin ilerisine giderek, Himalayalar’dan da yüksek olan dağların ötesine geçerler. İlk şoku, uçaktan gözlemledikleri dağın insan mimarisinden çok farklı yapılarla inşa edilmiş taş şehrin duvarları olduğunu anladıklarında yaşarlar. İkinci şok ise taş şehre indiklerinde, bu fantastik yapıları yapan Yüce Eskileri ve onların tarihini duvar resimlerinden öğrendiklerinde ortaya çıkar. Yüce Eskilerin uzayın bir köşesinden uçarak Dünya’ya nasıl geldiklerini, sosyal yaşantılarını, bu yapıların inşa sürecini, Necronomicon kitabında anlatılan yaratıklarla benzerliklerini, diğer efsanevi yaratıklarla –Cthulhu da dahil- mücadelelerini öğrenirler.

Dünya’da bildiğimiz yaşamın başlamasına da sebep olduklarını düşündüren ipuçları, ekibin heyecanını arttıran en önemli noktalardan biridir. Elbette yaşayacakları üçüncü şoka kadar… Zira çok geçmeden Dyer ve Danforth, aniden uyanan tarih öncesi yaşam formu kalıntılarının -Yüce Eskiler- Lake’in ekibini katlettikten sonra şehirlerine geri döndüklerini anlar. Şüphelendikleri zavallı Gedney ve kayıp köpeğin cesedini bulmaları da bu ana denk gelir. Her keşifte, tekinsiz bir yola saptıklarının farkına varırlar. Şehir yaşanmaz hale geliyordur ve Yüce Eskiler de okyanusa göç etmeyi seçmiştir. Yine de şehirlerinden bağlarını koparmamışlardır. Açtıkları tüneller, okyanus ve şehir arasındaki bağlantılarıdır. Beklendiği gibi, ekip bu tünellerden birine girer. Öldürülen Yüce Eskilerin kalıntılarına ve körleşmiş penguenlere dair yarım yamalak bilgiye gelişi güzel çizilen duvar resimlerinden ulaşırlar. Yüce Eskiler, şeytani bir şeyden koşarak kaçmışlardır.

Deliliğin Dağlarında eserini okuyan herkes, Lovecraft’ın Antarktika hakkında nasıl bu kadar şey bildiğini merak edebilir, ancak yazarın Antarktika üzerine araştırmaları ömrü boyunca sürmüştür. Deliliğin Dağlarında, dünya dışı yaşamı, yaşamın başlangıcını ve evrimsel sürecini bilimkurguya ait yaygın enstrümanları kullanmadan ele alıyor. Okurunu, bir keşfin tekinsiz ve huzursuz sonuçlarıyla yüzleştiriyor.

Eser ayrıca, Drexel Üniversitesi ve SpookySpookyShoggoths tarafından kısa bir animasyon filme de uyarlanmıştır. Aslına sadık kalınan filmi aşağıdan izleyebilirsiniz.

Hazırlayan: Taner Güler

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Karanlık İlahların Elçisi: H.P. Lovecraft

Renklerin bile olmadığı karanlık diyarlardan gelen uzaylı tanrılar, lanetli ve okuyanı delirten kitaplar, sinir krizi …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin